Suça sürüklenen çocuk meselesi nasıl çözülmeli?
Haberin Eklenme Tarihi: 22.08.2025 17:35:00 - Güncelleme Tarihi: 23.08.2025 19:01:00Türkiye'de çocuk adalet sistemi, temel olarak Çocuk Koruma Kanunu ve Türk Ceza Kanunu (TCK) hükümleriyle düzenlenmiştir. Sistemin felsefesi, "çocuğun yüksek yararı" ve "ıslahtır." Ancak özellikle son dönemde işlenen ağır suçlar (cinayet, yağma, cinsel saldırı vb.) kamuoyunda büyük bir tepkiye neden oldu ve mevcut yasaların "yetersiz" ve "caydırıcı olmadığı" yönünde eleştirilere yol açtı.
Tartışmanın merkezinde, TCK'nın 31. maddesi yer alıyor. Bu maddeye göre;
- 0-12 yaş: Ceza sorumluluğu yoktur. Çocuk hakkında ceza davası açılamaz, sadece güvenlik tedbirleri uygulanır.
- 12-15 yaş: "İşlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama" yeteneğine bakılır. Bu yetenek tespit edilirse ceza indirimi uygulanır, edilmezse yine güvenlik tedbirleri uygulanır. Buradaki "algılama yeteneği"nin tespiti, tartışmaların odağındadır.
- 15-18 yaş: Bu yaş grubundaki çocuklar ceza sorumluluğuna sahiptir ancak yetişkinlerden farklı olarak cezalarda indirim uygulanır. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine, 18 yaşını dolduruncaya kadar çocuk ceza infaz kurumunda, 18 yaşından sonra ise yetişkin cezaevinde çekmek üzere müebbet hapis cezasına çarptırılır.
Eleştirilen nokta ise kamuoyundaki yaygın kanı, bu sistemin özellikle 15-18 yaş arasındaki bireyleri, cezaların daha hafif olacağını bilerek suç işlemeye teşvik ettiği yönünde. "Cezasızlık algısı"nın oluştuğu iddia ediliyor.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'un açıklaması ve öngörülen değişiklikler
Bakan Tunç'un yaptığı açıklama, kamuoyundaki bu tepkiyi dikkate alarak sistemi "sıkılaştırmayı" hedefleyen bir dizi reform öngörüyor. Öne çıkan başlıklar:
- Fiilî takdir yetkisinin kaldırılması: Mevcut sistemde hâkim, 12-15 yaş grubundaki çocuğun "algılama yeteneği"ni değerlendirerek ceza vermeyip tedbir uygulayabiliyordu. Yeni düzenleme ile cürüm niteliğindeki suçlarda (cinayet, ağır yaralama, yağma, cinsel saldırı vb.) hâkimin bu takdir yetkisi kaldırılacak. Yani bu yaş grubundaki bir çocuk ağır bir suç işlerse, otomatik olarak ceza sorumluluğu doğacak. Bu, en radikal değişikliklerden biridir.
- Ceza indirim oranlarının gözden çeçirilmesi: 15-18 yaş grubuna uygulanan otomatik ceza indirim oranlarının daraltılması ve hatta bazı ağır suçlar için tamamen kaldırılması gündemde. Örneğin, "kasten öldürme" gibi suçlarda indirim uygulanmaması düşünülüyor.
- Çocuklara özgü güvenlik tedbirlerinin çeşitlendirilmesi ve etkinleştirilmesi: Sadece cezayı artırmak değil, aynı zamanda suça sürüklenen çocuğu topluma kazandıracak alternatif mekanizmaları güçlendirmek de planlanıyor. Eğitim, danışmanlık, denetimli serbestlik gibi tedbirlerin daha etkin uygulanması hedefleniyor.
- Süreçlerin hızlandırılması: Çocukların adli süreçler içinde uzun süre beklemesinin önüne geçilmesi ve davaların daha hızlı sonuçlandırılması amaçlanıyor. Bakan'ın vurguladığı temel denge; "Cezalandırma ile çocuğun yeniden topluma kazandırılması arasındaki dengeyi gözeteceğiz" ifadesinde yatıyor.
