6-7 Eylül hakkındaki dosyalar tamamlandı

26 Eylül 1960

27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nin ardından Yassıada Mahkemeleri başlamış; tutuklu olan Demokrat Parti hükûmetinde bulunun vekiller çeşitli konularda yargılanmaktaydı. 6-7 Eylül Olayları da bu konulardan biriydi. 26 Eylül 1960’ta yaşananları gelin, Tercüman tanıklığıyla inceleyelim.

26 Eylül 1960 günü Tercüman gazetesi şöyle bir manşet attı: “6-7 Eylül hakkındaki dosyalar tamamlandı.” Başlığın devamında şunlar yazıyordu: “Yüksek Soruşturma Kurulu Umumi Heyeti bu sabah toplanarak Ankara ve İstanbul Üniversitelerinde cereyan eden olaylarla 6/7 Eylül hadiseleri ile ilgili dosyaları incelemiştir. Bu olaylar hakkındaki tahkikat tamamlanmıştır. Saat 08.55’te başlayan Umumi Heyet toplantısı 12.05’te sona ermiştir. Anayasa’yı ihlal edenlerle ilgili tahkikatı yapan Tâli Komisyon raporunu tamamlayamadığından kurul, öğleden sonra toplanamamıştır. Yüksek Soruşturma Kurulu bu sabah, iki üye hariç tam heyet hâlinde toplanmıştır. Toplantıya katılmayan üyeler sakıt iktidar mensuplarının İstanbul’daki mallarını tespit eden bir üye ile rahatsız bulunan Hikmet Kümbetlioğlu’dur. Sabah toplantı başlarken fotoğrafçılar içeri alınmış, böylece foto muhabirleri bol bol resim çekebilmişlerdir. Toplantıyı en son, her zamanki neşesi ile gene Hayrettin Şakir Perk terk etmiştir. Kurul’un kapısında gazetecileri toplu hâlde gören Başkan, ‘Merhaba çocuklar’ demiş ve gazetecilerin sorularına karşılık da ‘Bazı müteferrik işleri hallettiklerini’ söylemiştir. Öte yandan kendileri ile görüştüğümüz Kurul üyeleri Umumi Heyet’in iki günden beri Ankara, İstanbul ve 6/7 Eylül hadiselerini tahkik eden Tâli Komisyonlar tarafından ifadesi alınan şahıslarla ilgili dosyaları incelediklerini söylemişlerdir. Böylece bu olaylar hakkındaki tahkikat tamamlanmıştır. Yüksek Soruşturma Kurulu Umumi Heyeti yarın sabah tekrar toplanarak Anayasa’yı ihlal edenlerle ilgili suçları görüleceklerdir. 6-7 Eylül olaylarından dolayı suçlu görülen 12 sanık hakkında şahsi davalar da açılabilecektir. Olaylar esnasında zarar gören vatandaşlar bu konu ile ilgili olarak avukatlarına vekâletname vermeye başlamışlardır. Belirtildiğine göre 6-7 Eylül olaylarından zarar gören vatandaşın isteyecekleri tazminat 80 milyonu bulmaktadır. Olaylardan zarar görenler ayrıca manevi tazminat talebinde de bulunacaklardır. Bu konu ile ilgili olarak dün görüştüğümüz ve isminin açıklanmasını istemeyen bir avukat şunları söylemiştir: ‘Yüksek Soruşturma Kurulu sanıklara 60 milyon liralık tazminatı ödetmek istemektedir. Biz de Adliye’ye müracaat ederek uğranılan zararın tazminini isteyeceğiz. Bu bizim kanuni hakkımızdır. Davaların ayrı ayrı açılacağını sanıklar hakkında açılacak dava sayısının da binden fazla olacağını tahmin ediyorum.’ Düşüklerden tazminat talebinde bulunacak olan vatandaşlar bugünden itibaren müracaat etmeye başlamışlardır.”

