“Kadınları korumak” mı, göç karşıtlığını meşrulaştırmak mı?

Haberin Eklenme Tarihi: 17.10.2025 17:58:00 - Güncelleme Tarihi: 17.10.2025 18:02:00

Avrupa Parlamentosu’nda geçtiğimiz günlerde açılan bir oturumun başlığı oldukça çarpıcıydı: “Kadınları ve çocukları korumak için kitlesel göçü durduralım.” Bu ifade, siyasetin en kırılgan konularından ikisini, göç ve kadın güvenliği, aynı anda gündeme taşıyor. Ancak asıl mesele, bu başlığın gerçeği ne kadar yansıttığı. Gerçekten kadınları ve çocukları korumak için mi böyle bir tartışma açılıyor, yoksa kadın figürü bir kez daha siyasetin araçsallaştırdığı bir temsil mi oluyor?

Oturumda söz alan isimlerden biri, İsveçli-Iraklı Avrupa Parlamentosu üyesi Abir Al-Sahlani’ydi. Renew Europe grubuna mensup Al-Sahlani, kürsüden oldukça net bir itiraz yükseltti: “Kitlesel göç yok.” Bu iddiasını da verilerle destekledi.

Avrupa İltica Ajansı’nın (EUAA) verilerine göre 2025’in ilk yarısında AB+ ülkelerine yapılan iltica başvuruları %23 oranında azaldı. Suriye’den gelen başvurularda ise düşüş oranı %66’ya ulaştı (EUAA, 2025). Al-Sahlani’nin işaret ettiği gibi “mass migration” (kitlesel göç) söylemi, verilerle örtüşmeyen bir siyasal kurgu niteliği taşıyor.

Ancak Al-Sahlani’nin eleştirisi yalnızca sayılarla sınırlı değildi. Tartışmanın “kadınları koruma” söylemiyle meşrulaştırılmasına da dikkat çekti. Kadınların maruz kaldığı şiddetin faillerinin çoğunlukla AB vatandaşı erkekler olduğunu iddia etti. Üstelik bu erkeklerin genellikle aile içinden ya da kadınların yakından tanıdığı kişiler olduğunu söyledi; Avrupa Temel Haklar Ajansı’nın verileri de kısmen bu eğilimi destekliyor (FRA, 2024). FRA’nın 2024 raporuna göre kadınların önemli bir bölümü, hayatlarında en az bir kez partnerlerinden şiddet gördüklerini bildiriyor. Al-Sahlani’nin kürsüden de dile getirdiği gibi: “Tehlike dışarıdan değil, evin içinden geliyor.”

Burada öne çıkan nokta, kadın güvenliğinin göç karşıtı politikaları meşrulaştırmak için nasıl bir gerekçeye dönüştürüldüğü. Aşırı sağ, kadınları korumaktan söz ederken aslında göçmen karşıtlığını besleyen bir korku siyaseti üretiyor. Feminist söylemler de böylece yerinden koparılıp manipülatif bir zemine kaydırılabiliyor.

Çarpıtmalar eşliğinde göçmen karşıtlığı

Kadınların güvenliği göçmenlerin potansiyel tehdidi üzerinden tanımlandığında iki şey oluyor: Göçmenler kriminalize ediliyor, kadınların maruz kaldığı gerçek şiddet biçimleri ise görünmez kılınıyor. Bu çarpıtma, verilerin açıkça işaret ettiği toplumsal gerçeklikle bağdaşmıyor. Tam da bu noktada göçün sonuçlarını tartışırken yalnızca suç oranlarına değil, birlikte yaşamın nasıl kurulacağına da bakmak gerekiyor. Yani mesele, göçmenlerin topluma katılımı ve karşılıklı uyum süreçlerinin nasıl kavramsallaştırıldığıyla doğrudan bağlantılı.

Burada göçmenlerin hiçbir zaman şiddet işlemediğini söylemeye çalışmıyorum. Elbette göç süreçlerinde kültürel farklılıkların ve toplumsal gerilimlerin şiddetle kesiştiği örnekler var. Ancak mesele, bu örneklerin medyada ve politikada orantısız biçimde büyütülerek bir algıya dönüştürülmesi. Bu noktada önemli olan, göç sonrası ortaya çıkan toplumsal uyum süreçlerini göz ardı etmemek ve bu uyum sürecini doğru kavramsallaştırmak. Geleneksel “entegrasyon” yaklaşımı, uyumu tek yönlü bir süreç olarak kurguladığı için eleştiriliyor; zira bu çerçevede göçmen, toplumun normlarına uyması gereken “eksik” bir özneye indirgeniyor. Bugün artık asıl mesele, karşılıklı uyumun ve kapsayıcı politikaların nasıl kurulacağı. Bu da göçmenlerin kendi kökenlerini ve kültürlerini bırakmaları değil, toplumların birlikte yaşamı mümkün kılacak yolları inşa etmesi anlamına gelir.

