Myanmar: Gölgedeki iktidarın anatomisi

Haberin Eklenme Tarihi: 26.12.2025 17:10:00 - Güncelleme Tarihi: 26.12.2025 17:16:00

“Devlet, insanın kendi varlığını aşma çabasının en somut ifadesidir” der Hegel. Ancak bu çaba, kimi zaman kendi halkını ezen bir Leviathan’a dönüşür. Myanmar, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde tam da bu paradoksun laboratuvarı haline geldi: Bir yandan ulusun kurucu babası rolünü üstlenen ordu, diğer yandan halkın iradesini temsil eden gölge hükûmet; bir yanda modern devletin çöküşü, diğer yanda yeni bir federal vizyonun doğuşu.

Tarih, Myanmar’da bir kez daha “praetoryan devlet” ile “halkın iradesi” arasındaki çatışmanın sahnesine dönüşdü. 1948’de bağımsızlığını kazanan bu ülke, sömürge mirasının ve etnik çeşitliliğin yükünü taşırken, ordunun kendisini ulusun kurucu öznesi olarak konumlandırmasıyla sürekli bir vesayet döngüsüne hapsoldu. 1962 darbesiyle başlayan izolasyon, 1988 ayaklanmasıyla sarsıldı, 2008 Anayasası ile kurumsallaştı ve nihayet 1 Şubat 2021 darbesiyle modern tarihin en derin krizine evrildi.

Bugün Myanmar, klasik bir iç savaşın ötesinde, devlet kavramının yeniden tanımlandığı bir “polikriz” sahnesidir. Bu sahnede, iktidar sadece görünürdeki cunta ile gölge hükûmet arasında değil; etnik ordular, narko-ekonomi, siber suç imparatorlukları ve bölgesel güçler arasında da paylaşılıyor.

Tatmadaw’ın kurucu mitolojisi

Myanmar ordusu (Tatmadaw), kendisini sadece bir savunma gücü değil, ulusun kurucu babası olarak tanımlar. Bu ideolojik kod, II. Dünya Savaşı’nda Japon ordusunun eğittiği “Otuz Yoldaş” efsanesine dayanır. Bağımsızlık sonrası dönemde etnik azınlıkların özerklik talepleri ve merkezi hükûmetin zayıflığı, ordunun kendisini “birliğin tek garantörü” olarak görmesine yol açtı.

1962’de General Ne Win’in darbesiyle başlayan “Burma Sosyalizmi” dönemi, ülkeyi ekonomik bir yıkıma sürükledi, orduyu devletin tüm aygıtlarının sahibi haline getirdi. 1988’deki halk ayaklanması, askerî vesayeti sarsamadı, sadece rejimin adını değiştirdi. 2008 Anayasası ise bu vesayeti kurumsallaştırarak parlamentoda %25’lik askerî kota, kritik bakanlıkların orduya bırakılması ve dokunulmazlık gibi ayrıcalıklarla askerî iktidarı garanti altına aldı.

2020 seçimlerinde Aung San Suu Kyi’nin partisi NLD’nin %83 oyla yeniden kazanması, ordu tarafından varoluşsal bir tehdit olarak algılanacaktı ve 1 Şubat 2021’de darbe yapıldı. Bu darbe, Myanmar’ın on yıllık demokratikleşme deneyimini sona erdirdi.

Ancak darbe sonrası ortaya çıkan en önemli yenilik, Ulusal Birlik Hükûmeti’nin (NUG) kurulmasıydı. NUG, sadece bir sürgün hükûmeti değil, halkın iradesini temsil eden meşru otorite olarak kendini konumlandırdı. Federal Demokrasi Şartı ile 2008 Anayasası’nı yürürlükten kaldırdı, etnik devletlerin kendi kaderini tayin hakkını tanıdı ve Rohingyaları yerli etnik grup olarak kabul ederek vatandaşlık sözü verdi. Bu, Myanmar tarihinde radikal bir dönüşümdü.

NUG, devlet olmadan gelir yaratmak için yenilikçi yöntemler geliştirdi:

  • Bahar Devrimi Tahvilleri ile diasporadan milyonlarca dolar toplandı.
  • Spring Development Bank, blokzincir teknolojisiyle kurulmuş, cunta kontrolündeki bankacılık sistemini bypass etti.
  • NUG Pay dijital cüzdanı, gönüllü vergi ödemeleri ve güvenli transferler için kullanıldı.

Bu finansal inovasyonlar, sadece direnişi ayakta tutmakla kalmamış, aynı zamanda geleceğin “dijital devlet” modeline dair ipuçları verdi.

