Macron’dan Çin’e ültimatom: “Müşterilerini öldürme”
Haberin Eklenme Tarihi: 8.12.2025 15:05:00 - Güncelleme Tarihi: 8.12.2025 15:27:00Günler, ülkelerin birbirine söyledikleri cümlelerle değişir. Bazı cümleler ise tarihin düğüm noktalarıdır; Wilson’ın “barış için ulusların birliği” çağrısı, Thatcher’ın “alternatif yok” tezi ve şimdi Macron’un Çin’e dönük “Fazlayı düzeltin ya da gümrük vergileriyle karşı karşıya kalın” çıkışı. Bu yeni cümlelerin yankısı, yalnızca Brüksel’in koridorlarında değil, Rotterdam limanındaki konteynerlerin, Toulouse’daki havacılık hatlarının, Eindhoven’daki temiz oda makinelerinin ve Torino’daki takım tezgâhlarının arasında dolaşıyor. Fransa Cumhurbaşkanı’nın “kendi müşterilerini fiilen öldürmek” benzetmesi, ticaret politikasının soğuk rakamlarını bir anda hayatla ilişkilendiren sert bir metafor: Bir ekonominin sürekli fazla vermesi, karşı tarafın üretim ve talep kapasitesini erozyona uğratırsa, pazarı uzun vadede daraltabilir. Bu yalnızca tarifeler ve tablolar meselesi değil; bu, Avrupa’nın sanayi modelini, siyasi bütünlüğünü, Atlantik ittifakının dengesini ve küresel ekonomik düzenin geleceğini ilgilendiren bir kırılma anı.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Aralık başında Pekin ziyareti sonrası mesajını açıktan verdi: Çin’in AB ile ticaret dengesizliğini 2026’ya kadar gidermemesi hâlinde Avrupa, ABD örneğine benzer şekilde güçlü önlemler ve cezalandırıcı gümrük vergileri uygulamaya yönelebilir. Bu açıklama, transatlantik hattında son yıllarda hızla yükselen korumacı dalganın, Enflasyon Azaltım Yasası, teknoloji ihracat kontrolleri ve sektörel sübvansiyonlar, Avrupa’da taklit edilmesi ihtimaline kapı aralıyor. Macron’un “fazla” ve “kendi müşterilerini öldürmek” metaforu, Les Echos’a verdiği röportajda vurguladığı sürdürülemez dengesizlik algısının özünü taşıyor: AB’nin büyümesini ve finansal istikrarını tehdit eden bir yapı; buna karşı “Amerikan-stili” savunma reflekslerinin devreye girmesi ihtimali.
Pekin tarafı, ziyarette tonunu yumuşak tuttu. Çin liderliği, daha fazla yüksek kaliteli Fransız ürün ithal etmeye istekli olduğuna işaret ederken, ayrışma ve korumacı önlemlerden kaçınma çağrısı yaptı; bu, gerginliğin ticari kanallar üzerinden yumuşatılabileceğine dair klasik bir stratejik cevap niteliğindeydi. Aynı eksende, bazı basın yorumları Macron’un mesajının yalnızca uyarı değil, Avrupa’ya Çin’den yıkıcı olmayan yatırımların çekilmesi yoluyla yeniden dengeleme çağrısı olduğunu aktarıyor. Bu, “sert önlem tehdidi” ile “karşılıklı yatırım daveti”ni aynı metne yerleştiren bir yaklaşım.
Avrupa ticaretinin uzun hafızası
- 18. yüzyıl ipekleri ve merkantalist refleksler: Avrupa’nın Çin’le ticari ilişkilerinin kökleri, merkantalist dönemin kıymetli metaller, ipek ve porselenle örülü uzun rotalarına uzanır. O dönemde dengesizlikler; altın ve gümüş çıkışını hızlandırır, devletleri gümrük duvarlarını yükseltmeye iterdi. Bugün altın yerine euro ve dolar akıyor; porselenin yerini lityum-iyon bataryalar, litografinin derin ultraviyole ışınları aldı. Fakat refleks aynı: Sürekli fazla veren tarafa karşı koruyucu araçlar.
- 1970’lerin çelik ve gemi sanayisi krizleri: Avrupa’da ağır sanayinin rekabet gücünün zayıflaması, petrol şoklarıyla birleşince, devlet yardımları ve ticari tedbirler birbirine zincirlenmişti. Bugünün elektrikli araç, güneş paneli ve yarı iletken tartışmaları, o dönemin çelik ve tersane gerilimlerine ürkütücü biçimde benziyor: Küresel kapasite fazlası, fiyat baskıları ve sübvansiyonların dengeleme işlevi.