Tercüman’ın ilk sayfasında dikkat çeken bir diğer başlık ise “Düşükler bütün yurtta örfi idare kuracaktı” ifadesiydi. Haberin detayları şöyle: “Adliyeye olan itimatsızlıktan doğan bu fikre ait devrik Menderes’in Bayar’a ve Bayar’ın da Menderes’e yazdığı iki mektup bir mecmuada açıklandı. Haftalık ‘SIR’ dergisinin bugün satışa çıkartılan yeni sayısında düşük Başbakan Menderes ve düşük Cumhurbaşkanı Bayar’la ilgili dikkate değer bir vesika neşredilmiştir. Düşük Başbakan 30 Mart 1960’da CHP Genel Başkanı’nın Kayseri seyahati arifesinde müntehir ve düşük İçişleri Bakanı Gedik’le görüştükten sonra bütün memlekete şamil bir örfi idare rejiminin ilanı lüzumu üzerinde Bayar’a bir mektup göndermiştir. İbret verici fikirler ihtiva eden Menderes’in mektubu ile düşük Bayar’ın buna verdiği cevabı, ‘SIR’dan iktibas ederek aynen sütunlarımızdan geçiriyoruz.” Ve Tercüman, söz konusu mektubu şu şekilde yayımlamıştı:

Pek Sayın Cumhurbaşkanımız,

Dahiliye Vekili arkadaşımızdan vaziyet hakkındaki görüş ve mütalaayı etrafıyla öğrenmiş ve hadiselerin Ankara’da cereyan tarzını kendisinden uzun uzun dinlemiş bulunuyorum.

1. Derhâl arz edeyim ki hadiselerin üzerimde bıraktığı intibalar ve tedbir olarak düşünebildiklerimle Zati Devletlerine atfen Dahiliye Vekili arkadaşımın abana anlattıkları arasında şayanı hayret bir mutabakat mevcut.

2. Örfi idare ilanı tedbirlerden birisidir. Vakit geçmiş olmasına rağmen yeni bir bazı inkişafların bu tedbire …. (okunamamıştır) etmek iltifata şayan görülür. Hatta Örfi İdare Mahkemelerinde müspet neticeler tam olarak alınmaması ihtimali karşısında bile bu tedbirlerin yine de tesir ve kıymeti olduğuna kaniyim. Tedbirin alınması ile yani örfi idarenin ilanı ile mahkeme neticelerinin alınması arasında geçecek zaman içinde vukua gelecek türlü inkişaflar bu tedbiri diğer tedbirlerle takviye etmek veyahut bunun yerine aşka tedbirler vazetmek imkânını dahi elimizden kaçıracaktır.

3. İşte bu mülahaza iledir ki ordu müfettişi paşayı bugün sabahtan itibaren takip ettik. Şu anda kendisiyle Maraş’tan görüşebildik. Yarın akşam Ankara’da olacağını söyledi. Tabiatiyle Zatı Devletlerine vaziyeti arz etmek için mülaki olacaktır.

4. Paşadan bir cümle ile edindiğimiz malumata göre ciheti askeriyenin idare ile sıkı mesai teşrikinde bulunmasına bir tedbir olarak temas edeceğini paşa Zatı Devletlerine arz edecektir.

5. Örfi idarenin vaz’ı asayişi temin maksadına mâtuf olmayıp fikrmimce daha ziyade manevi asayiş ve siyasi tesirleri bakımından mühimdir. Ordu müfettişi yine zannıma göre asayişin muhafazası onda böyle bir tedbire daha ziyade lüzum olup olmadığı ciheti üzerinde durmaktadır. Mesele böyle alınınca tabiyatıyla örfi idare tedbirine lüzum olmadığı neticesine varılır.

6. Asayişin muhafazası endişesiyle hareket etmek ve onu temin için artık mutmain olmak, pasif tedbir almak müdafaada kalmak manasına gelir, hâlbuki memleket asyişi oldukça ağır bir darbe yemiş bulunuyor.

