Mesai sonrası tiyatro aşkı: Fransız Öpücüğü
Haberin Eklenme Tarihi: 15.08.2025 01:59:00 - Güncelleme Tarihi: 15.08.2025 10:11:00Bankacı, mühendis, öğretmen, öğrenci, doktor, avukat, sigortacı, esnaf, hemşire… Farklı pek çok meslek grubunda yer alan tiyatro âşıkları bir araya geliyor; profesyonel oyunculara taş çıkaracak performanslarla sahneye çıkıyorlar. Küçük bir sahne bahsettiğimiz; Üsküdar’da Sahne Hane adlı küçük bir salon… Belki 30, belki 40 kişilik bir salon hınca hınç dolu, biraz kulak misafiri olunca çoğu seyircinin bu tiyatro grubunu bilhassa takip ettiği belli oluyor.
Fazla Mesai Tiyatro Grubu, 2010 yılında tiyatro oyuncusu ve yönetmeni İsmail Can Törtop tarafından kurulmuş. İçindeki tiyatro aşkını ve yeteneğini keşfeden farklı mesleklerden insanlar, burada profesyonelleştikleri alandan sıyrılıp fazla mesai yaparak -Törtop’un tedrisatında ve rejisörlüğünde- hem oyunculuk eğitimi alıyorlar hem de eğitimlerinin meyvelerini sahnede seyirciye sunuyorlar. “Amatör” olarak tiyatro ile uğraşıyor olabilirler belki ama “profesyonel” pek çok oyuncudan çok daha keyifle ve “ikna edicilik”le oynadıkları muhakkak. Bu, sahnedeki enerjilerine, hayat verdikleri kahramanlara, oyunlara da yansıyor.
Benim rastladığım, 1800’lerin son çeyreğinden kopup gelen bir oyunun yorumuydu; zamansız eserlerin bugüne de söylediği hicvi, evrensel bir sanatın herkese anlattığı özü sahnelerden bize yansıtılıyordu… Sınıf ve kimlik çatışmaları, toplumsal tabakalaşma… Hepsi bir komedinin içinde kaosa dönüşüyor; o esnada kahkahalar çağıldıyordu. Bu başarı sadece oyunun yazarında değildi elbet. Fazla Mesai grubu, tiyatronun hakkını teslim ve temsil ediyordu.
Maxim’den gelen aristokrat: Bir moulin rouge dansçısı
Georges Feydeau'nun 1899'da Paris'te sahnelenen ünlü farsı “La Dame de chez Maxim”, saygın bir tıp doktoru olan Petypon’un hayatını altüst eden komik bir yanlış anlaşılmalar zincirini anlatıyor. Her şey, bir gece Maxim gazinosunda içkiyi fazla kaçıran Dr. Petypon'un sabah yatağında, ne idüğü belirsiz ama bir o kadar da göz alıcı moulin rouge dansçısı La Môme Crevette’i bulmasıyla başlıyor. İşte tam da bu noktada Feydeau, seyirciyi soluksuz bir komedi fırtınasına sürüklüyor. Doktorun karısı Gabrielle'in, dansçının elbisesini terzisinden geldiğini zannedip üzerine geçirmesiyle başlayan olaylar, Petypon'un amcası General'in gelişiyle bambaşka bir boyuta ulaşıyor. General, La Môme'u Petypon'un karısı sanıyor ve ikisini kır evine, yeğeninin nişan törenine davet ediyor.
Oyunun ikinci perdesinde, Feydeau’nun mizahı taşra hayatının sıkıcılığı ve Paris'in cüretkâr dünyası arasındaki tezatla zirveye çıkıyor. Generalin şatosundaki hanımlar, La Môme'un sıra dışı tavırları ve "Eh! allez donc, c'est pas mon père!" ("Haydi canım, o benim babam değil!") gibi kendine has replikleri karşısında hem şaşkına dönüyor hem de onu taklit etmeye çalışıyorlar. (Fazla Mesai’nin yorumunda, bu minvalde “Haydi be oradan dürrük!” gibi Türkçedeki argo cümle kalıplarını duyuyoruz.) İşler, gerçek Bayan Petypon'un da şatoya gelmesiyle tamamen çığırından çıkıyor. Kimin kim olduğu, neyin ne olduğu belirsizleşirken, La Môme'un eski sevgilisi Corignon'un da ortaya çıkmasıyla olaylar iyice içinden çıkılmaz bir hâl alıyor. Feydeau'nun bu kusursuz kurgusu, her an daha da karmaşıklaşan durumlarla izleyiciyi kahkahaya boğuyor.
