Holokost, hafıza ve adlandırmanın iktidarı üzerine: Ya Nakba?
Haberin Eklenme Tarihi: 3.12.2025 15:09:00 - Güncelleme Tarihi: 3.12.2025 15:13:00Bir sözcük nasıl hafızamıza kazınır? Ne zaman unutuşun karşısında dikilir ve der ki: "Ben buradayım". "Holokost" sözcüğü işte böyle bir sözcüktür. Ama bu sözcüğün serüveni, aslında hafızanın nasıl inşa edildiğinin, kolektif bilincin nasıl şekillendiğinin ve dahası, sessizliğin nasıl bir suç ortağı olduğunun hikâyesidir.
Amerika'nın Holokost'la tanışması, bir aşk hikâyesine benzemez. Daha çok, aylarca yan odada yaşayan bir hayaletin varlığını nihayet kabul etmeye benzer. 1938-1945 yılları arasında Avrupa'da altı milyon Yahudi zulüm görürken, Amerika'daki gazeteler bu haberleri arka sayfalara gömüyordu. Hükûmet ve medya, zafer haberlerine odaklanırdı. Askerî muzafferiyetler, tankların ilerleyişi, bayrakların dalgalanışı… Soykırım, sadece birçok savaş vahşetinden biriydi. Dahası, bir kuşkunun gölgesi düşüyordu her şeyin üzerine: Birinci Dünya Savaşı'ndan kalma abartılı korku hikâyeleri hâlâ hafızalardaydı. Belki bu sefer de abartıyorlardı. Kim bilir?
1945. Savaş bitti, kamplar kurtarıldı. Ve o zaman... Dünya, Nazi gerçeğiyle o zaman karşılaştı. Nürnberg mahkemeleri, soykırımın mimarlarını yargıladı. Sayılar ortaya döküldükçe, altı milyon rakamı kafaları örselemeleye başladı. Ama henüz kimse buna "Holokost" demiyordu. Sadece bir faciadan, Nazi vahşetinden bahsediliyordu. Sözcük henüz doğmamıştı. Ve ne ilginçtir ki 1950’lerde göreceli bir sessizlik oldu. Sanki kolektif bir amnezi… Sanki herkes aynı anda unutmaya karar vermiş gibi. Amerikalılar Soğuk Savaş'la meşguldü, refah ve ilerleme hayalleri kuruyordu. Hayatta kalanlar ise sustu, kamplardan kaçanların çocukları bile olan bitenden bihaberdi. Okul kitaplarında sayfalarca anlatılan İkinci Dünya Savaşı metinlerinde ve kayıtlarında sadece bir satır: "Toplama kampları vardı."
1960'larda bir şeyler kımıldanmaya başladı. 1961'de Adolf Eichmann Kudüs'te yargılandı ve bu mahkeme televizyondan yayınlandı. Hayatta kalanlar tanıklık etti, kameralar önünde konuştular. Amerika'daki evlere girdi bu sesler. "Holokost" kelimesi, yavaş yavaş kullanılmaya başlandı. Akademisyenler harekete geçti. Ama asıl kırılma noktası 1978’te yaşandı.
O yıl, NBC televizyonu dört bölümlük bir mini dizi yayınladı: "Holokost". Başrolde genç Meryl Streep. Dizi, Weiss ailesini anlatıyordu: Kurgusal bir Yahudi ailenin 1935'ten 1945'e kadar yaşadıkları. Streep, Karl Weiss'ın Hristiyan karısı Inga'yı canlandırıyordu. 9,5 saatlik bu mini dizi, 120 milyon Amerikalı tarafından izlendi. Bazı kaynaklar, New York'ta, reklam aralarında herkes tuvaletini kullanırken, su basıncının düştüğünden bahseder. Malcolm Gladwell, yıllar sonra bu olayı anlatırken der ki: "İşte dönüm noktası budur."
Gladwell'e göre, Peter Novick'in "The Holocaust in American Life" kitabı açıktır: Amerikalılar otuz yıl boyunca Holokost'tan bahsetmedi. İnkâr etmediler, sadece konuşmadılar. 1960'ların üniversite kitaplarında, Avrupa tarihi bölümünde İkinci Dünya Savaşı'na beş bölüm ayrılırken, toplama kamplarından tek bir cümle vardı. 1978 dizisi, bu sessizliği kırdı. Çünkü televizyon, o yıllarda toplumsal bilinci şekillendirmenin en güçlü aracıdır. İnsanların izleme seçenekleri sınırlıdır, herkes aynı şeyi izler, aynı anda ağlar. Dizi, Amerikalılara (Yahudi olan da olmayan da) bu konuda konuşmak için bir "izin" verir. Bir rehber olur. Nasıl hissetmeleri gerektiğini, nasıl hatırlamaları gerektiğini öğretir.