“Suça sürüklenen çocuklar toplumun ortak sorumluluğunda”
Akademisyen, avukat ve aile hukuku uzmanı Esra Pınar Bilgin suça sürüklenen çocuk kavramının neden kamuoyunu uzun süredir meşgul ettiğine ilişkin olarak; “Artan suç oranları: son yıllarda çocukların karıştığı hırsızlık, şiddet ve uyuşturucu kullanımı gibi suçların artış eğiliminde olduğu görülüyor. Çocuğun fail olarak değil, mağduriyet riski taşıyan kırılgan bir birey olarak görülmesi, kamuoyunda güçlü bir duyarlılık oluşturuyor. Toplum, bir yandan suçu önleme ve mağduru koruma talebini dile getirirken diğer yandan çocuğun cezalandırılmak yerine rehabilite edilmesini bekliyor” şeklinde yorumlarda bulunuyor.
Bilgin’e göre; Çocuk Koruma Kanunu ve Medeni Kanun arasında önemli bir bağlantı var. Bağlantısı “Çocuk Koruma Kanunu, çocuklara özgü koruyucu ve destekleyici tedbirler (eğitim, sağlık, danışmanlık, barınma gibi) öngörerek cezalandırmadan önce çocuğun korunmasına öncelik verir. Medeni Kanun ise velayet ve vesayet hükümleriyle çocuğun yetiştirilmesinde anne-baba ve devletin ortak sorumluluğunu ortaya koyar. Dolayısıyla çocuğun suça sürüklenmesi aynı zamanda aile hukukunu ve ebeveyn sorumluluğunu da yakından ilgilendiren bir meseledir.”
Bilgin, yeni düzenleme ile yapılmak istenenleri de şu şekilde özetliyor: “Adalet Bakanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre yeni düzenlemenin amacı: 18 yaş altı çocukların ceza infaz kurumlarından olabildiğince uzak tutulması, çocuklara özgü özel infaz ve denetim mekanizmalarının geliştirilmesi, eğitim, mesleki beceri kazandırma ve psikososyal destek yoluyla çocuğun topluma yeniden kazandırılması, tekerrürü önlemek amacıyla çocukların aile ve sosyal çevreleriyle birlikte destekleyici bir rehabilitasyon sistemine dâhil edilmesidir. Bu çerçevede yapılmak istenen, çocukları klasik ceza adalet sisteminden çıkararak, daha çok koruma, eğitim ve iyileştirme odaklı bir model benimsemektir.”
Bilgin sözlerine şöyle devam ediyor: “Suça sürüklenen çocuk kavramı, yalnızca ceza hukuku açısından bir fail değil; aynı zamanda devletin, ailenin ve toplumun ortak sorumluluğu altında bulunan bir bireyi ifade eder. Kamuoyundaki yoğun ilginin sebebi, çocukların cezalandırılmasından ziyade korunması gerektiğine dair evrensel duyarlılıktır. Yeni düzenlemeler de bu doğrultuda, çocukların ceza sisteminden ziyade sosyal destek ve eğitim mekanizmaları içinde rehabilite edilmesini amaçlamaktadır. Suça sürüklenen çocuk, 18 yaşın altında, işlediği fiil sebebiyle ceza soruşturmasına konu olan çocuğu ifade eder. Ceza hukukunda çocuklar yetişkinlerden farklı değerlendirilir; çünkü amaç yalnızca cezalandırmak değil, aynı zamanda korumaktır. