Hindistan-Pakistan ilişkilerinde yeni kriz: Nükleer savaş riski tırmanıyor
Haberin Eklenme Tarihi: 25.04.2025 16:17:00 - Güncelleme Tarihi: 7.05.2025 11:51:00Nisan 2025’te Keşmir’de turistlere yönelik ölümcül bir saldırının ardından Hindistan ve Pakistan’ın karşılıklı olarak kritik anlaşmaları askıya alması, iki nükleer güç arasındaki gerilimi tehlikeli bir şekilde tırmandırdı ve bölgeyi yeni bir krizin eşiğine getirdi. Pahalgam’da yaşananlar, onlarca yıldır süregelen Keşmir sorunu ve köklü düşmanlığın ne kadar kolay alevlenebileceğini bir kez daha gösterirken, bu kez su kaynakları ve diplomatik çerçevelerin de çatışma alanına dâhil edilmesiyle kriz, önceki örneklerden daha karmaşık ve endişe verici bir boyut kazandı.
Pahalgam’da kanlı saldırı krizi tetikledi
Her şey, 22 Nisan 2025’te Hindistan yönetimindeki Keşmir’in gözde turistik mekânlarından Pahalgam yakınlarındaki Baisaran çayırında silahlı kişilerin turist grubuna ateş açmasıyla başladı. Saldırıda, çoğu Hintli turist olmak üzere en az 26 kişi hayatını kaybetti, 17’den fazla kişi yaralandı. Ormanlık alandan çıkan saldırganların otomatik silahlarla özellikle erkekleri hedef aldığı belirtildi. Bölgede son yıllarda sivillere yönelik en ölümcül eylem olarak kayıtlara geçen saldırı, Hindistan’da büyük şok ve öfkeye yol açtı. Hindistan güvenlik güçleri saldırganları yakalamak için geniş çaplı operasyon başlattı.
Saldırı, Hindistan’ın 2019’da Keşmir’in özel statüsünü kaldırması sonrası bölgede normallik ve turizm canlanması iddialarının ve ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’in Hindistan ziyareti ile Başbakan Narendra Modi’nin Suudi Arabistan gezisi gibi yüksek profilli diplomatik temasların olduğu bir dönemde gerçekleşti. Turistlerin hedef alınması, militan taktiklerinde ender görülen bir değişim olarak yorumlandı ve Hindistan'ın normallik anlatısını baltalamayı, uluslararası ilgiyi çekmeyi ve iç siyasi baskı yaratmayı amaçladığı düşünülüyor.
Saldırıyı, 2019 sonrası ortaya çıkan ve Laşkar-e-Tayyibe (LeT) militan grubunun uzantısı olduğu düşünülen Direniş Cephesi (TRF) üstlendi. TRF, saldırıyı bölgeye “dışarıdan gelenlerin” yerleştirilmesine ve demografik yapının değiştirilmesine bir misilleme olarak gerekçelendirdi. Grup, laik bir Keşmir milliyetçisi imajı çizmeye çalışsa da eylemlerinde sık sık azınlıkları hedef almasıyla biliniyor ve Hindistan tarafından terör örgütü olarak tanımlanıyor.
Hindistan’dan sert yanıt: İndus Suları Anlaşması askıda
Hindistan hükûmeti, saldırıdan bir gün sonra, 23 Nisan’da, tarihi bir kararla 1960 tarihli İndus Suları Anlaşması’nı (IWT) “geçici olarak” askıya aldığını duyurdu. Başbakan Narendra Modi’nin Güvenlik Kabine Komitesi toplantısı sonrası yaptığı “kan ve su birlikte akamaz” açıklaması, kararın sertliğini ortaya koydu. Dış İşleri Bakanı S. Jaishankar, kararı Pakistan’ın sınır ötesi terörizme devam eden desteğine bir yanıt olarak açıkladı.
