
Yunan mevzilerini hallaç pamuğu gibi attık
20 Temmuz 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı resmen başlamıştı. Adada Türklerin yıllarca süren bağımsızlık savaşı nihayet son bulacaktı. Günler boyunca Türk ve dünya kamuoyunda konuşulan bu harekâtını Tercüman’ın 22 Temmuz 1974 yayını üzerinden gelin birlikte takip edelim.
20 Temmuz 1974… Tarihte yeni bir sayfa açıldı… Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit’in emriyle Türk Silahlı Kuvvetleri nihayet Kıbrıs’a askerî bir harekât başlatmıştı. Yunanistan hükûmetinin desteğiyle 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ta darbe gerçekleşmiş, adanın kontrolü Yunan subaylarının eline geçmişti. Türkiye Cumhuriyeti hükûmeti, bu durumun askerî müdahaleyi gerektirecek kadar mühim olduğunu belirterek harekâta hazırlanmak üzere harekete geçti. Müdahale hakkını kullanmadan önce Türkiye, İngiltere’nin yetkilileriyle görüşerek birlikte hareket etme teklifinde bulundu ve durumu müzakere etmek üzere Başbakan Bülent Ecevit 17 Temmuz’da Londra’ya İngiltere Başbakanı Harold Wilson ile görüşmeye gitti. Wilson’un haricinde İngiltere Dış İşleri Bakanı James Callaghan ve Kıbrıs meselesini görüşmek üzere orada bulunan ABD Dış İşleri Bakan Yardımcısı Joseph Sisco ile de ayrı ayrı mesele hakkında müzakerelerde bulundu. Fakat ne İngiltere ne de ABD yetkilileri bu harekâta Türkiye’nin çerçevesinden bakmaya yanaştı. O esnada Türkiye’de de Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ve Maliye Bakanı Deniz Baykal, muhalefet partilerin başkanlarıyla bir toplantı yapmış, toplantı neticesinde muhalefet liderleri hükûmetin başlatacağı harekâta destek vereceklerini bildirmişlerdi.
Türk heyeti 19 Temmuz’da Ankara’ya varınca derhâl Genelkurmay Başkanlığı’nda komutanlar ile bir toplantı yapmış, birlikte hazırlıklar gözden geçirilmişti. Bülent Ecevit bu harekâtın bir barış harekâtı olduğunu ve amaçlarının barış olduğunu özellikle vurgulayarak Bakanlar Kurulu’nu toplamıştı. Oy birliği sağlanmasıyla da Kıbrıs’a müdahale kararı alınmış oldu. Karar Genelkurmay Başkanlığı’na yazılı olarak iletildi ve 20 Temmuz sabahı harekât başladı.
Günlerce harekât anbean kamuoyunda takip edildi. 22 Temmuz 1974’te Tercüman’ın manşetleri şöyleydi: “Yunan mevzilerini hallaç pamuğu gibi attık”, “Rum kesiminde can kaybı çok”, “Yunan çıkartmasını önleyip üç harp gemisini batırdık”, “Beş tank ele geçirdik, Magrosa dâhil birçok bölge alevler içinde”, “Üçlü görüşme bekleniyor, Adada ateşkes uygulanıyor”, “Yunan halkı cundaya karşı ayaklanıyor”, “Yunanistan’a bir çılgınlık yapmaması ihtar edildi”, “Güvenlik Konseyi ateşkes isterken Rusya ‘Türkler haklı’ diyor”…
Tercüman Haber Servisleri’nin aktardıkları doğrultusunda ise haberler detaylıca verilmekteydi: “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kıbrıs Harekâtı’nın ikinci gününde adanın batı kesimindeki Türk köylerine karşı Yunan askerleri ve Millî Muhafızlar tarafından girişilen katliamları durdurmak ve Rum direniş noktalarını susturmak için kesif bir hava bombardımanı yapılmıştır. Diğer taraftan önceki gece adadaki Yunan alayının savaşa katılmasından sonra Kıbrıs’a çıkartma yapmak için yaklaşmakta olan bir Yunan konvoyu ile Türk Deniz ve Hava Kuvvetleri çarpışmış ve ağır kayıtlara uğratılan konvoyun çıkartmadan vazgeçtiği açıklanmıştır. Çeşitli yabancı ajans ve radyolardan alınan haberlerden anlaşıldığına göre Türk-Yunan donanmaları