Çekimlerin hikâyesi de ayrı bir trajedidir kendi başına. Mauthausen toplama kampında, gerçek gaz odasında dururlar Meryl Streep ve James Woods. Streep fısıldar: "Acaba cehenneme gider miyiz? Burası hakkında televizyon yapıyoruz." Woods der ki: "Eğer tek bir insan bu yeri öğrenirse, buna değer." NBC, gerçek fırınları yakmayı reddeder. “Saygıdan.” Dizi Batı Almanya'da yayınlanınca, yetişkin nüfusun yarısı izler. Almanlar şok olur, kanal telefonları susmaz: "Nasıl oldu bu? Nasıl izin verdik?"
Ve Almanya, Nazi suçları için zaman aşımını kaldırır. İşte o zaman "Holokost" kelimesi yerleşir dillere. 1979'da Alman Dil Derneği bu kelimeyi "Yılın Kelimesi" seçer. Artık "Holokost" sözcüğü, büyük harfle yazılır ve herkes ne anlama geldiğini bilir.
Holokost kelimesinin kökleri
Yunanca "holokauston"dan gelir, "bütünüyle yakılmış". Tanrı'ya sunulan kurban. İbranicede "olah". İlginçtir, bu kelime ilk kez 1190'larda, İngiliz tarihçiler tarafından kullanılıyor. 1189 yılında kral I. Richard’ın taç giyme töreni esnasında Londra’da Yahudi katliamı yaşanır. O dönem yazılan kroniklerde bu olay anlatılırken holokost kelimesi kullanılır. Hatta Winston Churchill 1929'da yazdığı “The World Crisis, Vol. 5: The Aftermath” adlı kitabında Osmanlı coğrafyasında yaşanan tehcirden bahsederken; erkek, kadın, çocuk demeden, onlarca çaresiz Ermeni’nin idari bir holokostla silip sürüldüğünü söyler.
1943'te New York Times'da görürüz “holokost” kelimesini: "Nazi holokostundan kurtulan Yahudiler" ama küçük harfle. Resmî bir ad değildir henüz. Naziler der ki: "Nihai Çözüm". Yahudiler der ki "Ḥurban", yani yıkım. İsrail de der ki "Shoah", yani felaket. 1957'de ilk kez büyük harfle yazılır: "Holocaust". 1968'de Nora Levin'in kitabı çıkar. Sonra akademisyenler, sonra televizyon, sonra herkes… Zamanla ve tekrarla, toplumsal onaylamayla, kelime kolektif bilince kazınır.
Peki ya Gaza?
7 Ekim’den bu yana (ki dikkat edelim 7 Ekim de artık tarihsel bir dönüm noktası olarak hafızalarımıza yer etti, tıpkı 11 Eylül gibi) 45.000'den fazla Filistinli öldürüldü, katledildi. 14.500'den fazla çocuk. Molozların altında daha binlercesi. BM Soruşturma Komisyonu bu yaşanan katliama: "İnsanlığa karşı suç" dedi. Güney Afrika, soykırım suçlamasıyla Uluslararası Adalet Divanı'na başvurdu.
Ama bir fark var: Holokost, geçmişte yaşandı ve sonradan öğrenildi, kabullenildi. Gazze ise canlı yayında. Gözümüzün önünde. Sosyal medyada, anlık. Herkes görüyor, herkes biliyor. Ama bu bilgi, bir dönüm noktası yaratmıyor. Neden? Çünkü politik kutuplaşma var. Çünkü rakip anlatılar var. Çünkü Hollywood böyle bir dizi yapmıyor. Çünkü iktidar yapıları buna izin vermiyor. Malcolm Gladwell diyor ki: "Amerikan söyleminde mayınlar var." Dürüst konuşmak, tehlikeli. İşte trajedi burada: Herkes biliyor ama kimse harekete geçmiyor. Sorun farkındalık değil, politik irade.
Peki Filistinlilerin bir sözcüğü yok mu?