Dünya Bankası’nın arabuluculuğuyla imzalanan IWT, İndus Nehri sistemi sularının iki ülke arasında paylaşımını düzenleyen, savaşlara rağmen ayakta kalmış nadir iş birliği mekanizmalarından biriydi. Anlaşma, Pakistan’ın tarım ve su ihtiyacının can damarı olan batı nehirlerinin (İndus, Jhelum, Chenab) kontrolünü Pakistan’a veriyordu. Hindistan’ın anlaşmayı askıya alması, Pakistan’a giden su akışını kontrol etme veya azaltma niyetini gösteriyor ve Pakistan ekonomisi ile sosyal yapısı üzerinde ciddi baskı oluşturma potansiyeli taşıyor. Bu hamle, “su savaşları” endişelerini yeniden alevlendirdi ve uluslararası hukukun ihlali tartışmalarını başlattı. Hindistan daha önceki krizlerde de IWT’yi gözden geçirme tehdidinde bulunmuş ancak suyu bir baskı aracı olarak kullanma yönünde böylesine somut bir adım atmamıştı.
Pakistan’dan misilleme: Şimla Anlaşması askıya alındı
Pakistan, Hindistan’ın IWT hamlesine aynı gün hızla ve aynı sertlikte yanıt verdi. Dış İşleri Bakanı Bilawal Bhutto Zardari, Hindistan’ın kararını “düşmanca bir eylem” ve “uluslararası hukukun ağır ihlali” olarak kınadı. Buna karşılık Pakistan, 1971 savaşı sonrası imzalanan ve iki ülke ilişkilerinin temelini oluşturan 1972 tarihli Şimla Anlaşması’nı askıya aldığını duyurdu. Pakistan, Hindistan'ı saldırıyı bahane ederek Keşmir sorunundan kaçmakla suçladı.
Şimla Anlaşması, sorunların barışçıl ve ikili yollarla çözülmesini, güç kullanımından kaçınılmasını ve Kontrol Hattı'na (LoC) saygıyı temel alan bir çerçeve sunuyordu. Özellikle Keşmir sorununun çözümünde ikili müzakereleri esas alması, Hindistan için önemliydi. Pakistan’ın bu anlaşmayı askıya alması, artık ikili mekanizmalara bağlı hissetmediği, Keşmir sorununu yeniden uluslararası platformlara taşıyabileceği veya LoC’deki statükoyu zorlayabileceği sinyalini verdi. Bu hamle, Hindistan’ın IWT hamlesinin hedef aldığı Pakistan’ın su güvenliğine karşılık, Hindistan’ın Keşmir politikasının temelini ve ikili ilişkiler çerçevesini hedef alıyor.
Kriz tırmanıyor, uluslararası toplum endişeli
İki ülkenin karşılıklı olarak temel anlaşmaları askıya alması, Güney Asya’da tansiyonu hızla yükseltti. Sınır bölgelerinde askeri hareketlilik raporları ve sert suçlamalar arttı. Uluslararası toplum, özellikle ABD, Çin, BM ve AB, iki nükleer güç arasındaki gerilimin kontrolden çıkmasından duyduğu derin endişeyi dile getirerek itidal çağrısı yaptı. Uzun süredir devam eden IWT ve Şimla gibi anlaşmaların tehlikeye girmesi özel bir endişe kaynağı oldu. Dünya Bankası, IWT’nin garantörü olarak tarafları anlaşmazlık çözüm mekanizmalarına başvurmaya çağırdı. ABD Başkan Yardımcısı’nın Hindistan ziyareti sırasında patlak veren kriz, Washington’ı arabuluculuk çabalarına yöneltti.
Tarihsel arka plan: Bitmeyen düşmanlık döngüsü
Mevcut kriz, 1947’deki kanlı bölünmeyle başlayan ve köklü güvensizlik mirası bırakan bir düşmanlığın son halkası. Bölünme sırasında Müslüman çoğunluklu Keşmir Prensliği’nin kaderi belirsiz kalmış, Mihracenin Hindistan’a katılma kararı Pakistan tarafından asla kabul edilmemiş ve ilk savaşa (1947-49) yol açmıştı. Savaş sonunda Keşmir fiilen ikiye bölünmüş, BM’nin önerdiği halk oylaması ise hiç yapılamamıştı. Keşmir sorunu, o zamandan beri ilişkilerin merkezindeki ana düğüm noktası oldu.
