
Demirel “Kimseden yardım ve atıfet istemiyorum” dedi
24 Haziran 1970… Türkiye’de yine gündem gergindi. 15-16 Haziran işçi olayları ile Örfî İdare ilan edilmiş; sendikalar ile politikacılar arasındaki kriz grevlerin uzamasına sebep oluyordu. Öte yandan Başbakan Süleyman Demirel’e yönelik birtakım iddialar ortaya atılıyordu. Gelin o günlere dönelim.
Tarih, 24 Haziran 1970. İşçi hareketleri ülkenin her yerini sarmıştı. İşçi hakları, iş verenler tarafından tarumar ediliyor, sendikalar ve sivil toplum örgütleri ile işçiler bu duruma direniyordu. Grevler, eylemler vasıtasıyla dile getirilen hak talepleri, ülkenin en zorlu mücadelelerinden birini oluşturuyordu. Zira çatışmaların boyutu, siyasileşiyor; DİSK ile dönemin politikacıları arasındaki gerginlik git gide artıyordu. O günün tanıklarından biri olan dönemin önde gelen gazetesi Tercüman’ın manşetlerinden biri “Halil Tun, DİSK ve Ecevit’i suçladı” başlığıyla atılmıştı. Bu başlık ile aktarılan haber, aslında gerilimin hatlarını o günün olayları içerisinde açık bir şekilde gösteriyor gibiydi: “Türk-İş Yönetim Kurulu tarafından yurdun çeşitli illerinde mitingler düzenleyerek olayların iç yüzünün ve işçi hareketi üzerinde ‘oynanmak istenen kumarın’ açıklanması kararı alınmıştır. Yönetim kurulunun kararlarını ve görüşlerini açıklamak üzere dün bir basın toplantısı yapan Genel Sekreter Halil Tunç, Sendikalar Kanunu’nda yapılmak istenen değişiklerin yanlış anlatıldığını ileri sürmüş, DİSK’i bu arada, olaylardan sonra takındığı tutumdan dolayı CHP Genel Sekreteri Ecevit’i suçlamıştır. Tunç, sendikacılığın gelişmesi ile ilgili izahlarından sonra DİSK hakkında şunları söylemiştir: ‘Sendikalar Kanunu değişikliği aleyhinde bulunan DİSL ve ona bağlı kuruluşların iş kollarındaki işçilerin üçte birini dahi temsil etmediği kendi itiraflarıyla tescil edilmiştir. İtirazlara sebep olan noter vasıtasıyla istifa hususu Türk-İş tarafından ortaya atılan bir görüş değil, DİSK ve ona bağlı kuruluşların tüzüklerinde yer almıştır. Bu olayların teşvikçisi ve başlıca sorumlusu DİSK’tir. Hiçbir zaman Türk-İş ile dürüst mücadele metodunu seçmemiştir. Bu yüzden de güçsüzlüğün verdiği asabiyet içinde hareket etmektedir. 5 yıllık faaliyetleri sürecince 36 iş kolundan 35’inde işçinin itimadını kazanamamış bulunan DİSK kurucusu isim babası ve hamisi TİP gibi Türk işçisinden itibar görmemiştir. DİSK’in grev gücü yoktur, işgalle, boykotla hak almaya çalışmıştır.’”
Tercüman’ın manşetine taşıdığı bir diğer habere göre, Esnaf-Sanatkârlar Konfederasyonu Türk-İş’i desteklediğini bildirmişti. Haber şöyleydi: “Sıkıyönetimin ilanından sonra grev ve direnişte bulunan işçilerden İstanbul’da İzsal Döküm Sanayi Fabrikası dışında kalanlar çalışmaya başlamışlardır. İzsal’da çalışan 650 işçi, komutanlığın ‘Örfi İdare ilan edilmeden önce greve başlamıştık’ demektedirler. Saat ücretlerine 100 kuruş zam isteyen işçiler ‘7 Nisan’dan bugüne kadar grevdeyiz. İstediğimiz verilsin çalışmaya başlayalım’ demişlerdir. Öte yandan Derby Lastik Fabrikası işçileri dün sabah iş başı yamamışlar ancak saat 13.00’ten itibaren tekrar çalışmaya başlamışlardır. 15 Haziran olaylarına öncülük ettikleri iddiası ile İzmit’te yakalanan 31 işçi, askerî makamlara teslim edilmişlerdir. Askerî cezaevinde muhafaza edilen bu şahısların İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanacakları belirtilmiştir.”