7. Mesele böylece kabul olununca yani müdafaada veya pasif kalınmak kabul olunduğu takdirde iş adliyece alınacak neticeye kalır. Bu bahisle iki nokta ehemmiyetle üzerinde durulmaya değer: Birincisi, İşe el koyan Adliye cihazı davayı şahsi hareketler veya tecavüzün hükûmet kapılarına gelip dayanmış olduğunu ve bir ayaklanma mahiyetinde bulunduğunu her nasılsa adli otorite her zaman olduğu gibi maalesef kavrayamamıştır. İkinci nokta ise meselenin idari tahkikatın bir müddet için devamı ile bazı neticeler alınmak mümkün iken anında adalete intikal ettirilmek suretiyle tahkikatın kısa netice vermiş olmasına sebebiyet verilmiş olmasıdır.

8. İşte maruz bu iki nokta adli takibatından bir netice zuhur etmeyeceği kanaatiyle bizleri şimdiden endişendirmek icap eder.

9. Binaenaleyh Zatı Devletlerine mülaki olduğumda bu meseleleri görüşmek veya (bu kısım okunamamıştır) ise onu tashih ettirmek imkânını henüz mevcut bulunduğunu arz eylemek isterim.

10. Onlar bugün bayram olduğu için belki yarın da mücadeleye bir ara vermiş gibiyiz. Ancak hemen başlamak ve mücadeleyi şiddetle devam ettirmek âtiye cereyan hâle göre ve vukuu melhuz hadiseler karşısında vaziyete hâkim olmak akımından son derece ehemmiyetli sayılmak icap eder. Seçim sathı mayiinde önümüzü en küçük teferruatına kadar iyiden iyiye görebilmek için melhuzu olan hatta gayrimelhuzu iyice iştikşaf etmek mevkiindeyiz. Seçimler hakkındaki mütalaayı devletlerini de Sayın Gedik’ten öğrenmiş olduğumu istidraten arz ederim. Bu hususta da isabet buyurulduğuna kaniyim. Tıpkı Zati Devletleri gibi işi oluruna bağlamak vaziyetinde olmadığımı arz eyler, hürmetle ellerinizden öperim.

A. Menderes

Adnan Menderes’in bu mektubu haberde “Sabık iktidarın adalet cihazları hakkında iyi intibalar beslemediği malûmdu. Mektup mahkemeleri ‘dikta’ rejimine tutmaya Başvekilin kararlılığı olduğuna yeni bir örnek teşkil etmektedir. Mektuptan anlaşılıyor ki Adnan Menderes bir tehlikenin yaklaştığını fark etmişti. Fakat yanlış tahmin neticesinde, tehlikenin muhalefetten geleceğini sanmış ve kuvvet kullanarak muhalefeti ezmek istemişti. Hakikaten mevcut olan, günden güne büyüyen bu tehlikeyi kendi hareketleriyle bizzat hiç yoktan var ettiğini bir türlü kavrayamamıştı” şeklinde yorumlanmış, ardından da Celal Bayar’ın cevabı neşredilmişti:

Sayın Başvekil Adnan Menderes,

Mesajınızı şimdi okudum. Verdiğiniz malumata teşekkür ederim. Sizinle tamamıyla mutabıkım. Malum zatın yarın akşam Ankara’ya döneceğini ben de biliyorum. Hangi mütalaa ve mülahaza ile avdet ederse etsin kendisini tenvir eder, kararı işin icabına göre veririz. Ben esasen alacağımız tedbirin maddi iaşesinden ziyade muzır propagandalara karşı olacağını ve birçok yerler için buna lüzum olduğunu düşündüğümüzü ve ayrıca da işler sürat isterken Adliye’nin içinde bulunduğu ataleti bertaraf etmek istediğimizi kendisine söylemiştim. Yarın akşam görüştükten sonra esas fikrimi Zatı Devletlerine arz ederim. Samimiyetle gözlerinden öperim.

C. Bayar.”

30 Ağustos Zafer Bayramı kutlandı

31 Ağustos 1976
30 Ağustos Zafer Bayramı, her yıl olduğu gibi 1976’da da büyük bir coşkuyla kutlanmıştı. Tabii beraberinde dönemin siyasi gerilimlerini de taşıyarak. 1976’da Zafer Bayramı nasıl kutlandı, Tercüman’ın eşliğinde gelin birlikte bakalım.