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un açıklamasında da vurgulandığı üzere, yeni düzenlemenin temel hedefi 18 yaş altındaki çocukların cezaevinden olabildiğince uzak tutulması, onların eğitim, meslek edinme ve psikososyal destek mekanizmalarıyla rehabilite edilmesidir. Bu yaklaşım, Çocuk Koruma Kanunu’nun koruyucu ve destekleyici tedbirleri ile Medeni Kanun’un ebeveyn sorumluluklarıyla örtüşmektedir. Kamuoyunun bu konudaki hassasiyeti son derece haklıdır; çünkü çocuk, topluma tehdit olarak değil, topluma yeniden kazandırılması gereken bir birey olarak görülmelidir. Yeni düzenleme bu yönüyle, cezadan çok korumayı önceleyen, çağdaş ve çocuk merkezli bir adım niteliği taşımaktadır. Çocukların suça yönelmesi toplumu uzun süredir meşgul ediyor. Bunun nedeni, artan suç oranları kadar çocukların aynı zamanda korunmaya muhtaç bireyler olmasıdır. Toplum, bir yandan mağdurun korunmasını isterken diğer yandan çocukların infaz kurumlarında değil eğitim ve rehabilitasyon sisteminde yer almasını talep etmektedir. Çocuk Koruma Kanunu da Medeni Kanun’daki velayet hükümleri de bize çocuğun öncelikle aile ve devletin ortak sorumluluğu altında olduğunu gösteriyor. Yeni düzenlemeler ise 18 yaş altındaki çocukların cezaevinden uzak tutulmasını, eğitime ve mesleki hayata kazandırılmasını hedefliyor. Böylece çocuk, sadece bir ‘fail’ olarak değil, topluma yeniden kazandırılması gereken bir birey olarak görülüyor. Öyle ki çocuk bir ceza yargılamasında ‘fail’ olarak anılmış olsa da esasında ‘mağdur’ olduğu da kaçınılmaz bir gerçektir.”
“Uyuşturucu ve alkol tüketiminin küçük yaşlara inmesi büyük problem”
Avukat Ümit Kudbay da suça sürüklenen çocuk tanımlamasının ülkemizce benimsenen Çocuk Adalet Sistemi'nin ruhunu yansıtan bir tespit olduğunun altını çiziyor. Kudbay’a göre: “Benimsenen bu sisteme göre çocuk, suç karşısında daha ziyade edilgen pozisyondadır. Yani çocuğun yaşı ve gelişimi itibariyle tam anlamıyla bir iradesinden bahsedilemeyeceğinden çocuğun suçu işleyemeyeceği ancak birtakım nedenlerle suça sürüklenmiş olabileceği zımni kabulü söz konusudur. Yine bu tanımlamayı tercih etmeyi gerektiren bir takım pedagojik gerekçeler de söz konusudur. Şöyle ki ülkemizde benimsenen Çocuk Adalet Sistemi'nin hedefi yaptırım değil, ıslahtır. Islahın öncelendiği bir sistemde de çocuğun suçlu/şüpheli/sanık gibi olumsuzluk barındıran kavramlarla nitelendirilmesi, suçun işlendikten sonraki ıslah ve topluma kazandırma süreçlerini zorlaştırmaktadır.” Kudbay, Türkiye’de çocuklara ilişkin gerek adalet mekanizmaları gerekse de sosyal/pedagojik mekanizmaların hep bu anlayış üzerine inşa edildiğini belirterek; “Bu kavramın ülkemizde son dönemde bu denli tartışılır olmasının en önemli nedenlerinden biri kamuoyunda infial uyandıran Ahmet Minguzzi, Hakan Çakır gibi vakalarda faillerin çocuklardan oluşması, yargılama esnasında bu faillerin sergiledikleri tavırlar ve yine çocukların karıştığı adli vakaların görünürlüğünün özellikle sosyal medya vasıtasıyla ciddi şekilde artması. Söz konusu hadiselerin toplumda infial yaratmasını yadırgamamak gerekir. Kamusal hayatın güvenli olması her toplumun en doğal talebidir. Ama bugünlerde ‘suça sürüklenen çocuk problemi’ olarak zikredilen olguyu birçok açıdan ve sağlıklı bir şekilde değerlendirmekte fayda var” diyor.