arasındaki savaşa uçaklar da katılmıştır. Ve Yunan konvoyuna refakat eden savaş gemilerinden üçü batırılmıştır. Batırılan gemilerden birinin kruvazör sınıfından olduğu da bildirilmektedir. Rum Millî Muhafızları tarafından Lefkoşe’de hastaneler ve apartmanların üstüne yerleştirilen toplar, verilen bir saat mühlete rağmen sökülmeyince Türk uçaklarının bombardımana başladığı görülmüş ancak Rumlar daha sonra topları sökmeyi kabul etmişlerdir. Önceki gece yapılan çarpışmalarda Girne çıkartmasını yöneten Alay Komutanı İbrahim Karaoğlanoğlu’nun şehit düştüğü Millî Savunma Bakanlığı tarafından açıklanmıştır. İnanılır kaynaklardan alınan haberlerde Rum Millî Muhafız askerlerinin kaçtığı, yolda gördükleri barış gücü askerlerine ise ‘Bizi de alın’ diye yalvardıkları bildirilmektedir…”
Haber servisinin uluslararası duruma dair bilgiler aktardığı bir diğer haberine bakalım: “İngiliz hükûmetine yakın çevreler tarafından bildirildiğine göre Kıbrıs anlaşmazlığının bir an evvel çözümlenmesi için İngiltere ve Amerika’nın Türkiye ve Yunanistan’a diplomatik baskı yapmaktadır. Amerika Dış İşleri Bakanı ile devamlı temas hâlinde olan İngiliz Dış İşleri Bakanı durumun vahim olduğunu söylemiş fakat ümitsiz olmadıklarını bildirmiştir. Bu sırada BBC radyosunun verdiği haberlerde Türkiye’nin Kıbrıs’taki harekâtı sınırlandırma yolunda yapılan tekliflerin adadaki Türk asıllı Kıbrıslıların mal ve can emniyetlerinin tehlikede olduğu gerekçesiyle kesinlikle reddettiğini açıklamıştır. İngiliz hükûmeti Kıbrıs anlaşmazlığında Yunanistan’ı da ‘çarpışmaları Kıta Avrupası’na sıçratabilecek davranışlardan kaçınması’ için kesin bir dille uyarmıştır. Atina’daki cunta hükûmeti bütün Yunanistan’da seferberlik ilan ederken cuntaya karşı olan örgütler de harekete geçmiş ve Atina sokaklarında beyannameler dağıtarak Yunan halkını ‘ellerindeki silahları cuntaya çevirmeye’ çağırmıştır. Son üç gün içerisinde Yunan liderleri ile Atina’da üçüncü görüşmesini yapan Amerikan Dış İşleri Bakan Yardımcısı Joseph Siaco uyardığı bildirilmiştir. Siaco’nun Yunan liderleri ile görüştüğü saatlerde kuzeyden gelen haberler Dedenağaç’ın tamamen boşaltıldığı anlaşılmaktadır. Diğer taraftan Sovyetler Birliği Dış İşleri Bakanı da Moskova Büyükelçimiz ile bir süre görüşmüştür.”
Peki Ankara’dan gelen haberler nasıldı? Tercüman’ın Ankara Bürosu’ndan gelen habere göre: “Bakanlar Kurulu’nun dün sabah 04.00’e kadar devam eden son toplantısından sonra bir açıklama yapan Erbakan, Yunanistan’ın ateşkesi kabul ettiğinin öğrenildiğini bildirmiştir. Türkiye’nin ateşkesi kabul edip etmeyeceğine dair açıklamanın bugün saat 10.00’da yapılacağı öğrenilmiştir. Aynı konuda Ecevit’te ‘Böyle bir haberi biz de duyduk, resmen açıklanmasını bekliyoruz’ demiştir. Yunanistan’ın ateşlese uymasından sonra bugün açıklanacak olan şartlar dâhilinde bizim de ateşkese uyacağınız öğrenilmiştir. Öte yandan alınan bilgiye göre Türkiye’nin her türlü barışçı çabaya, bütün tarafların iyi niyetle oturmaları şartı ile ve bütün tecavüzi hareketlerin durdurulması hâlinde katılmaya hazır olduğu bildirilmiştir. Öğrenildiğine göre İngiltere’nin yaptığı çağrıya uyarak ABD’nin özellikle Yunanlı yöneticilere vaki bakınan üzerine baskıya girdiğimiz sabahın ilk saatlerinde garantör devletler olarak Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın katılacakları bir toplantının bugün Londra veya Viyana’da toplanması bekleniyordu.”