30 Ağustos Zafer Bayramı, 1972’de de coşkuyla kutlandı. Tercüman’ın ertesi günkü haberinde belirttiği üzere 30 Ağustos Zafer Bayramı bütün yurtta, dış temsilciliklerimizde ve Kıbrıs Türk Federe Devleti’nde düzenlenen törenlerle kutlanmıştı. İstanbul’da ilk tören Taksim Alanı’ndaki Atatürk Anıtı’na 1. Ordu Komutanı ve diğer yüksek rütbeli subaylar tarafından çelenk konmasıyla başlamış, daha sonra Vatan Caddesi’nde askerî birlik ve araçların gösterileri ile tören devam etmişti. Askerî bando, akşam İstanbul’un çeşitli semtlerinde düzenlenen fener alaylarına katılmış ve marşlar çalınmıştı.

Bayram münasebetiyle Genelkurmay Başkanı Orgeneral Sancar, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları, general ve amiraller bir araya gelmiş, Anıtkabir’i ziyaret etmişlerdi.

Tercüman’ın ilk sayfasında dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün açıklamaları bu coşkuyu yansıtmak adına manşetle veriliyordu: “Korutürk: ’21. yüzyıla 70 milyon nüfus ile girecek Türkiye, Orta Doğu’nun en güçlü denge ve barış unsuru olacaktır. Topraklarımızda oyun sahnelemek isteyenler bu yakın tarihi hatırlamalıdır.’” Zira dönemin siyasi gerginliği bayramın coşkusuna da yansıyordu. Bir yandan bayramı kutlarken, öte yandan Korutürk “Rejimi korumak azmi içindeyiz” diyerek rejime dair endişelere bir nevi cevap veriyordu.

Nixon istifa etti

09 Ağustos 1974
9 Ağustos 1974’te ABD Başkanı Richard Nixon, 1972’den o güne süren Watergate Skandalı sebebiyle görevinden istifa etmişti. İlk kez bir ABD Başkanı’nın istifası söz konusu olduğu için kamuoyunda büyük bir yankı uyandıran bu olay, Tercüman’ın manşetinde de yer bulmuştu.

1972 ile 1974 arasında Richard Nixon’ın başkanlığı sırasında Amerika Birleşik Devletleri’nde siyasi bir skandal yaşandı. Skandalın adı, “Watergate Skandalı”ydı. Nixon yönetiminin, 17 Haziran 1972’de Washington, D.C’deki Watergate Ofis Binası’nda bulunan Demokratik Ulusal Komite merkezine yapılan baskındaki rolünü gizleme girişimi bu olaya ismini vermişti. Hırsızlık ve haneye tecavüz olaylarına karışan beş kişinin yakalanmasının ardından olaylar Richard Nixon’un 1972’de yeniden seçim kampanyasının bağış toplama organizasyonu olan Başkanlık Yeniden Seçilme Komitesi ile ilişkilendirildi. Daha sonraki soruşturmalar ve duruşmalar neticesinde tanıkların Nixon yönetiminin haneye tecavüz olayına karıştığını örtbas etmek için planlar yaptığını ve Oval Ofis’te sesle etkinleştirilen bir kayıt sistemi bulunduğunu ifade ettikleri ortaya çıktı. Nixon yönetiminin soruşturmaya direnmesi ise büyük bir krize yol açtı. O dönem yaşanan Watergate duruşmaları ülke çapında oldukça ilgi görmüş, kamuoyunun dikkatini çekmiş, hatta televizyonlarda yayımlanmıştı.

Ortaya çıkan çok sayıda ifşa ve Nixon’un soruşturmayı engelleme çabaları nedeniyle 1973’te Temsilciler Mecslisi’nin Nixon’a karşı azil süreci başlattı. 1974’te ise Yüce Mahkeme’nin verdiği karar doğrultusunda Nixon Oval Ofis’teki kayıtları teslim etmeye zorlandı, ardından Temsilciler Meclisi Yargı Komitesi Nixon’a yöneltilen üç suçlama maddesini onaylayınca Nixon da 9 Ağustos 1974’te istifasını verdi.