İki ülke arasında 1965’te Keşmir yüzünden, 1971’de Bangladeş’in bağımsızlığıyla sonuçlanan ve 1999’da nükleer denemelerin hemen ardından Kargil’de olmak üzere üç büyük savaş daha yaşandı. Bunların yanı sıra, Siachen Buzulu gibi bölgelerde düşük yoğunluklu çatışmalar, 1980’lerin sonundan beri Keşmir’de devam eden ve Hindistan’ın Pakistan’ı desteklemekle suçladığı ayaklanma ve Hindistan’da yaşanan 2001 Parlamento saldırısı, 2008 Mumbai saldırıları, 2016 Uri ve 2019 Pulwama gibi büyük terör saldırıları sonrası yaşanan krizler, tarafları defalarca savaşın eşiğine getirdi. Özellikle 2001-2002’deki askeri yığınak ve 2019’da Hindistan’ın Pakistan topraklarındaki Balakot’a hava saldırısı ve ardından yaşanan hava çatışması, nükleer savaş riskini somutlaştırdı.
İdeolojik farklılıklar (Pakistan’ın İki Ulus Teorisi vs. Hindistan'ın laik milliyetçiliği), İndus suları üzerindeki rekabet ve büyük güçlerin bölgesel çıkarları da bu çatışma ortamını besleyen diğer faktörler arasında yer alıyor.
Nükleer boyut: Felaket senaryosu riski artıyor
Hindistan ve Pakistan’ın 1998’de nükleer güçler haline gelmesi, her türlü çatışmanın potansiyel sonuçlarını katlanarak artırdı. Hindistan, nükleer silahları ilk kullanan taraf olmayacağını taahhüt eden bir “İlk Kullanmama” (NFU) politikası izlerken, Pakistan, konvansiyonel üstünlüğe sahip Hindistan’a karşı nükleer silahları ilk kullanma seçeneğini saklı tutuyor (“Tam Spektrumlu Caydırıcılık”). Pakistan’ın Hindistan’ın olası sınırlı askerî operasyonlarını caydırmak için geliştirdiği iddia edilen kısa menzilli taktik nükleer silahlar (TNW), nükleer eşiğin düşmesi ve savaşın hızla nükleer boyuta taşınması riskini artırıyor. Kargil Savaşı, 2001-2002 krizi ve 2019 Balakot krizi, nükleer silahların varlığına rağmen konvansiyonel çatışmaların yaşanabildiğini ve nükleer tırmanma riskinin ne kadar gerçek olduğunu gösterdi.
Nisan 2025 krizi sonrası durum daha da endişe verici. IWT ve Şimla Anlaşması’nın askıya alınması, kriz anlarında iletişimi ve gerilimi azaltmayı sağlayan mekanizmaları zayıflattı. Suyun stratejik bir silah olarak kullanılması, Pakistan’da varoluşsal tehdit algısı yaratarak daha riskli tepkilere yol açabilir. TRF gibi devlet dışı aktörlerin eylemleri, kontrolü zor tırmanma sarmallarını tetikleyebilir. Her iki ülkede de güçlü milliyetçi söylemler ve Pakistan'ın taktik nükleer silahları, nükleer çatışma riskini artıran diğer faktörler.
Her ne kadar nükleer silahların caydırıcılığı ve uluslararası baskı gibi azaltıcı faktörler bulunsa da uzmanlar mevcut durumda yanlış hesaplama, iletişim kopukluğu veya kontrol edilemeyen bir olaylar zinciriyle büyük ölçekli bir çatışma (konvansiyonel veya nükleer) olasılığının endişe verici derecede yüksek olduğu konusunda uyarıyor.
Acil diplomasi çağrısı
Analistler, mevcut tehlikeli durumdan çıkış için acil adımlar atılması gerektiğini vurguluyor. Öncelik; uluslararası arabuluculukla gerilimi düşürmek, askıya alınan IWT ve Şimla Anlaşmalarını yeniden yürürlüğe koymak ve askerî-diplomatik iletişim kanallarını derhâl açmak. Güven Artırıcı Önlemlerin (nükleer risk azaltma merkezleri, tatbikat bildirimleri vb.) yeniden canlandırılması, Keşmir sorununa yönelik sürdürülebilir bir diyalog sürecinin başlatılması, su iş birliği mekanizmalarının güçlendirilmesi ve terörizmle mücadelede şeffaf iş birliği diğer kritik adımlar olarak sıralanıyor.