Harekât hem Kıbrıs hem Türkiye hem Yunanistan hem de diğer ülkeler arasındaki siyasi tüm dinamikleri yeniden inşa ediyordu. Kıbrıs Türkleri bağımsızlık savaşı verirken Ana Vatan Türkiye’deki kardeşleri yanındaydı. Senelerdir süren zulüm, barış harekâtıyla son bulmak üzereydi artık… Gelişmeler, Tercüman’da…
Demirel: “Gelecek iktidara acıyorum”
25 Kasım 1987 günü Tercüman’da manşet oldukça kalabalıktı. Göze çarpan ilk başlığa bakalım: “Ekim ayı ihracatı yine 1 milyar doları aştı…” , “Dış ticaret tıkırında…” Tercüman’ın haberine göre: “İhracatın ithalatı karşılama oranı geçen yıl yüzde 66 iken bu yılın ilk on ayında yüzde 73’ü buldu. Açık azalıyor: İhracattaki olumlu gelişmeler dış ticaret ve cari işlem açığını azaltıyor. Dış ticaret açığı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 5,8’e geriledi, cari işlem açığı ise 310 milyon dolara indi. Sanayi başı çekiyor: Sanayi ürünleri ihracatı geçen yıla göre yüzde 44,2 oranında artarak on ayda 6 milyar 366 milyon dolara tarım ürünleri geliyor.”
Bir ilginç başlık ise THKP-C’den Semra Özal’a gelen açık mektup ile ilgiliydi: “Turgut Özal’ı öldüreceğiz.” Haberin detayı şöyle: “Açıklama: Acilciler’in sözcüsü Bedrettin Mahir, Bayan Özal’a hitaben, ‘Örgütümüz, Büyük Balık Operasyonu ile cezayı verecektir. Size tavsiyemiz Başbakan’ın biraz kulağını çekin’ dedi. Bomba: ANAP merkezindeki bombanın zamanında patlamadığını söyleyen Mahir, olayda ölen Mustafa Yıldız’ın ailesine 500 bin lira vereceklerini bildirdi…”
1987 Genel Seçim yaklaşırken siyasi arena elbette kızışmıştı. Tercüman’ın manşetinde de yer aldığı üzere ülke; Süleyman Demirel, Turgut Özal, Erdal İnönü ve Necmettin Erbakan’ın düellosuna şahit olmaktaydı. DYP lideri Süleyman Demirel, Özal’a hitaben “Ben hükûmet olsam bu kadar ağır enflasyonun böyle tahribat yaptığı bir toplumda dolaşamam. Bunlar iktidar olur veya olmaz, hiç umurumda değil. Asıl bundan sonra iktidar olacağa acıyorum” diyor; koalisyon olması ihtimali için de “ANAP kesinlikle iktidar olamaz, SHP’nin çabaları iktidar için yetmez; RP, MÇP ve IDP barajı aşamazlar, Ecevit limittedir” söylemlerinde bulunuyordu. ANAP lideri Turgut Özal ise seçimden yine iktidar olarak çıkacağını belirtiyor, şunları söylüyordu: “Komünist veya aşırı dinci parti için referanduma gidilmesi gerekir”, “Türkiye ile Yunanistan arasında belirli bir yumuşama sağlanmıştır. Yakın zamanda Papandreu ile buluşabiliriz”, “Türkiye Ortak Pazar’a alınmazsa Avrupa’nın Japonya’sı olur. Bu yüzyılın sonunda Avrupa’yı yakalayacağız”, “Ben işçiye karşı değilim. Kendim de işçi oldum, bizzat çalıştım”, “Türkiye’de Kürt azınlık yoktur. Kürtler bu milletin entegre bir parçasıdır. Ayrılmaz ve ayrılmayacaktır.”
İktidar mı, koalisyon mu? SHP Genel Başkanı Erdal İnönü ise önceki gün Antalya’da konuşmuştu. Meydanda “ANAP gemisini batırıp, sosyal demokratları iktidara getireceklerini” anlatan İnönü, gazetecilerle yaptığı sohbette ise İsrail’de iki zıt partinin koalisyonunu örnek göstermiş ve “Üzerimize vazife düşerse bunu da yerine getiririz” diyerek koalisyona yeşil ışık yakmayı ihmal etmemişti. Necmettin Erbakan ise “ANAP fuhuşta çağ atladı” diyerek tepkisini göstermişti. Konya ilçelerinde konuşmalar yapan RP Genel Başkanı, 4 siyasi partinin ülkeyi Batı’nın enkaz çöplüğü yapacağını söylemişti. MÇP lideri Türkeş de başka yönden tepkisini göstererek Özal ekonomisini dört ayaklı canavara benzetmiş, “İnsanlarımıza mezhep ayrımı yapmadan gereken önemi veriyoruz” demişti.