Peki bu olay Tercüman’da nasıl yankı buldu?

Aynı gün, 9 Ağustos 1974’te Tercüman’ın manşetinde “Nixon istifa etti” cümlesi dikkat çekiyordu. Haberin detayı şöyle: “Watergate skandalı sonunda bütün yardımcıları ve yakın mesai arkadaşları hakkında kanuni soruşturma açılmış bulunan Amerika Birleşik Devletleri Cumhurbaşkanı Richard Nixon uzun bir direnmeden sonra nihayet bu sabah Türkiye saati ile 04.00’da başkanlık görevinden istifa ettiğini Amerikan radyo ve televizyonlarından açıklamıştır. Nixon’un istifasını müteakip Başkan Yardımcısı Gerald Ford, Amerika Birleşik Devletleri’nin 38. Cumhurbaşkanı olarak derhâl göreve başlamıştır. Birleşik Amerika tarihinde görevinden istifa edecek ilk başkan olacak Nixon, Gerald Ford ile Beyaz Saray’ın Oval Bürosu’nda 70 dakika süren bir görüşme yapmıştır. Öte yandan bazı kongre üyeleri, Nixon’un istifa ettikten sonra yargılanmaması için girişimlerde bulunmuşlardır. Senato Demokratlar Lideri Mike Manafleld, Nixon’un yargılanmamasına muhalefet ettiğini bildirmiştir. Bir Beyaz Saray Yetkilisi, Nixon’un eli Pat ile iki kızının görevinde kalması için mücadele etmesini istediklerini ve istifaya şiddetle karşı koyduklarını söylemiştir. Nixon ailesindeki üç kadından özellikle kızı Julie Eisenhower babasının mücadele etmesini istemektedir. Nixon ailesinin üç kadını, Nixon’un istifa etmemesini istemişler ve bunun suç işlemeyi kabul anlamına geleceğini, Nixon’un hiçbir suç işlemediğini tartışmışlardır. Öte yandan eski Savunma Bakanlarından ve Gerald Ford’un yakın arkadaşı Melvin Laird, Ford’a Başkan Yardımcılığına aday olarak New York eski valisi Nelson Rockegeller’i göstermesini teklif etmiştir. Rockefeller ile bu konuda temas edilmiş ve görevi kabul edeceği öğrenilmiştir. Birleşil Amerika tarihinde ilk defa olarak Başkan ve Başkan Yardımcısı seçilmeden iş başına gelmektedir.”

Yunan mevzilerini hallaç pamuğu gibi attık

22 Temmuz 1974
20 Temmuz 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı resmen başlamıştı. Adada Türklerin yıllarca süren bağımsızlık savaşı nihayet son bulacaktı. Günler boyunca Türk ve dünya kamuoyunda konuşulan bu harekâtını Tercüman’ın 22 Temmuz 1974 yayını üzerinden gelin birlikte takip edelim.

20 Temmuz 1974… Tarihte yeni bir sayfa açıldı… Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit’in emriyle Türk Silahlı Kuvvetleri nihayet Kıbrıs’a askerî bir harekât başlatmıştı. Yunanistan hükûmetinin desteğiyle 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ta darbe gerçekleşmiş, adanın kontrolü Yunan subaylarının eline geçmişti. Türkiye Cumhuriyeti hükûmeti, bu durumun askerî müdahaleyi gerektirecek kadar mühim olduğunu belirterek harekâta hazırlanmak üzere harekete geçti. Müdahale hakkını kullanmadan önce Türkiye, İngiltere’nin yetkilileriyle görüşerek birlikte hareket etme teklifinde bulundu ve durumu müzakere etmek üzere Başbakan Bülent Ecevit 17 Temmuz’da Londra’ya İngiltere Başbakanı Harold Wilson ile görüşmeye gitti. Wilson’un haricinde İngiltere Dış İşleri Bakanı James Callaghan ve Kıbrıs meselesini görüşmek üzere orada bulunan ABD Dış İşleri Bakan Yardımcısı Joseph Sisco ile de ayrı ayrı mesele hakkında müzakerelerde bulundu. Fakat ne İngiltere ne de ABD yetkilileri bu harekâta Türkiye’nin çerçevesinden bakmaya yanaştı. O esnada Türkiye’de de Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ve Maliye Bakanı Deniz Baykal, muhalefet partilerin başkanlarıyla bir toplantı yapmış, toplantı neticesinde muhalefet liderleri hükûmetin başlatacağı harekâta destek vereceklerini bildirmişlerdi.