Son perdede ise tüm bu karmaşa, bir kovalamaca, tokatlaşma sahneleriyle doruğa ulaşıyor. Oyunda bir de "uyutan sandalye" adı verilen, üzerine oturanı transa sokan komik bir aletin kullanılması, yanlış anlaşılmaları daha da artırıyor. Feydeau, bu perdede tüm düğümleri çözüyor ve herkesi olması gereken partneriyle bir araya getiriyor. Hatta General bile La Môme'la birlikte uzaklaşırken, La Môme’un son bir kez o meşhur repliğini söylemesiyle oyun tatlı bir sona ulaşıyor. “La Dame de chez Maxim”, döneminin en başarılı oyunlarından biri olarak tarihe geçmiş, Feydeau’nun bu fars şaheseri; seyirciyi eğlendirirken aynı zamanda Paris ve taşra hayatı arasındaki kültürel farklara da mizahi bir dille ışık tutuyor, hatta dopdolu bir toplumsal eleştiri sunuyor. Zira aristokrasinin soyluluğu o dönemde adabı muaşerette kalakalmış; geçmişin şatafatı, geleneğin içi boşaltılmış davranış pratiklerinde aranıyor.
Oyun ilk kez 17 Ocak 1899’da Théâtre des Nouveautés'te sahneleniyor; bu prömiyerin ardından ise sadece o sezon 579 performansla seyirci karşısında temsil ediliyor. Tiyatro çevresinde büyük yankı uyandıran bu ilk temsil, kamuoyunda da büyük övgülerle karşılanıyor. Nitekim bir Londra gazetesi olan The Era’nın Paris muhabiri, oyuna dair “[Fedeau’nun] yeni eseri, neşeli icatlarla ve nükteli sözlerle dolu, şakacı bir başyapıt. Zaferi muazzam, hatta olağanüstüydü… Bir tiyatroda nadiren bu kadar içten gülerdim ve tüm salon benimleydi” diyerek beğenisini ortaya koyuyor; Fransa’nın ünlü günlük gazetesi Le Figaro’nun yazarı Henry Fouquier ise seyirciler merhamet isteyene kadar kahkahaların salonu sarstığını belirtiyor. Eser, Feydeau’nun yaşamı sürecince Paris’te ancak iki kez sahnelenebiliyor. 1910’da yeniden seyirci karşısına sunulduğunda metnin dahice işlenmiş yapısı nedeniyle “La Dame de chez Maxim”, güldürmeye ve beğeniyle izlenmeye devam ediyor. Aynı şekilde 1913’te, 1965’te, 1981’de ve günümüzdeki farklı uyarlamalarında ve canlandırmalarda da öyle… Oyunun başarısı, yılları aşıyor, dünyayı sarıyor…
2025’te, Fazla Mesai Tiyatro Grubu’yla Üsküdar’da yeni yorumunda ise hem Fransa’dan hem Türkiye’den hem 1800’lerin hem de bugünün dünyasından parçalarla izliyoruz oyunu… Hem de “Fransız Öpücüğü” ile…
Fazla Mesai’den “Fransız Öpücüğü”
“La Dame de chez Maxim”, Türkçeye “Fransız Öpücüğü” adlı çevirisiyle şimdi Fazla Mesai Tiyatro Grubu tarafından sahneleniyor. Can Törtop’un rejisörlüğünü yaptığı ve orijinalinden farklı olarak iki perdelik olarak düzenlediği oyunda karakterlere Ümit Cihan (Dr. Petypon), Elif Aslan (La Môme), Muhsin Kılcı (Dr. Henry/ Mongicourt-Petypon’un arkadaşı), Zehra Akdaş (Gabrielle Petypon), Abdullah Akdaş (Dük), Ayberk Güven (Corignon), Berrak Türe Onuktav (Antoinette ve General’in yeğeni), Kemal Okan (General), Sevil Şahin (Konuk), Tuğba Samsa (Konuk) ve Ayşegül Şirvanlı (Konuk) hayat veriyor.
Fedeau’nun komedisi, bu tiyatro grubuyla bambaşka bir hâl alıyor; bize ait espriler oyuna daha da yaklaşmamızı sağlıyor, karakterlerin samimiyetle sunulması hikâyeye dâhil olmamıza olanak veriyor. Düşünüyorum da isimleri “amatör” olarak geçse de “profesyonel” icralarıyla bir dönemin en iyi komedisi olan “La Dame de chez Maxim”den tiyatro dünyasına öpücük yolladıkları kesin. Kendini kanıtlama derdi güden, eserden ziyade sahnede “yıldız” olmaklığı önceleyen, egosantrik entelektüalizmden aidiyet işleyen birtakım “oyuculardan” çok daha profesyonel oldukları aşikâr. Rolü yaşayabilmek, seyirciye aynı yaşanmışlığı yansıtabilmek, bir duyguya hayat vermek ve onu yeşertmek hiç kolay değil. Yetenekten çok daha fazlasını gerektiriyor, belli ki diğerlerinin bulamadığı ruh Fazla Mesai Tiyatro Grubu’nda mevcut. Kim bilir?
Önyargılarla gittiğim oyundan heyecanla dönerken, iş çıkışı acaba başka hangi oyunlarını izlesem diye düşünüyorum… Bu, sıradan bir tiyatro izleyicisinde bıraktığı etkiyle bile önemli bir başarı olsa gerek… Oynayacak, izleyecek nice güzel oyunlarınız olsun…