Ülke bu haberlerle doluyken bir yandan Başbakan Süleyman Demirel hakkında soruşturma hazırlığı yapılıyordu. AP Ortak Grubu Başbakan Demirel hakkındaki iddiaları incelemek üzere TBMM Soruşturma Komisyonu’nun çalışmalarının devam etmesine karar vermişti. Bunun üzerine Demirel ise “Kimseden yardım ve atıfet istemiyorum” demişti. Haberi Tercüman manşetine taşıyarak detaylarına yönelik şöyle yazmıştı: “AP Ortak Grubu, dün yaptığı toplantıda Başbakan Demirel hakkındaki iddiaları incelemek üzere kurulmuş olan TBMM Soruşturma Hazırlık Komisyonu’nun çalışmalarına devam etmesine karar vermiştir. Bugün yapılacak olan TBMM toplantısında, grup olarak bu yolda oy kullanılacak ve daha evvel istifa etmiş olan, Soruşturma Hazırlık Komisyonu Başkanı İzmir Milletvekili İhsan Gürsan’ın yerine AP Niğde Milletvekili Naci Çerezci aday gösterilecektir. Demirel, grupta Soruşturma Hazırlık Komisyonu’na yapılan seçimden sonra söz almış ve şunları söylemiştir: ‘Bu zamana kadar 132’inci maddesiyle ilgili çeşitli münakaşalar yapıldı. Bu münakaşaların büyük çoğunluğu AP Genel Başkanı ve Başbakan olarak beni tahrip etme hedefine yöneldi. Bir hukuk meselesi münakaşa edilirken kaçtı, sığındı gibi istismarlar yapıldı. Hâlbuki 19. dava açılmış, herkesin söylediğini ispat fırsatı bol bol verilmişti. Kimse ortaya çıkmadı. Ve şu ana kadar bir delil ortaya koyamadı. Arkadaşlarımdan ricam şudur: Mesele hiçbir şekilde uzatılmamalı ve bize atfedilecek sebeplerden dolayı sürüncemede bırakılmamalıdır. Tetkikat bir an evvel yapılıp bir neticeye başlanmalıdır. Daha evvel de söylediğim gibi kamu hizmeti görüp de iftira ve karalarına maruz kalan tek kişi ben değilim. Beni korumanızı istemiyorum, kimseden atıfet de istemiyorum. İstediğim tek şey, adaletin ve hakkın tecellisidir. Şimdi, herkesi, dünya âlemi tekrar davet ediyorum. Herkes ne biliyorsa söylesin, söylemek kâfi değil, ortaya delil koysun. T.C. Hükûmeti Başbakanı olarak namus, fazilet ve şeref planında isnatta bulunup, kendine güvenen herkesle boy ölçüşmeye hazırım. Hiçbir füturum yoktur.”
Siyasi gündemin yanında başka sorunlar da yaşanmaktaydı. Arkeoloji Müzesi Hazine Dairesi soyulmak istenmişti. Şebeke olduğu sanılan meçhul şahıslara toplum polisi ateş açmış, sanıklar da kaçmıştı. Tercüman’ın haberi şöyle: “Dünyanın en zengin tarihî eserlerinin korunduğu İstanbul Arkeoloji Müzesi dün gece yarısı soyulmak tehlikesi atlatmıştır. Büyük bir şans eseri olarak gece bekçisinin dolaşması sırasında ortaya çıkan hadise sonunda soyguncu tahmin edilen şahıslar 10 metrelik duvardan atlayarak kaçmışlardır.”