Tehdit, yaralama, yağma, öldürme gibi şiddet eylemi içerikli suçların işlenmesinde televizyon ve muhtelif platformlarda çokça yayınlanan mafya içerikli dizi/filmlerin şiddeti teşvik etmesinin, silah kullanımının ve şiddete başvurmanın etrafında bir cazibe oluşturmasının doğrudan bir etkisi olduğunu düşündüğünü dile getiren Kudbay, “sanal dünyanın tesirindeki çocukları gerçek suç örgütlerinin kendi emelleri için kullanmaları da çok daha kolay olmakta maalesef. Yine daha küçük yaşlı çocukların da yoğunlukla kullandıkları Tiktok gibi sosyal medya platformlarındaki içeriklerin şiddete özendirmesi olgusu, suça sürüklenen çocuklar üzerinde doğrudan etkide bulunan etmenlerden bir diğeri. Sosyal medya suçların görünürlüğünü artırmanın yanında aslında suçların nedenlerini oluşturmada da başat etmenlerden biri” şeklinde yorumlarda bulunuyor.
Uyuşturucu ve alkol tüketiminin maalesef oldukça küçük yaşlara kadar indiğine de dikkat çekerek suça sürüklenen çocuk olgusunu önemli oranda etkileyen faktörlerden birinin de bu madde bağımlılığı süreçleri olduğunu söyleyen Kudbay, aynı zamanda “uyuşturucu ve alkol etkisinde işlenen suçların yanında, uyuşturucu ücretini temin edebilmek için işlenen hırsızlık ve yağma gibi dolaylı etkilerini de gözden uzak tutmamak gerekmektedir” ifadesinde bulunuyor.
Kudbay ayrıca hukuk ve adalet politikaları belirlenirken, münferit vakalar ve tekil hadiseler üzerinden duygusal değerlendirmeler ile hareket etmek yerine; insan eylemine temel sağlayan ahlak ve dinî değerlerden tutun da suçun psikolojik, ekonomi-politik ve toplumsal nedenlerine kadar birçok açıdan yapılan değerlendirmelere istinaden politika belirlemenin daha sağlıklı olur olduğunun altını çiziyor.
“Asıl mesele, onları yargılamak değil, kaybolmadan önce ellerinden tutabilmek”
Psikolog Naz Özel ise meseleye farklı bir pencere açarak bakıyor ve bir çocuğun adı “suç” kavramıyla yan yana geldiğinde çoğu zaman yalnızca eyleme baktığımıza dikkat çekiyor. Özel, “Çocuğun oraya nasıl geldiğini, hangi şartların onu bu noktaya sürüklediğini gözden kaçırırız. Bugün elimizdeki en kritik soru şu: Çocuklar suça karışmadan önce onları görebiliyor muyuz? Psikolojik açıdan baktığımızda, suça sürüklenen çocukların çoğunda benzer risk faktörleri karşımıza çıkar. Aile içi şiddet, ihmal, yoksulluk, okuldan kopma, akran baskısı, erken yaşta madde kullanımı ya da güvenli bir bağ kuramamak… Bunların her biri bir çocuğun iç dünyasında sessiz bir alarmdır. Bu sinyaller görülmediğinde, çocuklar kendilerine ‘ait hissedecekleri’ alanı çoğu zaman yanlış çevrelerde bulur” şeklinde konuşuyor.
Ergenlik döneminin biyolojik yapısı da bu tabloyu ağırlaştırdığının altını çizen Özel, “beyin gelişimi gereği çocuklar uzun vadeli sonuçları öngörmekte zorlanır, anlık dürtülerini kontrol edemez. Yani çoğu zaman yaptıkları davranışın gelecekteki yıkıcı sonuçlarını kavrayabilecek olgunlukta değildirler. Bu nedenle çocuğu yalnızca ‘suçlu’ olarak görmek, aslında gelişimsel gerçekleri yok saymaktır” diyor. Burada kritik noktanın, risk faktörlerini suça dönüşmeden önce görebilmek olduğunu belirterek, “Eğitim kurumları, rehberlik servisleri, sosyal hizmet uzmanları ve sağlık çalışanları bu süreçte hayati role sahiptir. Bir çocuk okuldan kopmaya başladığında, şiddet döngüsü içinde kaldığında ya da madde kullanımıyla tanıştığında sistem onu fark edebilmeli; ardından aile danışmanlığı, psikolojik destek ve güvenli sosyal alanlarla rehabilite süreci başlatılmalıdır. Bu tür önleyici adımlar, yalnızca çocukları değil, toplumu da korur. Çünkü çocukların suça sürüklenmesini engellemek, cezalandırmaktan çok daha insancıl ve uzun vadede çok daha etkilidir. Asıl mesele, onları yargılamak değil, kaybolmadan önce ellerinden tutabilmektir” açıklamalarında bulunuyor.