…Ve düğmeye basıldı
Tarih: 18 Kasım 1988. Tercüman gazetesinin manşeti o gün “İçte ve dışta Türkiye’ye baskı kampanyası başlatıldı… Ve düğmeye basıldı” cümlesiyle atılmıştı: “Yunanlılar ve komünistler kampanyada başı çekiyor. Avrupa Parlamentosu’na TKP için karar tasarısı sunuldu.”
Haber “içte ve dışta”ki baskılara yönelik ayrımı şu şekilde vurguluyordu:
“Dışta: Bölücü komünist iş birliği
-Protesto gösterileri
Atina’da kaçak bölücüler ile Yunan komünistleri Türkiye’ye karşı gösteri yürüyüşleri yaptı, Bonn’da da TKP ve TİP üyeleri bugün ortak bir protesto yürüyüşü yapacaklar.
-Karar tasarısı
Kutlu ve Sargın’ın gözaltına alınması üzerine Avrupa Parlamentosu’ndaki komünistler harekete geçerek acilen gündeme alınması isteğiyle karar tasarısı hazırladılar, ancak tasarının acil olarak gündeme alınması reddedildi.
İçte: Türkiye’ye şantaj
-TKP dostu komünist milletvekilleri Türkiye’ye ‘Yardımı keseriz’ ve ‘geniş çaplı protesto’ tehditlerini savurdular.
-Kutlu ve Sargın’ın avukatları TKP’liler için ‘Düşünce ve örgütlenme özgürlüğü’ istediler. DGM Savcısı’nı eleştirdiler.”
Bu detaylar verilirken “Bunlar da TKP’nin avukatları” başlığıyla yayımlanan bir de fotoğraf vardı Tercüman’ın ilk sayfasında. Fotoğraf altı yazı şöyleydi: “Haydar Kutlu ve Nihat Sargın’ın avukatları dün Ankara’da bir basın toplantısı düzenlediler. Avukatlar ‘Müvekkillerimiz uygar dünyanın kabul ettiği biçimde insan hakları ve demokratik özgürlükler çerçevesinde düşünme özgürlüğünün gereği olan haklarını kullanmak üzere yurda gelmişlerdir’ dediler.”
Peki siyasilerin tepkileri ne yöndeydi? Tercüman, tepkilere de ayrıca yer veriyordu:
“Evren: ‘Bunlar bir merkezden yönetiliyorlar.’ Cumhurbaşkanı Evren, TBKP’lilerin Türkiye’yi karıştırmak ve istikrarını bozmak için geldiklerini söyledi.”
“Keçeciler: ‘Ay yıldızlı bayrağımızın yerine orak-çekiç görmek isteyenler hayal içindedir.’”
“Dülger: ‘TKP ile demokrasiyi karıştırmayalım. Komünist partisi yoksa demokrasi yok demek değildir.’”
“Taşar: ‘Şehit kanları ile sulanmış bu vatan üzerinde hiçbir vatandaş komünist partisine izin vermez.’”
TKP’li Kutlu ise Tercüman’ın yayınlarından rahatsızdı. Onun da tepkisi Tercüman’a olmuştu: “TKP’li Kutlu, ‘TKP’nin kurulması için en fazla Tercüman uğraşıyor. Tercüman bize karşı kampanya açtı’ dedi.”