Her vatandaş serbestçe konuşabilir
Tarih, 6 Ekim 1961. Tercüman o günün manşetini “Komite Bölükbaşı’ya verdiği cevapta diyor ki: Her vatandaş serbestçe konuşabilir. Siyasi partiler Anayasamızın teminat ve himayesi altındadır” şeklinde atmıştı. Haber şöyle devam ediyordu: “Millî Birlik Komitesi, bugün bir tebliğ yayınlayarak CKMP Genel Başkanı Osman Bölükbaşı’nın dün Konya’daki konuşmasını cevaplandırmıştır. Tebliğde her Türk vatandaşının kanunlar çerçevesinde ve ahlak telakkilerinin müsaadesi nisbetinde fikirlerini söylemekte serbest olduğu bildirilmekte ve bunu temin için de yeni Anayasa’nın hazırlandığı ifade edilmektedir. Komitenin bu tebliği aynen şöyledir: Siyasi partilerin propaganda konuşmalarında bazı partiler hiçbir kuvvetten korkmadıklarını ve pervasızca konuşabileceklerini ileri sürerek herhangi bir merciin himayesi altında siyaset yapmadıklarını belirtmekte ve bunu bir tefahür vesilesi ittihaz etmektedirler…” İleri sayfalarda bu tebliğin tamamı aynen aktarılmıştı.
Ayrıca Tercüman muhabiri Muammer Yaşar’ın bildirdiği habere göre: “Bugün Eskişehir’de binlerce vatandaşa hitap eden CKMP Genel Başkanı Osman Bölükbaşı, AP Genel Başkanı Gümüşpala’ya şiddetle çattı ve CHP’ye tarizlerde bulundu. ‘Biz her devirde erkekçe muhalefet yaptık. Doğruluğuna inandığımız her şeyi cepheden söyledik. Kimseyi dost gözükerek, arkadan vurmadık’ dedi. CKMP Genel Başkanı Eskişehir’de büyük tezahüratla karşılandı. Bölükbaşı havaalanından şehre kadar atlıların refakatinde geldi ve birkaç yerde kalabalık yüzünden ezilme tehlikesi geçirdi. CKMP Genel Başkanı beraberinde eski Millî Savunma Bakanı Hüseyin Ataman, partililer ve gazeteciler olduğu hâlde saat 14.00’te Eskişehir teşkilatının kiraladığı T.H. Yollarının eski uçağı ile Ankara’dan hareket etti.”
İç siyasette yeni Anayasa ve propaganda söylemleri tartışması gündemdeyken dış siyasette ise Mısır ile ilişkilerimiz ön planda tutuluyordu o günlerde. Tercüman tarafından “Mısır’daki haklarımızı İsviçre koruyacak” başlığıyla verilen haber şöyleydi: “Mısır’daki Türk hak ve menfaatlerini İsviçre hükûmeti koruyacaktır. Mısır hükûmeti ile münasebetlerimizin kesilmesi üzerine hükûmetimiz bu hususta İsviçre hükûmetine müracaat etmişti. İsviçre hükûmeti müracaatımızı müsait karşıladığını bildirmiştir. Bu duruma göre, Mısır’la tekrar normal siyasi münasebetler tesis edilinceye kadar, bu memleketteki Türk hak ve menfaatleri İsviçre hükûmeti tarafından korunacaktır.”
Bu ilginç tartışmaların ve gerilimlerin ardından da İstanbul’un kurtuluşu coşkuyla kutlanmaktaydı. Resmî geçitler ve törenler Tercüman vasıtasıyla halka duyuruluyor, toplumsal hafızaya kazınan 6 Ekim günü 39’uncu yıl dönümünde herkesin katılımıyla anılıyordu. “İSTANBUL’UN KURTULUŞU KUTLANIYOR” başlığıyla verilen fotoğraf eşliğinde tören ayrıntıları da aktarılmaktaydı: “Şehrimizin 39’uncu kurtuluş yıl dönümü bugün büyük bir törenle kutlanacaktır. Bu münasebetle şehir baştan başa bayraklarla donatılacak, gece de aydınlatılacaktır. Taksim Meydanı’nda yapılacak törene şehir bandosu, okullar, askerî birlikler, motorlu itfaiye müfrezesi ve cemiyetler katılacaktır.”
