BM podyumunda bir retorik şov: Yedi savaş, bir Trump

Haberin Eklenme Tarihi: 26.09.2025 14:47:00 - Güncelleme Tarihi: 26.09.2025 14:50:00

New York, Eylül 2025. Birleşmiş Milletler'in 80. Genel Kurulu, tarihin en öngörülemez konuşmacısını ağırlarken, izleyicilere sıradan diplomatik söylemler yerine, Trump markasıyla garantili bir “alternatif gerçeklik” deneyimi sundu. Kürsüye çıkar çıkmaz bozulan teleprompter, âdeta metaforik bir mesaj veriyordu: “Bugün otomatik metin yok, doğaçlama bir hakikat şovu var.” Ve Trump, bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirerek, yaklaşık bir saat boyunca dinleyicileri, rakamların esnek, tarihin revize edilebilir olduğu büyülü bir dünyada gezintiye çıkardı.

Açılış: “Teknoloji bile büyüklüğüm karşısında titriyor”

Trump kürsüye gelir ama konuşamaz. Teleprompter bozulmuştur. Mizahi bir dille, BM'nin asansörlerinin ve teknolojisinin kötü durumundan şikâyet eder. Bu, mükemmel bir Trump açılışıdır. Karşılaşılan teknik bir aksaklık, anında kendi büyüklüğünü vurgulamak için bir fırsata dönüştürülür. Mesaj şudur: “O kadar güçlü bir enerji yayıyorum ki elektronik cihazlar bile dayanamıyor.” Bu, diplomatik nezaketten ziyade bir rock yıldızı havası yaratır ve konuşmanın geri kalanının geleneksel kurallara tabi olmayacağının işaretini verir.

“Barış getiren adam” söylemi: Yedi savaş, bir Trump

"Bugüne kadar yedi savaşı durdurdum." Gazze ve Ukrayna'daki savaşları durdurmak için çalıştığını ancak Hamas'ın anlaşmayı kabul etmediğini söyler. Filistin devletinin tanınmasının Hamas’a “ödül” olacağını belirtir.

“Yedi savaş” iddiası, kanıtlanması imkânsız, destansı bir iddiadır. Hangi yedi savaş? Ne zaman? Detay yok. Bu, bir siyasi destan anlatıcısı gibi, dinleyicinin hayal gücüne bırakılmıştır. Gazze konusundaki açıklaması ise klasik “Mükemmel Anlaşma” stratejisinin yeni versiyonudur: “Barışı ben getirecektim, ama onlar kabul etmedi.” Böylece hem barış yanlısı imajı korunur hem de başarısızlığın sorumluluğu başkasına atılır. Filistin devletinin tanınmasını “Hamas'a ödül” olarak çerçevelemek, karmaşık bir siyasi meseleyi, terörle mücadele söylemi içinde aşırı basitleştirmenin şaheser bir örneğidir.

Rusya-Ukrayna: “Avrupa utanmalı, ben çözeceğim”

Avrupa'nın savaş devam ederken Rus enerjisi satın almasını “utanç verici” bulur. Çin ve Hindistan'ı savaşın “başlıca finansörleri” ilan eder. Rusya'ya karşı “çok güçlü gümrük vergileri” tehdidinde bulunur. NATO ülkelerinin Rus uçaklarını düşürmesi gerektiğini söyler ancak desteğinin “duruma göre” olacağını belirtir.

Burada Trump hem eleştiren hem de çözümün tek adamı olarak konumlandıran bir strateji izler. Avrupa'ya yönelik aşağılama, onları kendi tarafında hareket etmeye zorlamanın bir yolu olarak kullanılır. “Gümrük vergileri” onun her sorun için gördüğü sihirli değnektir. Ancak asıl ustalık, NATO'ya verdiği koşullu destekte gizlidir: “Evet, düşürsünler... Belki de desteklerim.” Bu belirsizlik, müttefiklerde güven oluşturmaktan ziyade, kendi pazarlık gücünü maksimize etmeye yöneliktir. Çin ve Hindistan'ı “finansör” ilan etmek ise küresel ekonomik bağımlılıkları kasıtlı olarak görmezden gelen, yüksek sesli bir şekilde cezbedici bir suçlamadır.

İklim değişikliği: "Buzdolabına koyduğum kar tanesi yalan"

İklim değişikliğini “tarihin en büyük dolandırıcılıklarından biri” olarak nitelendirir. Paris Anlaşması'ndan çekilmekle övünür. “Radyal çevrecilerin” “tüm inekleri öldürmek istediğini” iddia eder. Bu bölüm, bilimsel konsensüsü, kişisel anekdotlar ve abartılı çarpıtmalarla alt etme sanatının bir dersidir. 1989'dan bir uyarıyı alıp, bunun gerçekleşmemesini, tüm iklim biliminin çürütülmesi olarak sunmak, tipik bir “kırmızı ringa” taktiğidir. “İnekleri öldürmek” iddiası ise retoriğin nasıl absürt noktalara taşınabileceğinin kanıtıdır. Amaç, iklim politikalarını gülünç göstermek ve endüstriyel çıkarları “akıl sağlığının” savunucusu olarak çerçevelemektir. Bu, karmaşık bir konuyu, sığ bir kültür savaşı maddesine indirgemenin en etkili yoludur.

BM, göç ve diğer düşmanlar: "Siz sorun çıkarın, ben temizleyeyim"

BM'nin “yeni sorunlar yarattığını”, özellikle de “kontrolsüz göçü” finanse ettiğini söyler. İran'a sert uyarılar yağdırır. Brezilya için “Bizimle çalışmazlarsa kötü durumda olmaya devam ederler” der. Venezuela'ya asker gönderme tehdidinde bulunur. Bu, Trump'ın “Kurumsal Suçlama ve Kişisel Kahramanlık” oyununun standart bir sahnesidir. BM gibi çok taraflı bir kurumu sorunun kaynağı olarak göstermek, uluslararası iş birliği fikrini baltalarken, kendisini bu sorunları “tek başına çözecek güçlü lider” olarak sunmasına olanak tanır. Brezilya'ya yönelik açıklaması, diplomasiden ziyade bir mafya babasının dilidir: “Bizimle iş yap, yoksa başın belada.” Venezuela tehdidi (“Sizi yok edeceğiz”) ise uluslararası diplomasi normlarını kasıtlı olarak hiçe sayarak güç gösterisinde bulunmanın bir yoludur.

Çelişkilerin ustası

Konuşmanın en büyük ironisi, sonunda yaşandı. BM'yi bir saat boyunca yerin dibine batıran Trump, Genel Sekreter Guterres'in karşısına geçip, “Ülkemiz BM'yi %100 destekliyor” dedi.

Bu çelişki, onun stratejisinin özünü oluşturur: Kuralları, kurumları ve gerçekleri, o anki retorik ihtiyaca göre esnetmek. Teleprompter bozulduğunda mizah, rakamlar gerekince esnek matematik, müttefiklere gözdağı vermek gerektiğinde tehdit... Hepsi, değişmeyen tek bir mesaja hizmet eder: “Ben olmadan hiçbir şey düzelmez, ben her şeyi düzeltirim.” 80. BM Genel Kurulu'na damgasını vuran, içerikten ziyade bu içeriksizliğin kendisiydi. Trump, bir kez daha izleyicileri bir seçim yapmaya zorladı: Ya söylediği her şeyi harfi harfine kabul edeceklerdi ya da bu retorik şovun altında yatan, daha rahatsız edici olan stratejiyi anlamaya çalışacaklardı.