Budizm’in saklı yüzü: Safran rengi cübbeler, nefret ve şiddet

Haberin Eklenme Tarihi: 25.11.2025 13:30:00 - Güncelleme Tarihi: 25.11.2025 13:33:00

Dünya, Budizm’i genellikle huzur, şefkat ve derin bir sükûnetin timsali olarak görür. Hollywood filmlerinden yoga stüdyolarına, Batılı zihnin inşa ettiği bu algı, meditasyon yapan keşişler, dingin gülümsemeler ve “farkındalık” pratikleri üzerine kuruludur. Dalai Lama'nın evrensel sevgi mesajları, bu barışçıl imajı perçinler. Peki ya size, bu sakin ve şefkat dini olarak kodlanan inancın, Güneydoğu Asya'nın kadim topraklarında silahlı, militan ve etno-milliyetçi bir kimliğe büründüğünü söyleseydik? Safran rengi cübbelerin, barışın değil, bazen nefretin ve şiddetin sembolü hâline geldiğini...

Bu, rahatsız edici bir paradokstur: “Şiddet içeren barış.” Sri Lanka'nın tropik cennetlerinden Myanmar'ın altın pagodalarına uzanan coğrafyada, Theravada Budizmi bir maneviyat yolu olmanın ötesinde silahlı bir ideolojiye dönüşmüştür. Bizler de “şefkat dini”nin nasıl bir “safran rengi kılıca” evrildiğini, bu dönüşümün arkasındaki tarihsel travmaları, teolojik çarpıtmaları ve güncel siyasi dinamikleri mercek altına almayı amaçladık.

“Nirvana'ya ulaşmak bekleyebilir; önceliğimiz ırkın ve dinin hayatta kalmasıdır”

Myanmar ve Sri Lanka'daki radikal Budist rahiplerin sıklıkla dillendirdiği bu şaşırtıcı ifade, yaşanan zihniyet dönüşümünün özünü ortaya koyar. Bu, Budizm'in özünde var olduğu düşünülen şiddet karşıtı (ahimsa) ilkesinden radikal bir kopuştur. Peki, acıyı dindirme yolu olarak kurulmuş bir din, nasıl oldu da acı vermenin meşrulaştırıldığı bir araca dönüştü? Cevap, basit bir “yozlaşma” hikâyesinden çok daha karmaşık. Bu fenomen, sömürgecilik sonrası travmalar, ulus inşası sancıları, demografik kaygılar ve dinin hayatta kalmasına dair derin bir varoluşsal korkunun iç içe geçtiği, köklü bir sosyo-politik harekete dayanıyor. Batı'nın pasifist Budizm algısının aksine, Theravada geleneğinin tarihsel metinleri, bugünkü şiddeti meşrulaştırmak için kullanılan güçlü referanslar barındırır.

“Azınlık kompleksi” ve “yok olma kaygısı”

Sri Lanka'nın kadim tarih kitabı Mahavamsa (Büyük Tarih), M.Ö 2. yüzyılda Kral Dutthagamani’nin, Tamil Kralı Elara’yı yenerek adayı birleştirmesini anlatır. Efsaneye göre, on binlerce insanın ölümüne neden olan savaşın ardından Kral, derin bir vicdan azabı duyar. Ancak sekiz arahant (aydınlanmış keşiş) ona şu çarpıcı açıklamayı yapar: "Bu insanların ölümü senin için bir engel teşkil etmez... Sen, farklı inançlara sahip oldukları için, onların sadece bir buçuk insan değerinde olduğu düşünülebilecek insanları öldürdün. Onlar senin gözünde hayvanlardan farksızdı" (Mahavamsa, XXV. 108-111). Bu pasaj, modern Budist milliyetçiler için vazgeçilmez bir teolojik silahtır. “İnançsız” birinin hayatının değersizleştirilmesi, şiddetin mubahın ötesinde dinî bir görev olarak çerçevelenmesine olanak tanır. Örneğin, Myanmar'ın saygın başrahiplerinden Sitagu Sayadaw, 2017'de Rohingya krizinin zirvesinde ordu subaylarına verdiği vaazda, Budist olmayanları öldürmenin aynı karmik sonuçları doğurmayacağını ima ederek, orduya açık bir dinî meşruiyet kalkanı sağlamıştı.