6-7 Eylül hakkındaki dosyalar tamamlandı
26 Eylül 1960 günü Tercüman gazetesi şöyle bir manşet attı: “6-7 Eylül hakkındaki dosyalar tamamlandı.” Başlığın devamında şunlar yazıyordu: “Yüksek Soruşturma Kurulu Umumi Heyeti bu sabah toplanarak Ankara ve İstanbul Üniversitelerinde cereyan eden olaylarla 6/7 Eylül hadiseleri ile ilgili dosyaları incelemiştir. Bu olaylar hakkındaki tahkikat tamamlanmıştır. Saat 08.55’te başlayan Umumi Heyet toplantısı 12.05’te sona ermiştir. Anayasa’yı ihlal edenlerle ilgili tahkikatı yapan Tâli Komisyon raporunu tamamlayamadığından kurul, öğleden sonra toplanamamıştır. Yüksek Soruşturma Kurulu bu sabah, iki üye hariç tam heyet hâlinde toplanmıştır. Toplantıya katılmayan üyeler sakıt iktidar mensuplarının İstanbul’daki mallarını tespit eden bir üye ile rahatsız bulunan Hikmet Kümbetlioğlu’dur. Sabah toplantı başlarken fotoğrafçılar içeri alınmış, böylece foto muhabirleri bol bol resim çekebilmişlerdir. Toplantıyı en son, her zamanki neşesi ile gene Hayrettin Şakir Perk terk etmiştir. Kurul’un kapısında gazetecileri toplu hâlde gören Başkan, ‘Merhaba çocuklar’ demiş ve gazetecilerin sorularına karşılık da ‘Bazı müteferrik işleri hallettiklerini’ söylemiştir. Öte yandan kendileri ile görüştüğümüz Kurul üyeleri Umumi Heyet’in iki günden beri Ankara, İstanbul ve 6/7 Eylül hadiselerini tahkik eden Tâli Komisyonlar tarafından ifadesi alınan şahıslarla ilgili dosyaları incelediklerini söylemişlerdir. Böylece bu olaylar hakkındaki tahkikat tamamlanmıştır. Yüksek Soruşturma Kurulu Umumi Heyeti yarın sabah tekrar toplanarak Anayasa’yı ihlal edenlerle ilgili suçları görüleceklerdir. 6-7 Eylül olaylarından dolayı suçlu görülen 12 sanık hakkında şahsi davalar da açılabilecektir. Olaylar esnasında zarar gören vatandaşlar bu konu ile ilgili olarak avukatlarına vekâletname vermeye başlamışlardır. Belirtildiğine göre 6-7 Eylül olaylarından zarar gören vatandaşın isteyecekleri tazminat 80 milyonu bulmaktadır. Olaylardan zarar görenler ayrıca manevi tazminat talebinde de bulunacaklardır. Bu konu ile ilgili olarak dün görüştüğümüz ve isminin açıklanmasını istemeyen bir avukat şunları söylemiştir: ‘Yüksek Soruşturma Kurulu sanıklara 60 milyon liralık tazminatı ödetmek istemektedir. Biz de Adliye’ye müracaat ederek uğranılan zararın tazminini isteyeceğiz. Bu bizim kanuni hakkımızdır. Davaların ayrı ayrı açılacağını sanıklar hakkında açılacak dava sayısının da binden fazla olacağını tahmin ediyorum.’ Düşüklerden tazminat talebinde bulunacak olan vatandaşlar bugünden itibaren müracaat etmeye başlamışlardır.”
Tercüman’ın ilk sayfasında dikkat çeken bir diğer başlık ise “Düşükler bütün yurtta örfi idare kuracaktı” ifadesiydi. Haberin detayları şöyle: “Adliyeye olan itimatsızlıktan doğan bu fikre ait devrik Menderes’in Bayar’a ve Bayar’ın da Menderes’e yazdığı iki mektup bir mecmuada açıklandı. Haftalık ‘SIR’ dergisinin bugün satışa çıkartılan yeni sayısında düşük Başbakan Menderes ve düşük Cumhurbaşkanı Bayar’la ilgili dikkate değer bir vesika neşredilmiştir. Düşük Başbakan 30 Mart 1960’da CHP Genel Başkanı’nın Kayseri seyahati arifesinde müntehir ve düşük İçişleri Bakanı Gedik’le görüştükten sonra bütün memlekete şamil bir örfi idare rejiminin ilanı lüzumu üzerinde Bayar’a bir mektup göndermiştir. İbret verici fikirler ihtiva eden Menderes’in mektubu ile düşük Bayar’ın buna verdiği cevabı, ‘SIR’dan iktibas ederek aynen sütunlarımızdan geçiriyoruz.” Ve Tercüman, söz konusu mektubu şu şekilde yayımlamıştı:
“Pek Sayın Cumhurbaşkanımız,
Dahiliye Vekili arkadaşımızdan vaziyet hakkındaki görüş ve mütalaayı etrafıyla öğrenmiş ve hadiselerin Ankara’da cereyan tarzını kendisinden uzun uzun dinlemiş bulunuyorum.
