Hiroşima ve Nagazaki'nin hatırlattıkları: Gölgelerin altındaki insanlık
Haberin Eklenme Tarihi: 11.08.2025 16:03:00 - Güncelleme Tarihi: 11.08.2025 16:09:00Auguste Rodin’in Düşünen Adam heykeli, insanlığın karanlıkla mücadelesini simgeler. O kambur duruş, felsefi bir derinlikten öte bir acziyeti de anlatır. Hiroşima ve Nagazaki’de patlayan atom bombaları, insanlığın bu acziyetini en çıplak hâliyle gözler önüne serdi. O günlerde gökyüzünden yağan ölüm Japonya ile birlikte tüm insanlığın yüzleşmek zorunda kaldığı bir trajediydi. Albert Camus’nün Veba’sında dediği gibi, “İnsanların içinde vebadan daha korkunç şeyler vardır.” Atom bombası da işte o “şey”lerden biriydi: Görünmez, anlaşılmaz ve geri dönüşü olmayan bir yıkım.
Bir anın sonrası: Gölgeler ve hayaletler
6 Ağustos 1945 sabahı, Hiroşima’da insanlar güne alışkanlıklarıyla başladı. Çocuklar okula gidiyor, balıkçılar teknelerini denize indiriyor, yaşlılar parklarda çaylarını yudumluyordu. Saat 08:15’te Enola Gay adlı uçaktan bırakılan “Little Boy” isimli bomba, şehrin üzerinde patladığında, her şey bir anda siyah-beyaza dönüştü. John Hersey’nin Hiroşima adlı eserinde anlattığı gibi, “İnsanlar gölgeler hâlinde buharlaştı.” Geriye yalnızca duvarlara yapışmış insan silüetleri kaldı. Bu silüetler, fiziksel bir yok oluşun ve insanlığın ahlaki çöküşünün simgesiydi.
Üç gün sonra, 9 Ağustos’ta Nagazaki’ye atılan “Fat Man” bombası, aynı korkunç sahneyi tekrarladı. Bu kez kurbanlar, çoğunlukla Hristiyan olan bir topluluktu. Şehrin üzerinde yükselen mantar bulutu, insanın kendi eliyle yarattığı cehenneme işaret ediyordu. Paul Celan’ın Ölüm Fügü’nde yazdığı gibi: “Ölüm bir ustadır Almanya’dan.” Ama bu kez ölüm, Amerika’dan gelmişti.
Bilimin iki yüzü: Prometheus’un ateşi mi, Pandora’nın kutusu mu?
Manhattan Projesi’nin arkasındaki bilim insanları, nükleer fisyonun gücünü keşfederken, aslında mitolojideki Prometheus’un ateşi çalmasına benzer bir eylemi gerçekleştirdi. Ancak bu ateş, insanlığı aydınlatmak yerine yakıp yok etti. J. Robert Oppenheimer, Trinity testi sırasında Bhagavad Gita’dan şu sözleri mırıldanmıştı: “Artık ben oldum ölüm, dünyaların yok edicisi.” Bu sözler, bilimin karanlık tarafına dair bir itiraf gibiydi.
Frank Close’un Destroyer of Worlds adlı kitabında anlattığı üzere, nükleer çağın başlangıcı, insanlığın kendi yarattığı bir kıyametle yüzleşmesiydi. Harry Daghlian ve Louis Slotin gibi fizikçiler, “demon core” (şeytan çekirdek) adı verilen plütonyum küresinin etrafında çalışırken, bir anlık dikkatsizliklerinin bedelini hayatlarıyla ödedi. Onların trajedisi, nükleer gücün kontrol edilemezliğinin bir metaforuydu. Mary Shelley’nin Frankenstein’ında dediği gibi: “İnsan, yarattığı canavarın efendisi olamaz.”
Savaşın ahlaki çıkmazı: “Gerekli kötülük” mü, “lüzumsuz vahşet” mi?
Richard Overy’nin Rain of Ruin adlı eseri, Hiroşima ve Nagazaki bombalamalarını “gerekli bir kötülük” olarak savunanlarla, bunu “lüzumsuz bir vahşet” olarak görenler arasındaki tartışmayı ele alır. ABD’nin resmî argümanı, bombaların savaşı kısaltarak milyonlarca hayat kurtardığıydı. Ancak Japon imparatorluk arşivleri, Hirohito’nun Temmuz 1945’te teslim olmayı düşündüğünü gösteriyordu. Peki o hâlde bu bombalar gerçekten gerekli miydi?
George Orwell’ın 1984’te yazdığı gibi: “Savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cehalet güçtür.” Belki de atom bombaları; savaşın değil, güç gösterisinin bir parçasıydı. ABD Donanması Amiralı William “Bull” Halsey’in dediği gibi, bu bir “gereksiz deney”di. Overy’nin de vurguladığı üzere, Tokyo’nun napalm bombalarıyla yakılması (100.000’den fazla sivilin öldüğü Mart 1945 saldırısı) zaten Japonya’yı diz çöktürmüştü. Atom bombaları, yalnızca yeni bir silahın test edilmesiydi.
Bugünün dünyasında nükleer hayaletler
Serhii Plokhy’nin The Nuclear Age adlı kitabı, nükleer silahların Soğuk Savaş’tan bugüne uzanan yolculuğunu anlatır. Ukrayna’nın 1994’te nükleer silahlardan vazgeçmesi ve karşılığında Rusya’nın güvenlik garantileri alması, trajik bir ironiyle sonuçlandı: 2014’te Kırım’ın işgali ve 2022’de tam ölçekli savaş. Plokhy’nin dediği gibi, “Nükleer silahlara sahip olmak tehlikelidir ama sahip olmamak daha da tehlikeli olabilir.”
Bugün, dünya yeniden bir nükleer silahlanma yarışına tanık oluyor. Çin’in genişleyen arsenalı, Kuzey Kore’nin testleri, İran’ın uranyum zenginleştirme çabaları… Hepsi, insanlığın Hiroşima ve Nagazaki’den ders almadığını gösteriyor. Tıpkı Cormac McCarthy’nin Yol romanındaki gibi: “İnsanlık, kendi sonunu getirmek için elinden geleni yapıyor.”
Hatırlamak ve umut etmek
Hiroşima ve Nagazaki, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından biri. Ama aynı zamanda bir uyarı da. Jorge Luis Borges’in Kum Kitabı’nda yazdığı gibi: “Geçmiş, bizim için bir labirenttir; gelecek ise bir bilinmez.” Belki de bu trajedileri hatırlamak, geleceği değiştirebilmenin tek yoludur.
Bugün Hiroşima Barış Anıtı Parkı’nda duran Atom Bombası Kubbesi, yıkıntıların ortasında dimdik ayakta. Tıpkı insanlığın umudu gibi. Çünkü Albert Einstein, “Atom enerjisi, dünyadaki her şeyi değiştirdi ama insanın düşünce tarzını değiştirmedi” der. Belki de değişmesi gereken, tam da budur.
“Geçmiş unutulursa, tekerrür eder.” William Faulkner