Tercüman gazetesinin olayı detaylandıran “Hukuk Devleti” başlıklı başyazısı ise şöyleydi:
“Sovyet beşincikolu TKP’nin ‘legalleşme’ eylemine en doğru teşhisi Sayın Cumhurbaşkanı Evren koydu. Seçim propagandası için en küçük fırsatları bile değerlendiren şöhretli politikacıların sustuğu bir ortamda Sayın Cumhurbaşkanı Evren koydu. Seçim propagandası için en küçük fırsatları bile değerlendiren şöhretli politikacıların sustuğu bir ortamda Sayın Evren TKP’nin ‘legalleşme’ eylemini hem bu eylemin siyasi amacı hem de hukuk devleti karşısındaki yeri açısından değerlendirirken Türk milletinin görüş ve duygularına tercüman olmuştur. Sadece şimdiki Anayasa’ya göre değil, 1961 Anayasası’na göre de totaliter amaçlı partiler kurmak yasaktır. TKP’liler hakkında kesinleşmiş mahkûmiyetler ve devam eden soruşturmalar vardır. Bunlar Türkiye’ye gelirken soruşturmaya tâbi tutulacaklarını biliyorlardı. Öyleyse neden geldiler? Bu sorunun cevabı, Evren’in de belirttiği gibi ‘Türkiye’yi baskıcı göstermek’tir. Nitekim bir düğmeye basılmış gibi, içte ve dışta Türkiye’yi ‘baskıcı’ gösterme ve Avrupa solunu kullanarak Türkiye’yi akıllarınca köşeye sıkıştırma eylemleri başlamış bulunuyor. Sayın Evren’in ifade ettiği gibi, ‘Avrupa’da bizim karşımızda olan bazı çevreler her işimize burunlarını sokarlar.’ Sovyet beşincikolu, dış baskılarla Türkiye’yi sıkıştırıp ‘legalleşme’yi sağladıktan sonra ‘yeni mevziler’ için yıkıcı ve sarsıcı eylemler tezgâhlamak istemektedir. TKP girişiminin siyasi yönü budur. Bir de hukuki yönü vardır. Türkiye bir hukuk devleti olduğuna göre kanunların uygulanması hiçbir baskıyla engellenemez. Yine Sayın Evren’in belirttiği gibi, Anayasa’nın 14. Madde’si hak ve hürriyetlerin demokrasiye ve ülke bütünlüğüne karşı kullanılamayacağını hükme bağlamıştır. Aynı hüküm Alman anayasa hukukunda da mevcuttur. TKP’nin amacı ise demokrasi yerine proletarya diktatörlüğü kurmaktır. Evren, bu konuşmasıyla sadece Türk milletinin duygu ve düşüncelerini dile getirmekle kalmamış, anayasal görevini ifa etmiştir. Çünkü Anayasa’nın 104. Maddesi Cumhurbaşkanı’na ‘Anayasa’nın uygulanmasını gözetme’ görevini vermiştir. Bu makam, gerçekten bir ‘korkuluk makamı değildir. Bu makam, sembol de değildir.’ Görev ve sorumlulukları vardır. Görev ve sorumlulukları müdrik bir Cumhurbaşkanı olarak Evren’in bu onurlu konuşması Türk milletine güven vermiştir ve hukuk devleti fikrini güçlendirmiştir. TKP konusunda hukukun gereği neyse o yapılacaktır.”
Atam, tam 80 yaşındasın
10 Kasım 1961 sabahı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde özel bir yere sahip olan bu günde, Tercüman gazetesi okurlarına bir dönüm noktasını hatırlatıyor. Atatürk’ün eşsiz liderliği ve cumhuriyetin temellerini attığı günler hâlâ canlı; halkın yüreğinde onun ideallerine bağlılık ve yenilenen vazife bilinci dalga dalga yayılıyor. O gün sayfalarında sadece bir anma değil, aynı zamanda bu mirasın bugün için taşıdığı anlam ve sorumluluk da yer alıyor. Manşet “Atam, tam 80 yaşındasın” cümlesiyle yapılıyor Tercüman gazetesinde. Asla ölmeyecek bir mirası hatırlatmak için…
Peki Ulu Önder’in anıldığı bu günde, 27 Mayıs 1960 Darbesi’nin etkileri hâlâ çok canlıyken kamusal alanda neler oluyordu?
Cemal Gürsel parti liderleriyle bugün yeniden görüşecekti. Tercüman şöyle anlatıyordu: “Partiler arasındaki fikir ayrılıkları yüzünden Başbakan’ın tayini ve hükûmetin teşkili bir türlü gerçekleşememektedir. Dünkü beyanlara rağmen Başbakan’ın fikri bugün de belli olmamıştır. (…) Cumhurbaşkanı Gürsel’in riyasetinde yapılacak toplantıda koalisyon teşkili hakkında son karar verilecektir. CKMP koalisyona girmeme kararını daha önce muhtelif vesilelerle açıkladığı için hükûmeti teşkil etme diğer üç parti arasında (AP, CHP, YTP) halledilecektir. CKMP müstakil kalma kararı yarın yapılacak toplantıda alınacak kararlara tesir edecektir. Değişmeli Başbakanlık sisteminin yarınki görüşmelerin ağırlık merkezini teşkil edeceği de şüphelidir.”