Tam da bu nedenle “mass migration” gibi kavramların nasıl kullanıldığı kritik hâle geliyor. Çünkü mesele yalnızca göçün rakamlarla ifadesi değil; bu kelimelerin taşıdığı kültürel ve siyasal anlamlar da toplumsal algıyı şekillendiriyor.

“Mass migration” ifadesi sadece bir demografik hareketi değil, aynı zamanda kültürel bir tehdidi çağrıştırmak üzere kullanılıyor. Avrupa’da göç karşıtı söylemler uzun süredir kadın figürünü merkeze alıyor. Bu noktada bir soru da şu: siyaset sahnesinde adına konuşulan kadın kim? Korunan, susturulan, tehdit altında olan, temsil edilen ya da temsili üzerinden konuşulan kadın... Çoğu zaman sesi duyulan değil, sesi şekillendirilen kişi gibi. Oysa kadınların kendi deneyimlerinden, bedenlerinden ve taleplerinden çıkan ses, siyasetin çizdiği bu koruma söyleminin çok ötesinde. Kadın, korunması gereken bir varlık değil; kendi güvenliğini, özneliğini ve söz hakkını talep eden bir özne olarak karşımızda.

Al-Sahlani’nin çıkışı bu çarpık imgeyi tersine çeviriyor. Kadınlara yönelik şiddetin kaynağının göçmenler değil, Avrupa’nın kendi erkek vatandaşları olduğunu vurguluyor. Bu durum, göç karşıtlığı ile patriyarkal düzenin nasıl kesiştiğini de görünür kılıyor.

Asıl mesele: Şiddetin gerçek faili kim?

Abir al-Sahlani’nin çıkışı yalnızca Avrupa siyasetiyle sınırlı bir mesele de değil. Türkiye’de de göç tartışmalarında kadın güvenliği sıklıkla öne çıkarılıyor. Suriyeli göçmenler söz konusu olduğunda, “kadınlarımızın güvenliği” ifadesi siyasetçilerin ve medyanın dilinde sık sık tekrarlanıyor. Bu söylem çoğu zaman, kadınların yaşadığı ev içi şiddeti, iş yerinde uğradıkları ayrımcılığı ya da toplumsal cinsiyet temelli yapısal sorunları görünmez kılıyor.

Türkiye’de de gerçekler farklı bir tablo çiziyor: kadın cinayetleri istatistikleri her yıl artarken araştırmalar faillerin çoğunlukla kadınların yakınındaki erkekler olduğunu gösteriyor (HÜNEE, 2021; Adalet Bakanlığı, 2023). Buna rağmen “kadın güvenliği” söylemi, göçmen karşıtlığını meşrulaştıran bir argümana dönüşebiliyor. Avrupa’da olduğu gibi burada da kadınların güvenliği, toplumsal korkuların siyasallaşmasında bir araç haline geliyor.

Bu noktada soru aynı: kadınların güvenliği gerçekten hangi politikalarla sağlanabilir? göçmenleri günah keçisi ilan ederek mi, yoksa şiddetin yapısal kaynaklarına, ataerkil ilişkiler ağına, ekonomik bağımlılıklara, hukuki eksikliklere bakarak mı? Zira Al-Sahlani’nin kürsüden söylediği gibi tehlikenin kaynağı “dışarıda” değil, çoğunlukla içeride. Bu nedenle belki de asıl mesele, kadınların güvenliğini göç tartışmalarına sıkıştırmadan, şiddetin gerçek faillerine bakarak ele almakta.

Kaynakça

European Union Agency for Asylum (EUAA). (2025). Asylum applications down 23% in first half of 2025. EUAA.
https://euaa.europa.eu/news-events/asylum-applications-down-23-first-half-2025

European Union Agency for Fundamental Rights (FRA). (2024). EU Survey on Violence Against Women: Key Results. FRA.
https://fra.europa.eu/en/publication/2024/eu-gender-violence-survey-key-results

Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü (HÜNEE). (2021). Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması 2021. Ankara: HÜNEE.

Adalet Bakanlığı, Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü. (2024). Adalet İstatistikleri 2023. Ankara: Adalet Bakanlığı.