İronik bir şekilde, Sri Lanka’da %74, Myanmar’da ise %88 gibi ezici çoğunluklara sahip olan Budist topluluklar, derin bir “azınlık kompleksi” ve “yok olma kaygısı” taşır. Sinhala Budistler, kendilerini milyonlarca Güney Hindistan Tamil'i ve küresel İslam âlemi tarafından kuşatılmış, başka anavatanı olmayan küçük bir ırk olarak görür. Bu perspektiften bakıldığında, şiddet bir saldırı değil, varoluşsal bir savunma refleksidir. Bu sebeple modern Budist milliyetçiliğinin kökleri, İngiliz sömürgeciliğinin yarattığı derin travmada yatar.

Sangha’nın çöküşü ve “Protestan Budizmi”

İngilizler, hem Seylan (Sri Lanka) hem de Burma'da (Myanmar) geleneksel Budist krallıkları yıkarak, manastır düzeninin (Sangha) devletten aldığı geleneksel himayeyi sonlandırdı. Bu, siyasi bir devrim olmakla birlikte kozmik düzenin alt üst olmasıydı. Sömürge yönetimi, aynı zamanda Hristiyan misyonerleri ve Hintli memurları öne çıkararak, çoğunluk Budist nüfusta “kendi vatanında ikinci sınıf vatandaş” olma hissi yarattı.

Buna bir tepki olarak, Sri Lanka'da Anagarika Dharmapala gibi figürler, “Protestan Budizmi” adı verilen yeni, militan bir form geliştirdi. Hristiyan örgütlenme modellerini (Pazar okulları, Genç Budist Birlikleri) taklit eden bu hareket, içini şiddetli bir etno-dinsel milliyetçilikle doldurdu. Azınlıklar, artık sadece azınlık değil, “yabancı emperyalizmin kültürel iş birlikçileri” olarak kodlandı.

2009'da Tamil Eelam Kaplanları'na (LTTE) karşı kazanılan zafer, Sinhala Budist milliyetçiliğini tatmin etmedi; aksine, siyasi ivmesini sürdürmek için yeni bir “öteki” yarattı: Müslümanlar. 2012'de Rahip Galagoda Aththe Gnanasara tarafından kurulan BBS, sokaklara inen militan Budizmin prototipi. Helal sertifikasını “İslami terörü finanse eden bir vergi”, Müslümanların yüksek doğum oranını ise bir “nüfus işgali” olarak çerçeveledi. 2014 Aluthgama ve 2018 Digana olaylarında, BBS'nin kışkırtıcı söylemleri, Müslümanlara yönelik organize saldırılara dönüştü. Evler ve iş yerleri yakıldı, insanlar öldürüldü. Olaylar sırasında polisin seyirci kalması, devlet ile radikal gruplar arasındaki kutsal olmayan ittifakı gözler önüne serdi. Rahip Galagoda Aththe Gnanasara mahkemeye saygısızlıktan hüküm giymesine rağmen, 2019'da Cumhurbaşkanı tarafından affedildi. Bu af, radikal Budist tabana verilen bir taviz ve cezasızlık kültürünün bir teyidi oldu.

Myanmar: Nefretin kurumsallaşması

Myanmar'da durum daha da vahim bir hâl aldı. Buradaki radikal hareket, sokak eylemlerinden çıkarak devlet politikasına dönüştü. Başlangıçta Müslüman işyerlerini boykot etmeyi hedefleyen 969 Hareketi, kısa sürede Ma Ba Tha (Irkı ve Dini Koruma Birliği) adıyla ülke çapında örgütlenen devasa bir yapıya evrildi. Ma Ba Tha, sadece bir nefret grubu değil, aynı zamanda afet yardımı ve eğitim hizmetleri sunan bir "paralel devlet" işlevi gördü.