Cunta’nın hayatta kalma stratejisi: 2025 Seçimleri

Cunta, sahada kaybettiği meşruiyeti seçim tiyatrosuyla telafi etmeye çalışıyor. 28 Aralık 2025’te başlayacak kademeli seçimler, sadece ordunun kontrol edebildiği bölgelerde yapılacak. Ocak 2023’te çıkarılan yasa ile muhalefet partileri tasfiye edildi, NLD dahil 40 parti feshedildi. Seçim pusulasında sadece ordunun siyasi kolu USDP yer alacak.

BM raporları, sivillerin oy kullanmaya zorlandığını, aksi takdirde tutuklandıklarını veya evlerine el konulduğunu belirtiyor. Bu süreç, seçimlerin bir “muvazaa” olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

2023’te Üç Kardeşler İttifakı’nın başlattığı Operasyon 1027, cunta ordusunun kuzey savunma hatlarını çökertti. Lashio’nun düşüşü, Myanmar tarihinde bir etnik ordunun ilk kez bölgesel bir askerî karargâhı ele geçirmesi anlamına gelmişti.

2025 sonu itibarıyla kontrol haritası hayli dramatik:

  • Cunta sadece %21’lik alanda tam kontrol sağlıyor.
  • Direniş güçleri %42’lik alanda hâkim.
  • %37’lik alan ise sürekli el değiştiriyor.

Bu tablo, Myanmar’ın fiilen “balkanlaşma” sürecine girdiğini gösteriyor.

Yasal ekonominin çökmesiyle Myanmar, küresel suç ekonomisinin merkezlerinden biri haline de geldi.

Afyon üretimi, Taliban’ın Afganistan’da yasaklaması sonrası Myanmar’da patldı, 2025’te 1.010 metrik tona ulaştı. Siber dolandırıcılık merkezleri, Myawaddy bölgesinde binlerce kişiyi zorla çalıştırarak kripto dolandırıcılığı yapıyor. Bu merkezler, cunta ile iş birliği yapan sınır muhafızları tarafından korunuyorlar.

Jeopolitik satranç: Çin, Rusya, Batı ve Hindistan

Myanmar krizi, aynı zamanda bölgesel güçlerin çıkarlarının da çatıştığı bir sahne…

Çin, bir yandan cunta ile ilişkilerini sürdürürken, diğer yandan etnik orduları silahlandırıyor. Rusya, cunta için can simidi oldu, Sukhoi Su-30 uçakları ve nükleer işbirliği ile rejimi ayakta tutuyor. Batı, yaptırımlar yoluyla cuntayı zayıflatmaya çalışsa da Ukrayna önceliği nedeniyle Myanmar’a sınırlı destek veriyor. ASEAN, bölünmüş durumda; bazı üyeler cuntaya karşı sert tutum alırken, diğerleri angajmanı sürdürüyor. Hindistan, demokrasi ile güvenlik arasında sıkışmış, hem cunta ile hem NUG ile ilişkilerini devam ettiriyor.

Myanmar halkı, 2021 darbesinden bu yana sadece siyasi bir kriz değil, aynı zamanda ekonomik ve insani bir felaketle karşı karşıya. Bu durum, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından “polikriz” olarak tanımlanıyor: birbirini besleyen çoklu krizlerin iç içe geçtiği bir tablo.

  • Ekonomik çöküş: Darbe sonrası GSYİH %9 oranında küçüldü, enflasyon 2025’te %34’e ulaştı. Myanmar Kyatı, dolar karşısında değerinin %300’ünü kaybetti.
  • Yoksulluk: 2017’de %24,8 olan yoksulluk oranı, 2024 itibarıyla %49,7’ye yükseldi. Orta sınıf neredeyse tamamen yok olmuş, kentsel yoksulluk dramatik biçimde arttı.
  • Yerinden edilme: Ülke içinde 3 milyondan fazla insan yerinden edildi. Cunta, insani yardımların direniş bölgelerine ulaşmasını engelliyor, yardım konvoylarına el koyuyor ve yardım çalışanlarını tutukluyor.
  • Sağlık ve eğitim: Hastaneler bombardımanlarla hedef alındı, okullar kapandı, çocukların büyük bir kısmı eğitimden mahrum kaldı.

Bu tablo, Myanmar’ın siyasi bir krizden öte insani bir felaket sahnesi olduğunu gösteriyor. Hannah Arendt’in “totaliter rejimler insanı köksüzleştirir” sözü, Myanmar’da somut bir gerçekliğe dönüştürdr: milyonlarca insan köksüz, yurtsuz ve geleceksiz bırakıldı.

