Hocaların hocası: Süheyla Altmışdört
Haberin Eklenme Tarihi: 3.11.2025 17:30:00 - Güncelleme Tarihi: 3.11.2025 17:36:00Türk müziğinin ince zarafetiyle yoğrulmuş yüzlerce yıllık hikâyede kimi isimler bir dönemin yankısı olarak, kimisi ise zamanları aşan bir ruhun fısıltısı olarak tarihe geçer. Çok nadiren de bazı musikişinaslar, bu iki olgunun ötesine geçerler. Hem geçmişin müzikal nakışlarını icralarında taşır hem de birçok öğrenci yetiştirerek müziğin geleceğe taşınmasını sağlarlar. Muallim İsmail Hakkı Bey, Kâzım Uz, Şerif Gürmeriç, Emin Ongan gibi… Bu nadide isimlerden biri de şüphesiz Süheyla Altmışdört’tür. “Hocaların hocası” herkese verilebilecek bir unvan değildir; sadece notalara dokunmak, porteleri yönetmek yetmez, müziği yaşamak ve yaşatmak en büyük idealleri arasında olan bir üstat olmak gerekir.
3 Kasım 2025 tarihinde, yani bugün sonsuzluğa uğurladığımız Süheyla Altmışdört de böyle bir üstattı. “Hocaların hocası” unvanıyla anılan Türk musikisi öğretmeni, konservatuarın efsanevi şefi… Gelin, son dönem Türk musikisinde böylesine efsaneleşmiş ismin hayatına yakından bakalım; onun ve müziğin ortaklaşan serüvenini birlikte inceleyelim.
Hayatın müziğe, müziğin hayata dönüştüğü yolculuk
İstanbul Ansiklopedisi’nin Süheyla Altmışdört için açmış olduğu maddeye göre sanatçı 1930’da Trabzon’da açar gözlerine hayata (bazı kaynaklara göre bu tarih 1926’dır). Ortaokul ve lise yılları bu güzide şehrin pastoral dünyasında geçer, babasının görevi icabı şehir şehir dolaşan Süheyla Hanım’ın çocukluk ve ilk gençlik zamanlarına Trabzon’la birlikte Erzurum ve Ağrı da ev sahipliği yapar. 1948’de ise yolculuk bu sefer İstanbul’adır.
1930’lar, 40’lar… O yıllarda Süheyla Hanım gibi, Cumhuriyet de henüz çok gençtir. Süheyla Hanım, müziğe dair tartışmaların en yoğun olduğu dönemlerde tanışır melodilerle. Alafranga – alaturka, Batı müziği - Türk müziği tanımları, anlamları, formülleri, sistemleri ülke içerisinde büyük bir krizdir. Alaturka müziğin yoz, gayri millî ve ilkel olduğu düşüncesi ülkenin müzikal kimliğine dair tanımları etkilemekte; “yeni ulusal müziğin” yaratılmasına yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Devlet yönetiminin sahiplendiği bu “ulusal müzik” formülasyonu ise Anadolu ezgilerinin Batı armonisiyle oluşturulacak sentezde gizlidir. Alaturkaya alınan bu cephe, elbette Türk müziğini de derinden etkiler. Bazen tartışmalar tersine döner, tanımlar ve formülasyonlar “karşı argümanlar”la yeniden yazılır. Fakat bu tartışmalar Türk musikisinde yine de önemli açılımlar ve gelişimler yaratır. Örneğin konservatuardan dışlansa dahi Türk musikisinde notasyon va nazariyat çalışmaları Sadettin Arel, Suphi Ezgi, Salih Murat Uzdilek gibi müzik bilimciler tarafından titizlikle devam ettirilir; Münir Nurettin Selçuk, Şerif Muhittin Targan, Mesut Cemil gibi usta isimlerce de icrasına yeni bir soluk getirilir. Türk musikisinin içinden gelen bu modernist atılımlar, müziğin geleneksel yapısına ise ancak büyük hürmetle dokunur.
Süheyla Altmışdört böylesine çalkantılı ama bir o kadar da üretimin zengin olduğu dönemde müzik yolculuğuna başlar. Büyük amcası ve babasının müzikle olan bağı; onu da küçücük yaşlarda ele geçirir. Ağabeyi, ablası ve kendisi babalarının müzik aşkından paylarını alır; ud, keman, piyano her notadan ve perdeden ruhlarına müziği meşk eder. Trabzon’daki evlerinden İstanbul’a getirdikleri piyano ile de Süheyla Hanım, ilk derslerini almaya başlar. Bu dersler Fulya Akaydın’ın tedrisatıyla geçer. Bu dersler sadece Batı müziğini içermez, Türk musikisi nazariyatıyla da beslenen içeriklerin ardından Fulya Akaydın’ın “Sen konservatuara gitmelisin” teşvikiyle 1951’de İstanbul Belediye Konservatuarı’na başvurur. 600 kişinin müracaat ettiği iki günlük sınavın jürisinde Münir Nurettin Selçuk, Refik Fersan, Halil Bedii Yönetgen, Şefik Gürmeriç gibi döneminin önemli isimleri yer alır, yani sınav oldukça zordur. Ama Süheyla Altmışdört, bu imtihanı başarıyla kazanır ve Türk Musikisi Bölümü’ne girer.