Karşılaştırmalı hukuk: Avrupa, ABD ve diğer örnekler
Türkiye'nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocuk adalet sisteminin temelini oluşturur. Sözleşme, çocuğun tutuklanmasının ve özgürlüğünden mahrum bırakılmasının son çare olması, cezalandırmadan ziyade ıslah ve topluma kazandırmanın hedeflenmesi gerektiğini belirtir. Ancak uygulamada ülkeler arasında önemli farklılıklar vardır.
Avrupa modeli: Islah ve rehabilitasyon odaklı yaklaşım
Avrupa ülkelerinin büyük çoğunluğu, çocuk suçluluğuna cezalandırmadan ziyade sosyal hizmet ve eğitimle müdahale eden bir modeli benimser.
- İskandinav ülkeleri (Norveç, İsveç, Finlandiya): Bu ülkeler dünyadaki en ilerici ve insancıl modellere sahiptir. Cezai yaş sınırı oldukça düşüktür (genelde 15) ancak cezaevine gönderme son derece nadirdir. Restoratif adalet (onarıcı adalet) modelleri yaygındır. Suçu işleyen çocuk, mağdur ve toplum arasında diyalog kurularak çözüm aranır. Norveç'teki ünlü Halden Hapishanesi modeli, infaz sisteminin bile bir "cezalandırma" değil, "iyileştirme" ve "eğitim" yeri olarak tasarlandığını gösterir.
- Almanya: Ceza sorumluluğu yaşı 14'tür. 14-18 yaş arası "çocuk", 18-21 yaş arası ise "genç" olarak değerlendirilir ve Genç Mahkemeleri'nde yargılanır. Cezalar yetişkinlere göre daha hafiftir ve ıslah odaklıdır. Özellikle 21 yaş altı bireyler için yetişkin ceza hukuku kuralları ancak istisnai durumlarda uygulanır.
- Fransa: Ceza sorumluluğu yaşı 13'tür. Ancak 13-18 yaş arası çocuklar için kademeli bir sistem uygulanır. Daha küçük yaştakiler için eğitim tedbirleri ön plandayken, 16-18 yaş arası ağır suç işleyenler için yetişkin ceza hukuku kuralları (indirimsiz) uygulanabilir. Fransa, Avrupa içinde görece daha sert sayılabilecek bir modele sahiptir.
- İngiltere ve Galler: Ceza sorumluluğu yaşı 10'dur, bu Avrupa'daki en düşük yaşlardan biridir. 10-17 yaş arası çocuklar için ayrı mahkemeler ve sistemler vardır. "Cinsel istismar, cinayet" gibi ağır suçlarda çocuklar yetişkinler gibi yargılanabilir ve ağır cezalar alabilir ancak bu cezalar çocuklar için özel infaz kurumlarında çekilir.
ABD modeli: Cezalandırma ve sertlik odaklı yaklaşım
ABD, çocuk adalet sisteminde federal bir yapıya sahip olmadığı için 50 eyalette 50 farklı uygulama vardır. Ancak genel eğilim, özellikle 1990'lardan sonra "sertlik" yönündedir.
- Ceza sorumluluğu yaşı: Çoğu eyalette belirli bir alt yaş sınırı yoktur. Suçun işlendiği yaşa, suçun ağırlığına ve çocuğun kasıtlı olup olmadığını anlama yeteneğine göre değişir. Genellikle 6-7 yaş ve üstü için teorik olarak ceza davası açılabilir.