Ancak siyasi irade ve sürekli diplomatik çaba olmadan, Güney Asya'nın iki nükleer gücü arasındaki bu son krizin daha büyük ve potansiyel olarak felaketle sonuçlanabilecek bir çatışmaya dönüşme riski devam ediyor.
Peki, uzmanlar neler söylüyor?
Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi'nden Prof. Dr. Kamer Kasım son yaşanan gerginliği şöyle değerlendirdi: “22 Nisan’da yaşanan saldırının ardından Hindistan'ın tepkisi çok sert oldu. Hemen ana sınır kapısını kapattı. Pakistan elçiliğindekilerin ve deniz, hava kuvvetleri dâhil askerî danışmanların hepsinin ülkeyi terk etmesini istedi. Bir de o sınır kapısından girenlere 1 Mayıs’a kadar süre tanıdı. Onların da ülkeyi terk etmesini istiyor. Güney Asya Bölgesel İş Birliği örgütü kapsamında vize muafiyeti çerçevesinde Pakistan vatandaşlarının seyahat etmesine imkân veren bir karar vardı, o da fiilen ortadan kalkıyor. Hindistan’ın krizi tırmandıran kararları ve özellikle İndus Suları Anlaşması’nın iptali gerginliği elbette artıyor. Zaman zaman Hindistan Pakistan arasında gerginliğin arttığı bilinen bir gerçek. Bu döneme de özgü değil ama Hindistan'dan böyle bir cevap gelince bu gerginliğin dozunun artması söz konusu. İki ülke arasında gerginlik artınca hemen ister istemez dünya kamuoyu iki ülkenin nükleer kapasitesine odaklanıyor. Bu da normal, taraflar arasında birbirlerine çok ciddi zarar verebilecek bir nükleer kapasite var. Pakistan'ın 2023 yılı rakamları 124 nükleer başlık taşıyabilen füzeden bahsediyor. Aslında 1992'de Benazir Bhutto döneminde Pakistan'da iki ülkenin de katıldığı ve birbirlerinin nükleer kapasitesiyle ilgili şeffaf bilgi verip nükleer tesislerin olduğu bölgeleri vurmama konusunda mutabık kaldıkları bir anlaşma söz konusu. Öyle bir analizden söz edebiliriz, eğer ki böyle bir nükleer savaş çıkarsa bir hafta içerisinde her iki ülkeden de 20 milyon civarında insan ölebilir. Tahribat çok büyük olur. Bu nedenle bu gerginliği uluslararası kamuoyu çok dikkatle takip ediyor.”
Çin’in her iki ülkeyle de olan ilişkileri konusunda da yorumlarda bulunan Kasım, sözlerine şöyle devam etti: “Çin Pakistan'ın stratejik ortağı. Yani Pakistan-Çin ilişkileri dünyada az örneğine rastlanan stratejik ortaklık ilişkisi. Pakistan askerî kapasitesinin gelişmesinden tutun, ekonomik ilişkilere kadar çok sıcak birliktelik söz konusu. Bunun en önemli nedeni de Çin ile Hindistan arasındaki sınıf sorunları. Son dönemde Hindistan-Çin ilişkilerinde belli bir iyileşme oldu. İki tarafında büyüyen ekonomisi var. Ama hâlâ Pakistan-Çin stratejik ortaklığı çok önemli bölgede. Dolayısıyla olası bir Pakistan-Hindistan Savaşı’nda Pakistan bu stratejik ortaklığa güveniyor. Çin’in bir şekilde doğrudan savaşa dâhil olmasa bile Pakistan'ın yanında duracağı görüşündeler.”