Türk heyeti 19 Temmuz’da Ankara’ya varınca derhâl Genelkurmay Başkanlığı’nda komutanlar ile bir toplantı yapmış, birlikte hazırlıklar gözden geçirilmişti. Bülent Ecevit bu harekâtın bir barış harekâtı olduğunu ve amaçlarının barış olduğunu özellikle vurgulayarak Bakanlar Kurulu’nu toplamıştı. Oy birliği sağlanmasıyla da Kıbrıs’a müdahale kararı alınmış oldu. Karar Genelkurmay Başkanlığı’na yazılı olarak iletildi ve 20 Temmuz sabahı harekât başladı.

Günlerce harekât anbean kamuoyunda takip edildi. 22 Temmuz 1974’te Tercüman’ın manşetleri şöyleydi: “Yunan mevzilerini hallaç pamuğu gibi attık”, “Rum kesiminde can kaybı çok”, “Yunan çıkartmasını önleyip üç harp gemisini batırdık”, “Beş tank ele geçirdik, Magrosa dâhil birçok bölge alevler içinde”, “Üçlü görüşme bekleniyor, Adada ateşkes uygulanıyor”, “Yunan halkı cundaya karşı ayaklanıyor”, “Yunanistan’a bir çılgınlık yapmaması ihtar edildi”, “Güvenlik Konseyi ateşkes isterken Rusya ‘Türkler haklı’ diyor”…

Tercüman Haber Servisleri’nin aktardıkları doğrultusunda ise haberler detaylıca verilmekteydi: “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kıbrıs Harekâtı’nın ikinci gününde adanın batı kesimindeki Türk köylerine karşı Yunan askerleri ve Millî Muhafızlar tarafından girişilen katliamları durdurmak ve Rum direniş noktalarını susturmak için kesif bir hava bombardımanı yapılmıştır. Diğer taraftan önceki gece adadaki Yunan alayının savaşa katılmasından sonra Kıbrıs’a çıkartma yapmak için yaklaşmakta olan bir Yunan konvoyu ile Türk Deniz ve Hava Kuvvetleri çarpışmış ve ağır kayıtlara uğratılan konvoyun çıkartmadan vazgeçtiği açıklanmıştır. Çeşitli yabancı ajans ve radyolardan alınan haberlerden anlaşıldığına göre Türk-Yunan donanmaları arasındaki savaşa uçaklar da katılmıştır. Ve Yunan konvoyuna refakat eden savaş gemilerinden üçü batırılmıştır. Batırılan gemilerden birinin kruvazör sınıfından olduğu da bildirilmektedir. Rum Millî Muhafızları tarafından Lefkoşe’de hastaneler ve apartmanların üstüne yerleştirilen toplar, verilen bir saat mühlete rağmen sökülmeyince Türk uçaklarının bombardımana başladığı görülmüş ancak Rumlar daha sonra topları sökmeyi kabul etmişlerdir. Önceki gece yapılan çarpışmalarda Girne çıkartmasını yöneten Alay Komutanı İbrahim Karaoğlanoğlu’nun şehit düştüğü Millî Savunma Bakanlığı tarafından açıklanmıştır. İnanılır kaynaklardan alınan haberlerde Rum Millî Muhafız askerlerinin kaçtığı, yolda gördükleri barış gücü askerlerine ise ‘Bizi de alın’ diye yalvardıkları bildirilmektedir…”