- Yetişkin gibi yargılama (Waiver/Transfer Laws): ABD sisteminin en belirgin özelliğidir. Eyalet yasaları, belirli kriterleri karşılayan (örneğin 14 yaş ve üstü, cinayet, silahlı soygun gibi suçlar) çocukların yetişkin ceza mahkemelerinde yargılanmasına izin verir. Bu durumda çocuk, yetişkinler gibi ağır cezalar (müebbet hatta idam – artık anayasal değil ama bazı eyaletlerde teoride var) alabilir ve yetişkin cezaevlerine konulabilir.
- "Üç vuruş kuralı": Bazı eyaletlerde geçerli olan bu kurala göre, üçüncü ciddi suçtan sonra otomatik olarak çok ağır bir ceza (genellikle ömür boyu hapis) verilir. Bu kural çocuklar için de işletilebilir.
- Eleştiriler: ABD modeli, çocukları cezaevine atma oranının çok yüksek olması, ırksal eşitsizlikler ve çocukları rehabilitasyon yerine suç okuluna dönüşen cezaevlerine göndermesi nedeniyle hem içeride hem de uluslararası insan hakları örgütleri tarafından ağır şekilde eleştirilmektedir.
Türkiye’nin ikilemi
Türkiye, bu reform sürecinde zor bir ikilemle karşı karşıya:
- Kamuoyu baskısı ve siyasi realite: Toplumun ağır suçlar karşısında hissedilen güvensizliği ve adalet talebi, siyasi iktidarı daha sert önlemler almaya zorlamaktadır. Bakan Tunç'un açıklamaları bu realitenin bir yansımasıdır.
- Evrensel hukuk ilkeleri ve bilimsel veriler: Öte yandan, uluslararası sözleşmeler ve kriminoloji (suç bilimi) araştırmaları, çocukları cezaevine atmanın ve sert cezalar vermenin suçu önlemediğini, aksine suç tekrarlama oranını artırdığını göstermektedir. Çocuk beyninin, özellikle ön lobunun (karar verme, impuls kontrolü) henüz tam gelişmediği bilimsel bir gerçektir.
Türkiye'nin yolu ne olmalı?
İdeal model, sadece cezayı artırmak veya sadece tedbirlere yönelmek değil, dengeli ve çok ayaklı bir sistem kurmaktan geçer:
- Ağır suçlar için net ve caydırıcı yaptırımlar: Toplumun adalet duygusunu tatmin etmek ve caydırıcılık için, özellikle şiddet içeren ağır suçlarda çocukların ceza sorumluluğunun netleştirilmesi ve indirimlerin daraltılması makul görünebilir.
- Rehabilitasyon ve yeniden kazanımın merkeze alınması: Cezanın amacı sadece "ödetmek" değil, "düzeltmek" olmalıdır. Çocuk Ceza İnfaz Kurumları, eğitim, psiko-sosyal destek, meslek edindirme kurslarıyla donatılmış, gerçekten ıslah eden kurumlara dönüştürülmelidir.
- Erken müdahale ve önleyici sosyal politikalar: Suça sürüklenen çocukların büyük çoğunluğu parçalanmış aileler, yoksulluk, eğitimsizlik ve şiddet ortamından gelmektedir. Asıl çözüm, çocukları suçtan uzak tutacak güçlü aile destek politikaları, okuldan atılma yerine okula bağlama programları ve sosyal hizmetlerin etkinleştirilmesidir.
Türkiye, bu reformu yaparken İskandinav modelinin rehabilitasyon odaklı ruhu ile toplumsal talepleri karşılayacak bir netliği harmanlayan, "kontrollü sertlik ve güçlü rehabilitasyon" dengesini kurabilirse hem kamuoyunun adalet beklentisini karşılayabilir hem de çocukları topluma kazandırarak uzun vadede suçu azaltan bir modele kavuşabilir. Aksi takdirde ABD'nin kanıtlanmış başarısızlığa uğramış sadece cezalandırıcı modeline kayma riski bulunuyor.