Ma Ba Tha'nın baskısıyla 2015'te kabul edilen “Irk ve Dini Koruma Yasaları”, ayrımcılığı hukukileştirdi. Bu yasalar, Budist kadınların Budist olmayan erkeklerle evlenmesini kısıtlayarak sözde “Aşk Cihadı” anlatısını yasal zemine oturttu ve belirli bölgelerde nüfus kontrolü yetkisi vererek Rohingyaları hedef aldı. Ma Ba Tha'nın en tanınan yüzü, Müslümanları “kuduz köpekler” ve “kendi türünü yiyen Afrika sazanları” olarak niteleyen Ashin Wirathu'ydu. 2021 askerî darbesinden sonra serbest bırakılan Wirathu, cunta yönetimi tarafından 2023'te devlet nişanıyla ödüllendirilerek, ordu ile radikal Sangha arasındaki ittifak resmîleştirildi. 2017'de 700.000'den fazla Rohingya'nın Myanmar'dan sürülmesi, yıllarca süren nefret söyleminin nihai sonucuydu. Rohingyaların “Bengalli işgalci”olarak insanlıktan çıkarılması, halkın büyük bir kısmının bu vahşete sessiz kalmasını sağladı.

Kadın bedeni üzerinden savaş

Budist aşırılığın gözden kaçan bir boyutu da derin bir kadın düşmanlığıdır. Hareket, kadın bedenini ulusun ve dinin sınırları olarak görür. Müslüman erkeklerin, Budist kadınları evlilik yoluyla çalarak nüfus dengesini bozduğu anlatısı hem Sri Lanka’da hem de Myanmar’da merkezî bir yer tutar. Bu, “yatak odasındaki savaş” anlatısıdır. Kadınları “korumayı” iddia eden bu radikal hareket, aynı zamanda onlara manevi eşitlik hakkı tanımaz. Theravada geleneğinde kadınların tam rahibelik (Bhikkhuni) mertebesine ulaşması kurumsal olarak engellenir. Tayland’ın ilk modern Bhikkhunisi Dhammananda’nın mücadelesi, bu ataerkil kaleye karşı verilen bir savaştır.

Güneydoğu Asya'daki Budist aşırılık, geçici bir sapma değil, kurumsallaşan bir yapıdır. Maalesef 2026 ve sonrasında da bu trendin devam etmesi bekleniyor:

  • Myanmar: Cuntanın planladığı göstermelik seçimlerde, radikal rahiplerin demokrasi yanlılarını “dini yok etmek isteyenler” olarak şeytanlaştırması ve ordunun milliyetçi kartı daha agresif oynaması muhtemel.
  • Sri Lanka: 2022 ekonomik krizi gerilimleri geçici olarak bastırmış olsa da BBS gibi yapıların örgütsel altyapısı ayaktadır. Ekonomik sıkıntılar devam ettikçe, siyasetçilerin dikkati dağıtmak için “Müslüman tehdidi” anlatısına başvurma riski yüksek.
  • Küresel bağlantılar: Sri Lanka'daki BBS ile Myanmar'daki Ma Ba Tha arasındaki fikir alışverişi, bu hareketin ulus-ötesi bir “Theravada Ekseni” oluşturduğunu gösteriyor.

Theravada inancını benimseyen aşırıların dillerine pelesenk olan “Nirvana’ya ulaşmak bekleyebilir” sözü, inancın nihai kurtuluş amacının yerini, dünyevi ve siyasi bir tahakküm arayışının aldığının en net ifadesi. Budizm, bu süreçte acıdan kurtuluş yolundan, acı verme aracına doğru tehlikeli bir dönüşüm geçirdi. Sömürgeciliğin açtığı yaralar, demokratik kurumların zayıflığı ve modernitenin getirdiği kimlik bunalımları tedavi edilmediği sürece, “safran rengi kılıç” kınına girmeyecek; barış ve şiddet paradoksunun sembolü olarak varlığını sürdürecek. Bu, yalnızca Güneydoğu Asya’nın değil, inancı her türlü aşırılığa karşı savunmaya çalışan insanlığın önündeki en büyük meydan okumalardan biri.