Var elbette. "Nakba", yani felaket. 1947-1949 yılları arasında, 750.000 Filistinli evlerinden edildi. 531 köy yok edildi. İsrail Devleti kurulurken, Filistin yok edildi. İşte Nakba budur. 14 Mayıs 1948 tarihinde İsrail Devleti’nin bağımsızlığını ilan etmesinin ardından yaşanan zulüm, yerinden edilme, kitlesel soykırım… Bu nedenle 15 Mayıs, Filistinliler tarafından Nakba Günü olarak anılıyor. Ama Nakba, sadece bir gün değil. Sadece bir olay da değil. Filistinli hukukçulara göre Nakba, tarihsel bir felaketten acımasızca uygulanmaya geçen karmaşık bir baskı yapısı. Devam eden, sistemli bir yok etme. 76 yıldır... Değişen formlarda, değişen şiddetlerde. Ama kesintisiz. Hukukçu Rabea Eghbariah’a göre, Eğer Holokost Yahudi soykırımının simgesiyse, Güney Afrika apartaydin simgesiyse, Filistin halkına yapılan da Nakba olarak konumlandırılmalı ve hukuki bir öz kazandırılmalıdır. Akademisyenler yeni sözcükler icat etse de -mesela "Spacioicide" (mekân yok etme), "domicide" (ev yok etme), "scholasticide" (eğitim yok etme), "memoricide" (hafıza yok etme), "Gazacide"- gerek yok. Çünkü hiçbiri Nakba kadar güçlü değil. Çünkü Nakba, Filistinlilerin kendi sözcüğü. 1948'den beri kullanılıyor. 2023'te Güney Afrika, Uluslararası Adalet Divanı'nda bu kelimeyi kullandı. Nakba, artık sadece akademik bir terim değil. Hukuki bir kavram olmaya aday.
İşte paradoks: "Holokost" kelimesinin evrensel olarak kabul edilmesi 30 yıl aldı ve bir televizyon dizisi bunu tetikledi. "Nakba" ise 76 yıldır var ama hâlâ Batı söyleminde bastırılıyor. Çünkü medya politik iradenin elinde. Ekonomik çıkarların tekelinde. Holokost geçmişte kaldı, artık güvenli. Nakba ise şimdiki zaman. Devam ediyor. Ve devam eden bir trajediyi adlandırmak, onu durdurmak için sorumluluğu da beraberinde getirir. Gladwell'in dediği gibi: "Dönüm noktası, farkındalık değil, iradedir."
“Nakba” ne zaman bilincimize kazınır?
Meryl Streep, gaz odasında dururken sormuştu: "Cehenneme gider miyiz?"
James Woods cevaplamıştı: "Eğer tek bir kişi öğrenirse, değer."
Belki bugün soru şu olmalı: Gazze için, Nakba için hangi Meryl Streep ayağa kalkacak? Hangi televizyon dizisi yapılacak? Hangi toplumsal bilinç inşa edilecek?
Yoksa 76 yıl daha mı bekleyeceğiz?
Unutmayalım: Sessizlik, suç ortaklığıdır. Ve adlandırmamak, yok saymaktır. Mor ve Ötesi’nin 2010 yılındaki albümlerinde yer alan Nakba şarkısında dediği gibi “Karanlık kördü, adım yoktu. Hakkımı aldım, zaten çoktu. Gel bana anlat yaptığını, benim ne yapınca abarttığımı… Kutlayanım var, ağlayanım da. Bak sana bayram, bana bomba… Kutlayamazsan ağla yanımda, ruhumu al da yüzleş aklınla…”
Holokost bize öğretti ki: Hafıza, inşa edilir. Kolektif bilinç, şekillendirilir. Ve bir sözcük, zamanla toplumun ruhuna kazınabilir. Ama "zamanla" kelimesi, bazen bir mazeretten ibarettir. Çünkü şu an ölenler, "zamanla"yı bekleyemiyor.
İşte unutuşun coğrafyaları böyle çizilir: Bazı trajediler anıt olur, bazıları sessizlikte boğulur. Bazı ölüler hatırlanır, bazıları istatistik kalır. Bazı sözcükler tarihe kazınır, bazıları yasaklanır.
Ve biz, seyirciler, hangi tarafta durduğumuzu seçeriz. Her gün. Her sessizliğimizle. Her sözcüğümüzle.
Dönüm noktaları vardır. Ama dönüm noktaları kendiliğinden olmaz.