“Başkan Trump’ın tavrının önemli olacak”
Kapadokya Üniversitesi'nden Prof. Dr. Şafak Oğuz da Hindistan ve Pakistan, kısmen de Çin arasındaki Keşmir sorununun zaman zaman bu ülkeleri karşı karşıya getirdiğinin altını çizerek “22 Nisan 2025 tarihinde Keşmir’in Hindistan’ın kontrolündeki bölgesinde yapılan saldırıda 26 turistin ölmesi ve Hindistan’ın saldırıdan dolayı Pakistan’ı suçlaması iki ülke arasındaki gerilimi yeniden tırmandırdı. Bu suçlamadan dolayı Hindistan yönetiminin Pakistan’a karşı aldığı bazı önlemler karşısında Pakistan, Hindistan vatandaşlarına verilen tüm vizeleri iptal ettiğini duyurdu, bazı Hint diplomatları sınır dışı etti ve hava sahasını Hindistan uçaklarına kapattı. Bu tedbirlerle yetinmeyen Hindistan Pakistan ile 1960 İndus Su Anlaşması’nı da askıya aldı. Pakistan ise Hindistan’ın İndus Havzası’nda suyun akışını durdurmaya ya da yönüne değiştirmeye yönelik her türlü girişiminin ‘savaş nedeni’ sayılacağını ilan etti. Kriz her geçen saat daha da derinleşirken, dünya devletlerinin görece sessizliği dikkat çekmekte iken sınır bölgesinden zaman zaman çatışma haberleri geldiği bildiriliyor. 1974 yılında Hindistan ve 1998 yılında Pakistan nükleer silah elde ederek nükleer kulübe üye oldular. 3 defa savaşan ve zaman zaman savaşın eşiğine gelen her iki ülke arasındaki ilişkiler bir süredir iyi düzeyde gidiyordu. Ancak son saldırı bu gidişata dur dedi. Rusya-Ukrayna Savaşı ve Gazze soykırımını durdurma vaadi ile iktidara gelen, bir önceki Başkanlık döneminde 20 yıla yakındır devam eden ABD’nin Afganistan işgali ve NATO’nun misyonunu sona erdiren Başkan Trump’ın yeni kriz konusundaki tavrının önemli olması bekleniyor. Suriye’deki etkisini ve varlığını sona erdirmesi karşılığında Ukrayna’ya desteğini sonlandırmayı taahhüt ettiği, hatta Kırım’ı Rusya’ya bağışladığı değerlendirilen Trump’ın kriz konusundaki yorumu ve hamlesi iki bölgesel nükleer devletin krizindeki gelişmenin gidişatını belirleyecek. Yakın zamandaki gelişmeler, bu kriz ‘pivot to Asia’ politikasının devamı niteliğinde Çin’in yanı başında yeni bir sorun çıkarmayı hedefler mi, Bir Kuşak Bir Yol projesinin gidişatını engeller mi, başta Şangay İş Birliği Örgütü olmak üzere çeşitli platformlarda Rusya ve Çin ile yakın ilişkiler içinde olan bölge devletlerinin yönlerini Batı’ya dönmesinde bir etken olur mu gibi soruların cevapları konusunda yol gösterici olacak” açıklamalarında bulundu.
“Birçok jeopolitik riski barındıran bir gerilim”
Kafkas Üniversitesi'nden Doç. Dr. Halit Hamzaoğlu ise konuyla ilgili görüşlerini şu sözlerle ifade etti: “Tarihî, dinî ve siyasi sorunlar, Hindistan ve Pakistan arasındaki ilişkilerin gidişatını önemli ölçüde etkiledi. 1947’de Britanya Hindistan’ı bugünkü Hindistan ve çoğunluğu Müslüman olan kuzeybatı ve kuzeydoğu bölgeleri, yani Pakistan olarak adlandırılan bölgelere ayrıldı. Ancak Müslümanların yaşadığı Keşmir Hindistan'da kaldı ve bu durum, bölgenin statüsü konusunda gerginliklere ve iki ülke arasında çok sayıda askerî çatışmaya yol açtı. İki ülke arasındaki ilişkiler, 22 Nisan’da bir grup insanın tartışmalı Jammu ve Keşmir eyaletinde turistlere ateş açmasıyla oldukça gerildi. Hindistan saldırıdan Pakistan'ı sorumlu tutarken, İslamabad Yeni Delhi’nin tepkisini haksız ve siyasi amaçlı olarak nitelendiriyor. Hindistan ve Pakistan nükleer silahlara sahip güçler. Bu durum birden fazla riski barındırıyor ve iki ülke arasındaki gerginliğe uluslararası bir nitelik kazandırıyor. Yeni kriz 2019’daki krizden daha büyük ölçekli. Bu çerçevede bir dizi jeopolitik riski ihtiva ettiğini söylemek mümkün. Son krizin iki önemli stratejik ayağı (hidropolitik ve koridor savaşları) var.”