Türk musikisine önemli katkılar sunan Münir Nureddin Selçuk, Şefik Gürmeriç, Mesud Cemil, Nevzad Atlığ ve Şive Ölmez gibi ustalardan dersler alır; sanatını onlardan miras aldığı üslupla yoğurur ve nihayetinde olağan eğitim süresinden önce konservatuardan 1954’te mezun olur. Konservatuarda hocalık yapması da beraberinde gelir. Bir röportajında hocası Şefik Gürmeriç’in kendisini bu konuda nasıl yönlendirdiğini “Bir gece oturuyoruz annemle, kapı çalındı, hocam Şefik Bey geldi. Karlı da bir hava. ‘Pazartesi günü öğretmenlik imtihanına gireceksin, folklorda yer açıldı’ dedi” sözleriyle anlatır. Hocasının verdiği bu müjdeli haber neticesinde 1957’de sınava girer ve eğitimci olarak mezun olduğu okula yeniden döner.
Koroları yöneten bir kadın maestro
Süheyla Altmışdört, bu sefer eğitimci olarak döndüğü okulunda ayrıca Halk Müziği İcra Heyeti’nde de görev alır; böylelikle hem koro yöneticiliği yapar hem de öğretmenlik. 1960’ta topluluğun vekâleten şefliğine getirilir. Zira o dönem koroyu yöneten Sadi Yaver Ataman ihtilalden sonra görevinden alınmıştır. Dolayısıyla bir yıl boyunca Türk halk musikisi konserlerini Süheyla Hanım yönetir. Ardından Türk Musikisi Bölümü’nde dersler vermeye başlar ve sonradan İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı adını alan bu okulda tam 47 yıl boyunca aralıksız olarak “Batı müziği solfeji”, “Türk musikisi nazariyatı”, “solfej” ve “usul” dersleri verir.
Ancak onun adı en çok, 1963’te Dr. Şemseddin Kodal’dan devraldığı “Üniversite Korosu” ile özdeşleşir. Bu koroyu tam 42 yıl boyunca yönetir; sayısı bilinmeyen binlerce gence klasik musiki zevkini aşılar. Anadolu’nun ve İstanbul’un dört bir yanından gelen öğrencileri, onun rehberliğinde Türk musikisinin inceliklerini öğrenir. O gençlerin bir kısmı müziği meslek edinir; bir kısmıysa farklı alanlarda çalışsa da Altmışdört’ün öğrettikleriyle ülkenin dört bir yanında dernekler, topluluklar, konservatuvarlar kurarak musikiyi yaşatır.
2005’te emekliye ayrılsa da Süheyla Altmışdört yaşamı boyunca; Kadıköy Halk Eğitimi Merkezi, Eyüp Musiki Derneği, Beşiktaş Musiki Derneği, Florence Nightingale Yüksek Hemşirelik Okulu ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi gibi birçok kurumda dersler vermeye devam eder; müziğin her kademesinde bilgiyi, zarafeti ve ahlakı bir arada aktarır. En az on yükseköğretim kuşağı, onun tedrisatından geçer; geleceğin müzik kültürü onun aktardığı mirasla şekillenir. Bu yüzden Süheyla Altmışdört yalnızca bir öğretmen değil, “hocaların hocası” olarak anılan bir mekteptir.
Müziği bir meslek değil, bir medeniyet mirası olarak gören yaklaşımıyla Türk musikisi eğitimine yön veren bu üstadı kaybetmenin derin acısını yaşıyoruz bugün. Fakat biliyoruz ki devrettiği mirasıyla onlarca kuşağı daha kuşatacak; musiki eğitiminde aydınlık yollar açacak…
Kaynakça
Reşad Ekrem Koçu. “Süheyla Altmışdört” Maddesi. İstanbul Ansiklopedisi. 1958-1953.
“Klasik Türk Müziğinde Bir Hoş Sohbet: Süheyla Altmışdört-Taylan Kendirli”. EQ Dergi (Şubat-Mart 2020): 93.