Akdeniz’de “insanlık-dışı” bir ittifak: İsrail–Yunanistan-GKRY hattı

Haberin Eklenme Tarihi: 24.12.2025 12:59:00 - Güncelleme Tarihi: 24.12.2025 13:18:00

Uluslararası ilişkilerde “insaniyet”in, “etik” ve “ahlaki zeminler”in var olmadığı, var olsa da arada sırada belirli kamu diplomasilerini süsleyen vitrinlerde yer verilebileceği, yüzyıllardır bu konuda düşünüp yazanlarca adeta bir “meziyet” edasında tekrarlanır; bu bağlamda en muteber devlet yetkileri ve diplomatlarca, salt “insani değerler” temelli hareket tarzlarının realpolitik öncelikli ve normatif söylemi minimize eden diplomasi sanatında başarıyı uzak kılacağı hususuna, özellikle başta Machiavelli, Kissinger gibi yeni ve eski dönemlerden tartışmalı figürlere de atıfla birçok beyanatta referans verilir.

Öte yandan, her gün karşılaşılan “çıkar” temelli, şiddeti araçsallaştıran uluslararası eylemlerin sonu daha görünmese de uluslararası ilişkiler ve diplomaside, anılan gayri-insani başlangıç noktalarının eskisi gibi muhafaza edilip edilemeyeceği yeni yüzyılın önemli tartışma alanlarından biri hâline gelmiş durumda ve hem küresel hem bölgesel gelişmelerdeki olumsuz sonuçların ve eşitsizliklerin, “dijital”in ve “anlık bilgi”nin süratle kapalı kapılar arkasına nüfuz ettiği bu yeni dönemde, “eski” değerleri hiç olmadığı kadar sorgulanır hâle getirdiği kuşkusuz. Bilhassa ülkemizi çevreleyen coğrafyalardaki baş döndürücü gelişmelerde de bu durumu yakından gözlemlemek mümkün.

Filistin’de iki yıla aşan süre devam eden ve Birleşmiş Milletler raporlarınca tasdik edilen soykırım, ABD öncülüğünde varıldığı iddia edilen ateşkese rağmen hâlen farklı yöntemlerle sürerken, Akdeniz’de son yıllarda daha da perçinlendiği gözlemlenen İsrail- Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Yunanistan arasındaki askerî ve ticari ittifak da yukarıda bahsettiğimiz gayri-etik ve gayri-insani diplomasi icrasını anlamak adına kayda değer bir örnek. "Ortak rakip", hatta "hasım" olarak bu ittifakı güçlendiren unsur ise pek çok yoruma göre Türkiye.

İsrail’in katliam hükûmeti Başbakanı Netanyahu, Türkiye aleyhtarlığını daha kapalı, kültürel ve tarihî argümanlarla; ancak Yunan ve Rum tarafları daha açık, doğrudan ve gerektiğinde askerî/stratejik unsurlarla ima edebiliyor. ABD’de Aralık sonunda Başkan Trump’la yapacağı görüşme öncesi Netanyahu’nun, anılan diğer iki devleti son olarak, oldukça sembolik bir şekilde Kudüs’te 22 Aralık günü ağırlaması da bu manada dikkat çekerken, bu gelişmeler Akdeniz’de beliren oldukça tartışmalı ve insani gelişmeleri pek de umursar görünmeyen bu iş birliğinin tekrar özetle mercek altına alınmasını zorunlu kılıyor.  

Tartışmalı bir yakınlaşmanın anatomisi: Çıkarların beşiği Akdeniz

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis 22 Aralık’ta Kudüs’te bir araya gelerek, bir kez daha Doğu Akdeniz’de iş birliğini derinleştirme, savunma, güvenlik ve enerji gibi başlıklarda ortak stratejik adımlar atma niyetlerini dile getirdiler. Bu zirve, Doğu Akdeniz’de bölgesel gündem ve “Türkiye’yi dengeleme” bağlamında önemli bir diplomatik buluşma olarak uluslararası yorumlara yansıdı.