- 1990’ların tek pazar ve Maastricht dengesi: AB’nin tek pazarını kurarken yaşanan tartışmaların bir bölümü, dış rekabeti iç verimlilik artışıyla karşılayabilmek içindi. Maastricht’in bütçe disiplin cetveli, bugün AB’nin sanayi ve ticaret inisiyatiflerini kolektif bir çerçeveye oturtma gerekliliğini yeniden hatırlatıyor; çünkü dağınık ulusal tepkiler, dış aktörlere karşı etkili olamıyor.
Bu anekdotların ortak dersleri: Dengesizlikler siyasi tepki üretir; siyasi tepki, ekonomik araçlara dönüşür; ekonomik araçlar, ittifak ve blok dinamiklerini yeniden tanımlar. Bugün AB-Çin hattında yaşanan budur.
Teknoloji düğümü
Macron, karşılıklılık çerçevesini açıkça kurdu: Çin nadir toprak elementleri üzerindeki ihracat kısıtlamalarını kaldırırsa, Avrupa da yarı iletken üretim ekipmanları üzerindeki ihracat kısıtlamalarını gevşetebilir. Bu, iki kritik arterin bağlandığı bir nokta. Nadir topraklar, mıknatıslar, sensörler, batarya bileşenleri ve savunma sanayii uygulamaları açısından kilit girdiler. Yarı iletken üretim ekipmanları ise küresel hesaplamanın “fiziksel” sınırlarını belirleyen makineler: Litografi, ölçüm ve proses kontrol sistemleri.
- Litografi lisansları ve şirketler: Avrupa’da, özellikle Hollanda merkezli büyük bir yarı iletken ekipmanı üreticisinin ileri düzey litografi sistemlerinin satışları, lisans ve kontrol süreçlerine tabi. Bu, Washington’ın teknoloji ihracat kontrolleriyle iç içe geçmiş bir düzen. Avrupa’daki firmalar, üçüncü ülke kurallarının etkisiyle Çin’e satışları konusunda idari-kurumsal bir karmaşıklık yaşıyor.
- “Ekonomik öz savunma” söylemi: Paris merkezli düşünce kuruluşları, gümrük tarifesi tehdidini basit misilleme olarak değil, “ekonomik öz savunma” olarak çerçeveliyor; başarının birlik içinde olacağı ve Berlin başta olmak üzere AB’nin ana sanayi ekonomilerinin uyumunun şart olduğu vurgulanıyor. Bu retorik, korumacılığı normatif bir zemine oturtmaya çalışıyor: Piyasa bozulmalarına karşı dengeleme araçları.
- “Al-ver” (give-and-take) mantığı: Diplomasi kulislerinde, özel uyarı sonrası kamuoyu baskısı yaratmak, bir müzakere tekniğidir. Macron’un sert üslubu, kamuoyunda öncelik merdivenini tırmandırırken, karşı tarafın “ızgarada pişirilen” opsiyonlarını da netleştiriyor: Daha fazla AB ithalatına kapı aç, fazla düşür, yatırımı kıta içine yönlendir, teknoloji ile nadir topraklarda karşılıklılığı dene.
Bu yalnızca teknik bir “liste” değil; Avrupa’nın egemenlik söyleminin pratik bir versiyonu. Stratejik girdiler ve üretim ekipmanları, savunma ve tedarik güvenliğinin tam merkezinde.
Berlin’in tereddütleri, Brüksel’in prosedürleri…
Macron’un “Avrupa düzeyinde” hayata geçirme çağrısı, her zamanki gibi Brüksel’in karmaşık mekanizmasına tosluyor. Üye devletler arasında Çin’e yaklaşım farklılıkları belirgin: Almanya gibi ihracata dayalı sanayilerde Çin piyasası ve ortak üretim ilişkileri, politika sertliğini sınırlayabiliyor; Macaristan gibi Çin’e yakın duran aktörler ise blok içi konsensüsü daha da zorlayabiliyor. Bu tablo, nitelikli çoğunluk oyu mekanizmasına dikkatleri çekiyor. AB Komisyonu, daha önce Çin menşeli elektrikli araçlara yönelik anti-sübvansiyon soruşturması ve geçici tarifeler gibi dosyalarda nitelikli çoğunluk oyu mekanizmasının kurumsal etkisini kullanmıştı; Berlin’in itirazı olsa dahi yeterli çoğunluk sağlanırsa önlem alınabiliyor.