Haber servisinin uluslararası duruma dair bilgiler aktardığı bir diğer haberine bakalım: “İngiliz hükûmetine yakın çevreler tarafından bildirildiğine göre Kıbrıs anlaşmazlığının bir an evvel çözümlenmesi için İngiltere ve Amerika’nın Türkiye ve Yunanistan’a diplomatik baskı yapmaktadır. Amerika Dış İşleri Bakanı ile devamlı temas hâlinde olan İngiliz Dış İşleri Bakanı durumun vahim olduğunu söylemiş fakat ümitsiz olmadıklarını bildirmiştir. Bu sırada BBC radyosunun verdiği haberlerde Türkiye’nin Kıbrıs’taki harekâtı sınırlandırma yolunda yapılan tekliflerin adadaki Türk asıllı Kıbrıslıların mal ve can emniyetlerinin tehlikede olduğu gerekçesiyle kesinlikle reddettiğini açıklamıştır. İngiliz hükûmeti Kıbrıs anlaşmazlığında Yunanistan’ı da ‘çarpışmaları Kıta Avrupası’na sıçratabilecek davranışlardan kaçınması’ için kesin bir dille uyarmıştır. Atina’daki cunta hükûmeti bütün Yunanistan’da seferberlik ilan ederken cuntaya karşı olan örgütler de harekete geçmiş ve Atina sokaklarında beyannameler dağıtarak Yunan halkını ‘ellerindeki silahları cuntaya çevirmeye’ çağırmıştır. Son üç gün içerisinde Yunan liderleri ile Atina’da üçüncü görüşmesini yapan Amerikan Dış İşleri Bakan Yardımcısı Joseph Siaco uyardığı bildirilmiştir. Siaco’nun Yunan liderleri ile görüştüğü saatlerde kuzeyden gelen haberler Dedenağaç’ın tamamen boşaltıldığı anlaşılmaktadır. Diğer taraftan Sovyetler Birliği Dış İşleri Bakanı da Moskova Büyükelçimiz ile bir süre görüşmüştür.”

Peki Ankara’dan gelen haberler nasıldı? Tercüman’ın Ankara Bürosu’ndan gelen habere göre: “Bakanlar Kurulu’nun dün sabah 04.00’e kadar devam eden son toplantısından sonra bir açıklama yapan Erbakan, Yunanistan’ın ateşkesi kabul ettiğinin öğrenildiğini bildirmiştir. Türkiye’nin ateşkesi kabul edip etmeyeceğine dair açıklamanın bugün saat 10.00’da yapılacağı öğrenilmiştir. Aynı konuda Ecevit’te ‘Böyle bir haberi biz de duyduk, resmen açıklanmasını bekliyoruz’ demiştir. Yunanistan’ın ateşlese uymasından sonra bugün açıklanacak olan şartlar dâhilinde bizim de ateşkese uyacağınız öğrenilmiştir. Öte yandan alınan bilgiye göre Türkiye’nin her türlü barışçı çabaya, bütün tarafların iyi niyetle oturmaları şartı ile ve bütün tecavüzi hareketlerin durdurulması hâlinde katılmaya hazır olduğu bildirilmiştir. Öğrenildiğine göre İngiltere’nin yaptığı çağrıya uyarak ABD’nin özellikle Yunanlı yöneticilere vaki bakınan üzerine baskıya girdiğimiz sabahın ilk saatlerinde garantör devletler olarak Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın katılacakları bir toplantının bugün Londra veya Viyana’da toplanması bekleniyordu.”

Harekât hem Kıbrıs hem Türkiye hem Yunanistan hem de diğer ülkeler arasındaki siyasi tüm dinamikleri yeniden inşa ediyordu. Kıbrıs Türkleri bağımsızlık savaşı verirken Ana Vatan Türkiye’deki kardeşleri yanındaydı. Senelerdir süren zulüm, barış harekâtıyla son bulmak üzereydi artık… Gelişmeler, Tercüman’da…

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...