Esasen bu üçlü arasında Doğu Akdeniz’de son on beş yılda şekillenen yakınlaşma, çoğu zaman “enerji iş birliği”, “bölgesel istikrar” ve “güvenlik koordinasyonu” gibi nötr kavramlarla tanımlansa da arka planda tarihî, kültürel ve ideolojik unsurlardan beslendiği bir zemini de günden güne sağlamlaştırdı. Bu zeminin arkasında da, Türkiye’yi mümkünse farklı suretlerde “oyalama” ve “oyun dışına” itme amacı taşıyan, giderek kurumsallaşan bir stratejik hat bulunuyor. Bu üçlü, ortak değerler ya da tarihsel kader birlikteliğinden çok, ortak bir rahatsızlık ve ortak bir rakip algısı üzerinden bir araya gelmeyi sürdürüyor.

Anılan üçlü ittifak perdesinde, jeopolitik kırılma anlarına bu çerçeveden bakmak gerekir. İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bilhassa 2010 “Mavi Marmara krizi” sonrasında yapısal bir güven bunalımına girmesi, Türkiye’nin tüm uyarılarına karşılık İsrail’in gayri-insani siyaset inşa tarzından vazgeçmeyip, 7 Ekim 2023 sonrası Filistin’de eriştiği yıkıcı eşiği en üst perdeye taşıması ve esasen giderek yalnızlaşacağının bilincinde olması Doğu Akdeniz’de yeni ortaklık arayışlarını da hızlandırmıştır. Aynı dönemde Yunanistan ve GKRY de, öncelikli “Avrupa Birliği kalkanı”ndan da en üst seviyede faydalanarak Türkiye ile yaşadıkları kronik sorunları uluslararasılaştırma arayışına devam ediyordu. Doğu Akdeniz’de keşfedilen hidrokarbon kaynakları bu süreci hızlandıran bir katalizör oldu. Bilhassa GKRY yakınında devam eden bu keşifler, teknik kapasitesi sınırlı olan GKRY için tek başına ekonomik bir anlam ifade etmese de siyasi bir projeye dönüştürüldüğünde değer kazandı. İsrail için bu kaynaklar enerji güvenliği ve ihracat imkânı demekti; Yunanistan ve GKRY içinse Türkiye’yi dışlayan bir deniz yetki alanı haritasını meşrulaştırma fırsatı bu şekilde doğdu denilebilir.

Burada Avrupa Birliği faktörü de kritik bir rol oynamakta. GKRY’nin AB üyeliği, İsrail açısından Brüksel ile dolaylı ama etkili bir temas kanalı sunarken, Yunanistan ise AB ve NATO içindeki konumunu, İsrail’le kurduğu askerî ve istihbari iş birliğiyle stratejik bir kaldıraç hâline getirdi. Ortak hava tatbikatları, liman kullanımları ve savunma sanayi projeleri, bu ilişkinin artık geçici bir yakınlaşma değil, “kurumsal bir güvenlik ortaklığı” olduğunu göstermekte. Türkiye ise bölgede günden güne pekiştirdiği yeni siyaset inşa tarzı, açık denizlerdeki yeni bağımsız politika doktrinleri, Libya ile imzalanan deniz yetki alanı anlaşması gibi açılımları ve bu esnada insani mülahazalardan geri adım atmamasıyla, İsrail-Yunanistan-GKRY hattının gelişimini ihtiyatla takip etmeyi sürdürmekte.