1. Derhâl arz edeyim ki hadiselerin üzerimde bıraktığı intibalar ve tedbir olarak düşünebildiklerimle Zati Devletlerine atfen Dahiliye Vekili arkadaşımın abana anlattıkları arasında şayanı hayret bir mutabakat mevcut.
2. Örfi idare ilanı tedbirlerden birisidir. Vakit geçmiş olmasına rağmen yeni bir bazı inkişafların bu tedbire …. (okunamamıştır) etmek iltifata şayan görülür. Hatta Örfi İdare Mahkemelerinde müspet neticeler tam olarak alınmaması ihtimali karşısında bile bu tedbirlerin yine de tesir ve kıymeti olduğuna kaniyim. Tedbirin alınması ile yani örfi idarenin ilanı ile mahkeme neticelerinin alınması arasında geçecek zaman içinde vukua gelecek türlü inkişaflar bu tedbiri diğer tedbirlerle takviye etmek veyahut bunun yerine aşka tedbirler vazetmek imkânını dahi elimizden kaçıracaktır.
3. İşte bu mülahaza iledir ki ordu müfettişi paşayı bugün sabahtan itibaren takip ettik. Şu anda kendisiyle Maraş’tan görüşebildik. Yarın akşam Ankara’da olacağını söyledi. Tabiatiyle Zatı Devletlerine vaziyeti arz etmek için mülaki olacaktır.
4. Paşadan bir cümle ile edindiğimiz malumata göre ciheti askeriyenin idare ile sıkı mesai teşrikinde bulunmasına bir tedbir olarak temas edeceğini paşa Zatı Devletlerine arz edecektir.
5. Örfi idarenin vaz’ı asayişi temin maksadına mâtuf olmayıp fikrmimce daha ziyade manevi asayiş ve siyasi tesirleri bakımından mühimdir. Ordu müfettişi yine zannıma göre asayişin muhafazası onda böyle bir tedbire daha ziyade lüzum olup olmadığı ciheti üzerinde durmaktadır. Mesele böyle alınınca tabiyatıyla örfi idare tedbirine lüzum olmadığı neticesine varılır.
6. Asayişin muhafazası endişesiyle hareket etmek ve onu temin için artık mutmain olmak, pasif tedbir almak müdafaada kalmak manasına gelir, hâlbuki memleket asyişi oldukça ağır bir darbe yemiş bulunuyor.
7. Mesele böylece kabul olununca yani müdafaada veya pasif kalınmak kabul olunduğu takdirde iş adliyece alınacak neticeye kalır. Bu bahisle iki nokta ehemmiyetle üzerinde durulmaya değer: Birincisi, İşe el koyan Adliye cihazı davayı şahsi hareketler veya tecavüzün hükûmet kapılarına gelip dayanmış olduğunu ve bir ayaklanma mahiyetinde bulunduğunu her nasılsa adli otorite her zaman olduğu gibi maalesef kavrayamamıştır. İkinci nokta ise meselenin idari tahkikatın bir müddet için devamı ile bazı neticeler alınmak mümkün iken anında adalete intikal ettirilmek suretiyle tahkikatın kısa netice vermiş olmasına sebebiyet verilmiş olmasıdır.
8. İşte maruz bu iki nokta adli takibatından bir netice zuhur etmeyeceği kanaatiyle bizleri şimdiden endişendirmek icap eder.
9. Binaenaleyh Zatı Devletlerine mülaki olduğumda bu meseleleri görüşmek veya (bu kısım okunamamıştır) ise onu tashih ettirmek imkânını henüz mevcut bulunduğunu arz eylemek isterim.