“Avrupa tercihi” söylemi, yerli tedarike öncelik veren ve kamu alımlarında stratejik ürünler için bölgesel lehçeler geliştiren bir politika yönelimini ima ediyor. Ancak bu yönelimin meşruiyeti, üye devletler arası uyumla güçleniyor; aksi hâlde karşı önlemler, Avrupa sanayiinin kendi içinde dengesizlikler yaratabilir. Berlin, ticaret dengesinin kendisini de etkilediğini kabul ediyor fakat Paris’in hızına tam eşlenmiyor. Bu, yalnızca otomotiv ve makine sektörlerinin Çin pazarıyla bağı nedeniyle değil; aynı zamanda tedarik zincirlerinin karmaşık iç içeliği ve yatırım pozisyonları nedeniyle. Macron’un stratejisi, Almanya’nın tereddütlerini aşabilecek kurumsal yolları ve “yatırıma davet” dilini eş zamanlı yürütmeyi içeriyor. Ticaret savunma araçları, anti-damping ve anti-sübvansiyon rejimleri, pazar bozulması analizleri ve zarar değerlendirmeleri ile teknokratik bir mimariye dayanır. Bu süreçlerin hız ve öngörülebilirliği, piyasalarda belirsizlik ve ani dalgalanmaların önünü almak için kritik. Macron’un sert üslubu, bu teknokratik çerçeveyi siyasi iradeyle destekleme girişimidir.
Sonuçta; “Avrupa düzeyi” vurgusu, ulusal tepkilerin bir orkestraya dönüşmesi çabası. Orkestra notaları Brüksel’de yazılır; ritmi ise Berlin, Paris ve Roma belirler.
Çin’in cevabı
Pekin, ayrışma söylemini reddederken, daha fazla yüksek kaliteli Fransız ürünü ithal etmeye istekli olduğunu ve korumacı önlemlerden kaçınılması gerektiğini vurguladı. Bu mesaj, gerilimleri yumuşatma ve AB’yi, özellikle Fransa’yı, karşılıklı kazanç argümanıyla “al-ver” zemininin içine çekme taktiği. Çin’in stratejik pozisyonu, kısa vadede ithalatı artırarak baskıyı hafifletmek; orta vadede ise Avrupa içindeki ayrışmaları derinleştirerek AB’nin sert kolektif hamlesini zorlaştırmak olabilir.
“Karşılıklı kazanç” dilinin, Fransız havacılık, lüks ve gıda sektörlerinde pazarı genişletme vaadiyle pekiştirilmesi beklenir. Bu aynı zamanda kamuoyunda “yapıcı ortak” imajını güçlendiren bir profil sunar. Çin tarafı, ileri teknoloji Avrupa ürünlerinin, litografi makineleri gibi, alımına atıfta bulunarak, farkı azaltma niyetini ortaya koyuyor. Fakat bu alımların lisans ve kontrol kısıtları, Washington’ın politikaları nedeniyle zaten karmaşık bir rejime bağlı; bu da sahadaki uygulamanın politikanın niyetinden sapabilmesi riskini taşıyor. Çin sermayesinin Avrupa’daki yatırımları, yeniden dengelemenin bir başka yolu olarak görülebilir. Ancak stratejik sektörlerde yabancı yatırımların taraması (FDI screening) ve kritik altyapı koruma rejimleri, söz konusu yatırımların “yıkıcı olmayan” nitelikte olmasını şart koşuyor; bu da yatırımın ölçeğini ve alanlarını siyaseten sınırlayabilir.
Pekin’in yaklaşımı, Avrupa’yı “sert önlem” çizgisinden uzaklaştırmak için cazibe ve pragmatizm karışımıyla ilerliyor: Daha fazla ithalat, seçici teknoloji alımı, yatırım ama aynı zamanda ayrışma retoriğinin önüne set.
Olası senaryolar ve kırılma noktaları
Önümüzdeki 12–18 ay, AB-Çin ekonomik ilişkileri için bir irade testi olacak. Macron’un çizdiği “2026’ya kadar dengeleme” şeridi, politika üretim döngüsünü hızlandırıyor. Senaryoları netleştirmek, belirsizliği yönetmek için faydalı:
- Yumuşak yeniden dengeleme: Çin, AB’den yüksek kaliteli ürün ithalatını artırır; belirli sektörlerde kısıtları gevşetir, Avrupa, teknoloji ekipmanı kısıtlarında seçici ve kontrollü gevşeme tartışmasına girer. Gönüllü ihracat düzenlemeleri yapılabilir, sektörel kota benzeri esnek çerçeveler, yatırım teşvikleri ilan edilebilir. ABD ile politika koordinasyonunda çatlak; AB içindeki eleştiriler; dengelemenin yüzeysel kalma ihtimali ise bu konuda riskler olarak öne çıkıyor.