Ayrıca Hamzaoğlu, “İki ülke arasındaki su sorunu ilk kez bu denli jeopolitik bir boyut kazandı. Diğer taraftan, Çin-Pakistan koridoru ve Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru projeleri arasındaki jeostratejik mücadele sorunun derinleşmesine zemin hazırlıyor. Hindistan’ın, İndus Nehri'nin sularının paylaşımına ilişkin anlaşmayı askıya alması sorunun boyutlarına ve ölçeğine işaret ediyor. Hindistan, Pakistan ile açık çatışmaların yaşandığı dönemlerde bile bu anlaşmayı hiçbir zaman askıya almamıştı. Pakistan, Hindistan'ın İndus Nehri'nin akışını değiştirmeye yönelik her türlü girişimi savaş ilanı olarak kabul edeceğini açıkladı. İndus Nehri Anlaşması, Hindistan ve Pakistan arasında su kaynaklarının paylaşımını düzenleyen bir anlaşma. 1960 yılında imzalanan anlaşma, Hindistan'ın Ravi, Beas ve Sutlej nehirleri olarak bilinen ‘doğu nehirleri’ üzerinde, Pakistan’ın ise Indus, Jhelum ve Chenab nehirleri olarak bilinen ‘batı nehirleri’ üzerinde kontrolünü kesinleştirmişti. 1960 Anlaşması’na göre, Hindistan belirli durumlar hariç olmak üzere batı nehirlerinin sularını Pakistan'a geçirmeyi taahhüt etmişti. Pakistan, tarımsal sulama ihtiyacının %80'ni İndus nehrinden karşılıyor. Ayrıca İndus Nehri, Pakistan GSYİH'sinin yaklaşık %25’ne ve iş gücünün yaklaşık %45'’ne katkı sağlıyor. Pakistan’ın kontrolündeki batı nehirleri, İndus nehir havzasının toplam akışının %80'inden fazlasını (117 milyar metreküp) oluşturuyor. Sorunun jeostratejik boyutlarına bakıldığında, en önemli hususlardan birisi kuşkusuz 2023’te ileri sürülen ‘Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru’ projesi. Özellikle ABD projeye çok ilgi duyuyor, çünkü bu proje Çin’in ‘Tek Kuşak, Tek Yol’ projesine bir cevap olabilir. Hindistan odaklı projenin iş birliği memorandumu Hindistan, BAE, Suudi Arabistan, AB, Fransa, İtalya, Almanya ve ABD tarafından imzalanmıştı. Proje, Hindistan'dan Avrupa ülkelerine yük taşımacılığını hızlandıracak yeni demiryolları, limanlar ve diğer lojistik altyapıların inşasını öngörüyor. Hindistan, Pekin inisiyatifindeki Çin-Pakistan ekonomik koridorunu karşı çıkıyor ve bu koridoru toprak bütünlüğü ve egemenliğine aykırı buluyor. Koridorun Hindistan’ın kendi toprağı olarak gördüğü Jammu ve Keşmir eyaletinin Pakistan kısmından geçmesi, Hindistan’ın tutumunun sertleşmesine neden olmaktadır. Çin-Pakistan koridoru, Keşmir meselesin iki taraflı sorun olmaktan çıkararak, Çin’in de dahil olduğu üç taraflı bir soruna dönüştürüyor. Amerikan başkanı Donald Trump’un Çin’i çevreleme stratejisinde Hindistan anahtar bir konuma sahiptir. Bu bağlamda Hindistan-Pakistan sorununun birçok jeopolitik riski barındıran ve farklı dinamikleri ihtiva eden bir boyut kazanması olasıdır” diyerek gerilimin uluslararası boyutuna dikkat çekti.