10. Onlar bugün bayram olduğu için belki yarın da mücadeleye bir ara vermiş gibiyiz. Ancak hemen başlamak ve mücadeleyi şiddetle devam ettirmek âtiye cereyan hâle göre ve vukuu melhuz hadiseler karşısında vaziyete hâkim olmak akımından son derece ehemmiyetli sayılmak icap eder. Seçim sathı mayiinde önümüzü en küçük teferruatına kadar iyiden iyiye görebilmek için melhuzu olan hatta gayrimelhuzu iyice iştikşaf etmek mevkiindeyiz. Seçimler hakkındaki mütalaayı devletlerini de Sayın Gedik’ten öğrenmiş olduğumu istidraten arz ederim. Bu hususta da isabet buyurulduğuna kaniyim. Tıpkı Zati Devletleri gibi işi oluruna bağlamak vaziyetinde olmadığımı arz eyler, hürmetle ellerinizden öperim.
A. Menderes”
Adnan Menderes’in bu mektubu haberde “Sabık iktidarın adalet cihazları hakkında iyi intibalar beslemediği malûmdu. Mektup mahkemeleri ‘dikta’ rejimine tutmaya Başvekilin kararlılığı olduğuna yeni bir örnek teşkil etmektedir. Mektuptan anlaşılıyor ki Adnan Menderes bir tehlikenin yaklaştığını fark etmişti. Fakat yanlış tahmin neticesinde, tehlikenin muhalefetten geleceğini sanmış ve kuvvet kullanarak muhalefeti ezmek istemişti. Hakikaten mevcut olan, günden güne büyüyen bu tehlikeyi kendi hareketleriyle bizzat hiç yoktan var ettiğini bir türlü kavrayamamıştı” şeklinde yorumlanmış, ardından da Celal Bayar’ın cevabı neşredilmişti:
“Sayın Başvekil Adnan Menderes,
Mesajınızı şimdi okudum. Verdiğiniz malumata teşekkür ederim. Sizinle tamamıyla mutabıkım. Malum zatın yarın akşam Ankara’ya döneceğini ben de biliyorum. Hangi mütalaa ve mülahaza ile avdet ederse etsin kendisini tenvir eder, kararı işin icabına göre veririz. Ben esasen alacağımız tedbirin maddi iaşesinden ziyade muzır propagandalara karşı olacağını ve birçok yerler için buna lüzum olduğunu düşündüğümüzü ve ayrıca da işler sürat isterken Adliye’nin içinde bulunduğu ataleti bertaraf etmek istediğimizi kendisine söylemiştim. Yarın akşam görüştükten sonra esas fikrimi Zatı Devletlerine arz ederim. Samimiyetle gözlerinden öperim.
C. Bayar.”
30 Ağustos Zafer Bayramı kutlandı
30 Ağustos Zafer Bayramı, 1972’de de coşkuyla kutlandı. Tercüman’ın ertesi günkü haberinde belirttiği üzere 30 Ağustos Zafer Bayramı bütün yurtta, dış temsilciliklerimizde ve Kıbrıs Türk Federe Devleti’nde düzenlenen törenlerle kutlanmıştı. İstanbul’da ilk tören Taksim Alanı’ndaki Atatürk Anıtı’na 1. Ordu Komutanı ve diğer yüksek rütbeli subaylar tarafından çelenk konmasıyla başlamış, daha sonra Vatan Caddesi’nde askerî birlik ve araçların gösterileri ile tören devam etmişti. Askerî bando, akşam İstanbul’un çeşitli semtlerinde düzenlenen fener alaylarına katılmış ve marşlar çalınmıştı.
Bayram münasebetiyle Genelkurmay Başkanı Orgeneral Sancar, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları, general ve amiraller bir araya gelmiş, Anıtkabir’i ziyaret etmişlerdi.
Tercüman’ın ilk sayfasında dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün açıklamaları bu coşkuyu yansıtmak adına manşetle veriliyordu: “Korutürk: ’21. yüzyıla 70 milyon nüfus ile girecek Türkiye, Orta Doğu’nun en güçlü denge ve barış unsuru olacaktır. Topraklarımızda oyun sahnelemek isteyenler bu yakın tarihi hatırlamalıdır.’” Zira dönemin siyasi gerginliği bayramın coşkusuna da yansıyordu. Bir yandan bayramı kutlarken, öte yandan Korutürk “Rejimi korumak azmi içindeyiz” diyerek rejime dair endişelere bir nevi cevap veriyordu.