Başat güçler ne diyor? ABD’nin onayı, Rusya’nın pragmatik sessizliği

Akdeniz’de mevzubahis üçlü ittifakın sürdürülebilirliği, yalnızca üç ülkenin niyetleriyle değil, büyük ve orta ölçekli aktörlerin tutumlarıyla da yakından ilişkili. En başta da tabiatıyla bölgede Trump dönemi elini iyiden iyiye yükselten ABD geliyor. Washington, Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi tamamen dışlayan bir düzenin gerçekçi olmadığının farkındayken, yakın tarihte sıkça yaptığı gibi diğer aktörleri de Türkiye’ye karşı “denge unsuru” olmaktan çıkarmıyor. Türkiye’yle NATO’ya giriş anlarının, sosyal ve iktisadi yardımların dahi yakın tarihte ABD eliyle hep baş başa götürüldüğü Yunanistan bu manada ABD için kilit aktörken, Ankara’nın son yıllarda izlediği özerk dış politikadan rahatsızlık bu bağlamda temel bir husus olarak dikkat çekiyor. Yunan-ABD ve İsrail-ABD ayrılmaz bütünlüğüne bir de “ileri karakol” veya “ortada kilit bir üs” olarak GKRY ise son dönemce iyiden iyiye monte edilmiş görülüyor. Realist çizgide oldukça “güçlü” ve “rasyonel” bu hattın, Çin’in kara hatlarıyla ördüğü “yeni İpek Yolu’nu” dengelediğini, deniz yollarıyla Hindistan’a kadar uzanan alternatif bir ABD hegemonyası yarattığını söyleyenlerin sayısı da hiç az değil.

Rusya cephesinde ise daha sessiz ama dikkatli bir yaklaşım söz konusu. Moskova’nın GKRY ile tarihsel bağları herkesin malumu; İsrail ile ise çatışmadan kaçınan bir ilişki yürütürken, iki ülke arası toplumsal ve kültürel bağları Putin ve Netanyahu da hiçbir zaman doğrudan reddedemiyor. Türkiye ile çok boyutlu bir iş birliği sürdüren Rusya, Akdeniz’de tabiri caizse “Batı içi gerilimlerin” derinleşmesini kendi “Ukrayna krizi” boyutunda da stratejik bir fırsat olarak izlemekte; bu nedenle anılan üçlü ittifaka karşı çıkmazken onu açıkça desteklemekten de kaçınması tipik Rus “bekle-gör-kazanç sağla” pragmatik diyagramına da uygun görünmekte.

Anılan başat güçlere nazaran, Akdeniz’de Mısır gibi ülkeler ise bu denklemin en ilginç “orta oyuncuları”. Kahire, Türkiye ile yaşadığı rekabeti bu dönemde daha olumlu bir “ivme siyaseti” hâline çevirmişken, başta ABD’yle stratejik manada ayrılmaz hareket tarzı bağımsız politika inşasının önünde en büyük engel. Ayrıca Yunanistan ve GKRY’ye yakın durduğu geçmişte pek çok konu da hâlen masada. Tüm bunlara ise İsrail ile güvenlik ve enerji alanında pragmatik bir iş birliği yürütmesi ekleniyor. Son olarak Netanyahu’nun dünyaya “övünerek” duyurduğu Mısır’la yüksek meblağlı enerji anlaşması, başta “Uluslararası siyasette insanlık ve etik nerede?” diyenler olmak üzere birçok kesim adına oldukça yaralayıcı bir gelişmeyi teşkil etti denilebilir.

İsrail’in “ileri karakolları” olarak Yunanistan ve GKRY: Ahlaki zeminin, etik-dışı stratejilerle mücadelesi