Tarihin çatlağında olası senaryolar

2025’in son günlerine girerken Myanmar, geri dönüşü olmayan bir yola girmiş görünüyor. Cunta’nın düzenleyeceği seçimler, bir çözüm olmaktan ziyade çatışmayı daha da alevlendirecek bir katalizör işlevi görecek.

Balkanlaşma

En güçlü olasılık, Myanmar’ın merkezi otoritenin sadece kâğıt üzerinde kaldığı, fiiliyatta ise çok sayıda etnik devletçiğin ve NUG kontrolündeki bölgelerin olduğu gevşek ve çatışmalı bir yapıya dönüşmesidir. Wa Devleti, Arakan ve Kachin bölgeleri, kendi orduları, yasaları ve ekonomileri olan yarı-bağımsız yapılar olarak varlıklarını pekiştirecektir.

Cunta’nın çöküşü

Lashio’nun düşüşü gibi büyük askerî mağlubiyetlerin devam etmesi, ordunun iç bütünlüğünü bozabilir. Alt ve orta kademe subayların isyanı veya kitlesel firarlar, rejimin ani çöküşüne yol açabilir. Ancak Çin ve Rusya’nın desteği bu süreci yavaşlatıyor.

Uzun süreli yıpratma savaşı

Cunta’nın büyük şehirleri ve stratejik koridorları tuttuğu, direnişin ise kırsalı ve sınırları kontrol ettiği, yıllara yayılan kanlı bir statüko. Bu senaryoda Myanmar, Güneydoğu Asya’nın “Somali”si olma riskiyle karşı karşıya.

Myanmar krizinin çözümü için uluslararası toplumun, cuntanın seçim tiyatrosunu reddetmesi ve NUG ile etnik yapıların oluşturduğu federal alternatifi daha somut biçimde desteklemesi gerekiyor.

  • Hava gücünün kesilmesi: Cunta’nın sivillere yönelik en büyük silahı hava bombardımanlarıdır. Jet yakıtı ambargosu, rejimin kapasitesini sınırlayabilir.
  • Finansal kaynakların kesilmesi: Myanmar Oil and Gas Enterprise (MOGE) yaptırımları, cunta’nın döviz kaynaklarını kurutabilir.
  • NUG’nin tanınması: Uluslararası sistem, NUG’yi daha somut biçimde tanımalı ve federal vizyonu desteklemelidir.
  • İnsani yardım koridorları: Direniş bölgelerine insani yardım ulaştırmak için uluslararası koridorlar oluşturulmalıdır.

Myanmar’daki kriz, sadece bir ülkenin iç savaşı değil, aynı zamanda modern devletin kırılganlığını gösteren bir örnek. Hobbes’un “Leviathan”ı burada parçalanmış, devletin şiddet tekeli çok sayıda aktör arasında dağılmıştır. Bu durum, devletin bir kurumdan ziyade bir “anlam üretme mekanizması” olduğunu hatırlatır. Myanmar’da devlet çöktüğünde, sadece kurumlar değil, insanların geleceğe dair umutları da çökmüştür.

Nietzsche’nin “Tanrı öldü” sözü, Myanmar’da “devlet öldü” biçiminde yankılanmaktadır. Ancak bu ölüm, yeni bir doğuşun da habercisi olabilir: federal bir yapı, dijital finansmanla ayakta duran bir gölge hükûmet ve etnik grupların eşit katılımı.

Myanmar, 2025’in sonunda tarihin çatlağında duran bir ülkedir. Bir yanda cuntanın seçim tiyatrosu, diğer yanda gölge hükûmetin federal vizyonu; bir yanda narko-ekonomi ve siber suç imparatorluğu, diğer yanda dijital devlet denemeleri. Bu tablo, sadece Myanmar’ın değil, tüm dünyanın sınavıdır. Çünkü Myanmar, küresel düzenin kırılganlığını, devletin çöküşünün insanlık üzerindeki etkilerini ve uluslararası toplumun yetersizliğini gözler önüne sermektedir.

Tarih, Myanmar’da bir kez daha bize şu soruyu sormaktadır: Devlet mi insan için vardır, yoksa insan mı devlet için? Eğer devlet, insanı köksüzleştiriyorsa, Myanmar örneği bize yeni bir cevabı işaret etmektedir: İnsan, kendi kaderini tayin hakkını yeniden inşa ederek devleti aşabilir.