- Sert önlemler ve karşı önlemler: AB, elektrikli araçlar, batarya, güneş paneli ve belirli teknoloji ürünlerinde anti-sübvansiyon ve tarifeleri genişletir; Çin karşı önlemler alır. Ticaret savunma önlemleri (TDI), kamu alım tercihlerinde bölgesel içerik şartları, stratejik stok ve tedarik güvenliği programları öne çıkabilir. Fiyat artışları, tedarik gecikmeleri, enflasyonist etkiler; AB sanayiinin kısa vadede maliyet baskısı Çin pazarına erişimde kısıtlar gibi riskler bu alanda dikkate alınmalı.
- Bölünmüş Avrupa, sınırlı etki: Almanya ve bazı üye devletlerin tereddütleri nedeniyle güçlü kolektif adımlar ertelenir; nitelikli çoğunluk oyu siyaset maliyetini yükseltir. Ulusal düzeyli önlemler, sınırlı AB dosyaları, komisyonun seçici müdahaleleri gündeme gelebilir. Etkinlik kaybı; firmaların stratejik planlamasında belirsizlik Çin’in AB içindeki farklılıkları manevra alanı olarak kullanması gibi başlıklar ise riskler olarak sıralanabilir.
- Dış koordinasyon kilidi: AB, ABD ile teknoloji ve ticaret politikalarında daha yakın koordinasyona gider; Çin’e yönelik ihracat kontrolleri ve tedarik zinciri programları senkronize edilir. TTC (AB-ABD Ticaret ve Teknoloji Konseyi) pratikleri, ortak tedarik güvenliği projeleri, kritik mineraller anlaşmaları gündemin ilk sıralarına yerleşebilir. Avrupa sanayiinin özgül çıkarlarının ikincilleşmesi; transatlantik uyum ile iç rekabetçilik arasında gerilim bu senaryodaki riskler olarak öne çıkabilir.
Bu senaryoların hangi kombinasyonu ortaya çıkarsa çıksın, üç temel çıkarım öne çıkıyor: Avrupa, sanayi politikasını ticaret politikasıyla eş güdümlemek zorunda; teknoloji ve kritik girdiler, tüm politikanın sinir uçları ve AB iç uyum, dış araçların etkinliğinin ön şartı.
Sert sözlerin arkasındaki ince denge sanatı
Makalenin başındaki cümleye dönelim: Bazı cümleler tarihin düğüm noktalarıdır. Macron’un Çin’e dönük ültimatomu, AB’nin transatlantik korumacılığa yaklaşımını yeniden tanımlayabilecek kadar iddialı. Fakat iddia, tek başına sonuç üretmez; sonuç üretmek için üç halka birbirine kenetlenmeli: Berlin’in tereddütlerini gideren, Roma ve Madrid’i yanına alan, Doğu Avrupa’nın kaygılarını dikkate alan bir AB çizgisi. Anti-sübvansiyon ve tarifeler gibi savunma araçlarını, karşılıklılık ve yatırım davetiyle dengeleyen bir zanaat; teknoloji ihracat kontrollerini kritik minerallerle bir diplomatik paket hâline getirme becerisi. 2026 şeridini gerçek, ölçülebilir ve geri dönüşlü göstergelerle izlemek; piyasalara net sinyaller vermek politika iletişimini belirsizlik üretmeyecek kadar açık tutmak bu anlamda izlememiz gereken dizinin spoiler’ları olabilir.
Tarih, ticaret fazlasını “başarı” olarak okuyanları, bazen daralan pazarların beklenmedik tokadıyla şaşırtır. Aynı şekilde ticaret açığını “zayıflık” diye okuyanları, yeni sanayi politikalarının canlandırdığı üretim halkalarıyla yarın şaşırtabilir. Bugün Avrupa, bir metaforun “kendi müşterilerini öldürmek” sertliğini, bir stratejinin “birlik içinde ekonomik öz savunma” inceliğine dönüştürmeye çalışıyor. Başarı, bütünün ahengine bağlı: Vergi ve yatırımın, litografi ve nadir toprağın, Berlin ve Paris’in ahengine.
Kayda geçenler açık: Pekin, daha fazla yüksek kaliteli Fransız ürünü ithal etmeye istekli olduğunu söylüyor; Macron, 2026’ya kadar dengeleme olmazsa ABD tarzı önlemlere yaklaşacağını belirtiyor; Avrupa’nın iç uyumu ve nitelikli çoğunluk oyu mekanizması, bu resmin nihai siyasetini yazacak. Her şey, Avrupa’nın kendi sanayi geleceğini hangi araçlarla ve hangi hızda yeniden kurmak istediğine bağlanıyor.