Akdeniz’de İsrail’in güvenlik hattının artık yalnızca meşhur Hayfa Limanı’ndan başlamadığı, bu hattın, fiilen Yunan ve GKRY limanları üzerinden uzandığı Gazze’deki soykırım sonrası artık pek çok analistçe dile getiriliyor. Gazze’ye yönelik sivil inisiyatiflerde, “Özgürlük/Sumud Filosu” gibi etkili sivil girişimlerde, İsrail donanması sahaya inmeden önce Avrupa hava sahasında ve karasularında yaşanan yoğun tacizler, gözetlemeler ve caydırıcı manevralar bu manada tesadüf değil. Aktivistlerin, insan hakları ve çevre örgütleri ile uluslararası sivil toplum ağlarının anılan Filoların seyahatleri sırasında sürekli dikkat çektiği üzere, Yunanistan ve GKRY unsurları bu süreçlerde İsrail’in doğrudan müdahalesinin siyasi maliyetini üstlenen bir “ön güvenlik halkası” gibi çalıştılar. İnsansız hava araçları, sahil güvenlik botları ve diğer unsurlarıyla, aralarında kendi vatandaşları dahi olsa bu sivil inisiyatiflerin İsrail askerlerince zorbalıkla tutuklanmalarından evvel ilk önemli ve kayda değer tacizlerin, yazımızın konusu olan Akdeniz’deki bu “insanlık-dışı ittifakın” Yunan ve Rum ayağından, adeta “İsrail’in ileri karakolları” suretinde geldiğinin altını özellikle çizmek gerekir.

Türkiye’nin Gazze konusunda yüksek sesli ve normatif bir söylem benimsemesi ise bu tabloyu daha da belirginleştirmiştir. Ankara’nın ahlaki vurgusu, bölgedeki birçok toplumda karşılık bulurken; Yunanistan–GKRY–İsrail hattında ise Türkiye’nin “öngörülemez” ve “rahatsız edici” bir aktör olarak kodlanmasını pekiştirmiş; böylece Gazze, paradoksal biçimde, gerektiğinde “Batı üyesi” olarak insan hakları ve demokrasi ilkelerini dilinden düşürmeyen bu üçlünün, Türkiye’yle mesafeyi daha da açmak adına, “insan unsuru”nu belki de tamamıyla dışladığı realist bir ittifak zemini oluşturmalarında başat unsurlardan biri hâline gelmiştir.   

Şüphesiz Filistin’de yaşananlar, yalnızca Ortadoğu’nun değil, küresel sistemin, modern realist uluslararası ilişkiler ve diplomasi öğretilerinin ahlaki sınavlarından biri olmaya devam etmektedir. On binlerce sivilin hayatını kaybettiği, altyapının sistematik biçimde yok edildiği bir süreçte, Yunanistan ve GKRY’nin İsrail ile “normal seyrinde” ilişkiler yürütmesi aklı baliğ her kesim için dikkat çekicidir. Bu durum, Avrupa kamuoyundaki tepkilerle de açık bir çelişki oluştururken yine de bu noktada realpolitik düzlemin tüm çıplaklığıyla devreye girdiği anlar elbette barizdir. İsrail, Yunanistan ve GKRY, Batı’nın yeni güvenlik ve bir yönüyle kültürel mimarisinin vazgeçilmez parçaları olarak görülmeye, en azından karar alıcı elitler desteğiyle, devam ediyor.

Bu çerçevede, Türkiye’nin Filistin üzerinden kurduğu güçlü ahlaki söylemin, Doğu Akdeniz’deki reel güç dengeleriyle nasıl uyumlu hâle getirileceği asıl meselelerden biri olarak kalmaya devam edecek görünüyor. Nitekim benzeri bir etik düşünce tarzının tüm dünyada bilinçli bireyler ve toplumlar nezdinde yükselişe geçtiği görülse de çıkar temelli ulus-devletler çağının sürdüğü düşünüldüğünde, “normatif haklılık”, “stratejik yalnızlığa dönüşme” riskini hâlen taşıyor. Bu manada, başta Akdeniz gibi tarihî sahalarda realpolitik oyunun daha da sertleşeceği dönemlere hazır olunması gerekirken, hem iç hem dış siyasi boyutlarda, eldeki en önemli güçler olan “insaniyet”, “etik hareket tarzı” ve “bağımsız ve ahlaki sonuç üretme kapasitesi”nden taviz verilmemesi gerektiği aşikâr.