Siyasi düzlem belirsizliklerle devam etse de Atatürk bugün törenlerle anılıyordu: “Büyük Kurtarıcı Ulu Önder Atatürk’ün 23’ünçü yol dönümüdür. Bu münasebetle yurdun her köşesinde olduğu gibi, şehrimizde de muhtelif anma törenleri tertip edilmiştir. Saat 09.05 geçe Anıtkabir’de başlayacak olan törene Cumhurbaşkanı, Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisi Başkanları, Başbakan Vekilli, Genelkurmay Başkanı, Kuvvetler Komutanları, Bakanlar Kurulu Üyeleri, Senato ve Milletvekili, Başkanvekilleri ile Meclis’te temsilcisi bulunan siyasi partilerin liderleri, genel sekreterleri, askerî erkânı, basın ve siyasi partiler ile kurumlar temsilcileri, öğrenci, temsilcileri iştirak edecektir. Aziz Atamızın 23’üncü ölüm yıl dönümünde kortejde bir değişiklik yapılmasına karar verilmiş ve 1938 senesinden bu yana ilk olarak Kuvvetler Komutanları’nın yeri Bakanlar Kurulu’ndan önceye alınmıştır. Saat 9’u beş geçe çalınacak (Tili) borusu ile Türkiye’nin her köşesinde olduğu gibi Anıtkabir’de de bayraklar yarıya indirilecek, vasıtalar ve fabrikalar iki dakika süre ile düdüklerini çalacaklar ve törenlere katılacaklar saygı duruşunda buluşacaklardır. Anıtkabir saat 13.00’ten itibaren halkın ziyaretine açılacaktır. Bu arada sabah Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi şehrimiz okullarında da bu yıl geçen senelerden daha muazzam törenler yapılacaktır. Saat 17.30’da Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde tertip edilen toplantıda ise muhtelif konservatuar talebeleri tarafından Atatürk Oratoryosu temsil edilecektir. İstanbul’da İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Ulu Önder Atatürk’ün ölüm yıl dönümü münasebetiyle Fen Fakültesi Konferans Salonu’nda büyük bir tören tertiplemiştir. 09.05’te saygı duruşunu müteakip Atatürk’ün gençliğe hitabesi, gençliğin Ata’ya cevabı tekrarlanacak ve rektörün konuşmasıyla programa devam edilecektir. Rektörden sonra bir öğretim üyesi ve İ.Ü.T.B Başkanı Ayhan Efeoğlu konuşacak, müteakiben de öğrenciler tarafından şiirler okunacaktır. Program üniversite bahçesindeki Atatürk heykeline ve Turan Emeksiz’in şehit düştüğü yerlere çelenkler konulduktan sonra son bulacaktır.”
Ayrıca Tercüman’da Haldun Taner’in “Atatürk Kandırılmaz” başlıklı başyazısı da ilk sayfada yayımlanmıştı. “Mephistofeles’in getirip önüne serdiği dünyanın gelmiş geçmiş bütün nimetlerine sırt çeviren, bütün nimetlerine sırt çeviren, hatta Gretchen’e, Helena’ya bile kapılmayan, bütün duygu ve sevk tuzaklarına kanmayan Faust, Şeytan’la girdiği bahsi sonunda ne uğruna kaybeder? Bataklıkları kurutup milyonlarca insana yaşama alanı sağlamak, özgür bir yurtta özgür insanlar içinde yaşamak özlemi uğruna. Yeryüzünde, yeraltında ‘Gitme, dur, sen çok güzelsin’ diyebileceği biricik an, bunu duyduğu an olduğu için… Atatürk’ün yaptığı da bundan başka bir şey değildi. Atatürk’ün dünyanın bu köşesindeki bataklıkları kökünden kuruttuğu söylenemez. Öyle olan, o göçüp gider gitmez o bataklıklar yeniden bu kadar yayılmaz, hayatımızı tehlikeye sokacak bir sıtma denizi hâlini alamazdı….” cümleleriyle devam eden, geçmişle bugünü kıyaslayan uzunca bir yazı okurlarına arz ediliyordu.


