Arafat’tan Abbas’a: Filistin davasında liderlik dönüşümü

Haberin Eklenme Tarihi: 23.09.2025 10:56:00 - Güncelleme Tarihi: 23.09.2025 10:58:00

Filistin davasının uluslararası arenadaki temsili, tarihsel süreç içinde liderlerin karakteri ve stratejileriyle şekillendi. Yaser Arafat'ın Birleşmiş Milletler kürsüsündeki efsanevi konuşmaları ile Mahmud Abbas'ın 2025 BM Genel Kurulu'ndaki konuşması arasındaki tezat, bu dönüşümün en çarpıcı göstergelerinden biri. Bu karşılaştırma, yalnızca retorik bir farklılıktan ziyade, Filistin siyasetinin yaşadığı derin stratejik krizi ve meşruiyet arayışındaki zafiyeti gözler önüne seriyor.

Arafat: Sömürge karşıtı mücadelenin sembolik lideri

Yaser Arafat, 1974'teki tarihi BM konuşmasına “Bugün bir elimde zeytin dalı, diğer elimde özgürlük savaşçısının silahı var. Zeytin dalını düşürmeyin.” sözleriyle başlamıştı. Bu ifade, inanılmaz bir denge ve politik derinlik sunuyordu. Arafat, burada “terörist”" olarak yaftalanan bir hareketin lideri değil, barışı arzulayan ancak haklarını elde etmek için mücadele etmekten çekinmeyecek meşru bir ulusal kurtuluş hareketinin temsilcisi olduğunu dünyaya ilan ediyordu. Konuşmasının odağında, Filistin halkının trajedisini, mülteci kamplarındaki çilesini, topraklarından edilişinin hikayesini anlatmak vardı. Sesi, jestleri ve duruşuyla bir devrimciydi. BM'de silah taşıması yasak olduğu için beline taktığı tabancanın kılıfı bile onun için bir semboldü. O, sömürgecilik karşıtı mücadelenin küresel ölçekteki son temsilcilerinden biri olarak, üçüncü dünya ülkelerinden ve Doğu Bloku’ndan güçlü bir destek alıyordu. Konuşması bir diplomatik metin olmanın ötesinde, bir meydan okuma ve varoluş mücadelesinin manifestosuydu.

Mahmud Abbas: Çıkmazdaki diplomasinin yıpranmış temsilcisi

2025 yılında BM kürsüsüne çıkan Mahmud Abbas'ın tablosu ise tamamen farklıydı. Abbas'ın konuşması, genellikle hukuki referanslarla dolu, bürokratik bir dil taşıyordu. İçeriği itibariyle haklı gerekçelere dayansa da sunuş şekli ve etkisi Arafat’ınkinden katbekat zayıftı. Abbas, “aciz” olarak nitelendirilebilecek bir tonlamayla, İsrail işgaline ve uluslararası toplumun verdiği sözlere rağmen adım atmamasına yönelik sürekli şikayetler dile getirdi. Ancak bu şikayetler, arkasında somut bir tehdit veya alternatif bir strateji barındırmıyordu.

Abbas'ın liderliği, “barış süreci” paradigmasının çöküşüyle derinden yaralandı. Oslo Anlaşmaları'nın mimarı olarak görülmesine rağmen bu sürecin Filistin'e getirdiği, yerleşimlerin genişlemesi, toprakların parçalanması ve iç siyasetteki bölünmüşlük (Hamas-Filistin Yönetimi ayrışması) oldu. Abbas'ın BM'deki konuşmaları, bu çıkmazın şüphesiz bir yansıması. Artık meydan okumak veya yeni bir vizyon sunmak yerine, statükoyu muhafaza etmeye ve uluslararası toplumu, İsrail'e karşı vaatlerini yerine getirmeye davet etmeye odaklanıyor. Bu durum, dinleyicilerde bir “acizlik1 ve “yıpranmışlık” hissi uyandırıyor. Ne yazık ki Arafat'ın temsil ettiği “devrimci ruh” yerini, sonuç alamayan bir “düzen yöneticiliği”ne bıraktı.

Lider bazında zayıflamanın nedenleri

Bu dramatik farkın arkasında yatan birkaç temel neden vardır:

Değişen uluslararası konjonktür

Arafat, Soğuk Savaş döneminde, Filistin davasının “bağlantısızlar hareketi” içinde güçlü bir destek bulduğu bir ortamda konuşuyordu. Abbas ise, ABD'nin tartışmasız üstünlüğü, Arap devletlerinin normalleşme (İbrahimi Anlaşmalar) sürecine girmesi ve küresel ilginin başka yönlere kayması gibi elverişsiz koşullarda mücadele etmek zorunda kaldı.

Stratejik çıkmaz

Arafat'ın arkasında hem diplomatik hem de silahlı mücadeleyi içeren bir strateji vardı. Abbas döneminde ise silahlı mücadele seçeneği büyük ölçüde terk edilmiş, ancak diplomatik mücadele de somut bir başarı getiremedi. Bu, liderliği “seyirci” konumuna düşürdü.

İçsel meşruiyet krizi

Abbas'ın liderliği, uzun süredir seçim yapılmaması ve halkla olan bağların zayıflaması nedeniyle sorgulanır hale geldi. Arafat ise, tartışmalı olsa da Filistin halkının büyük bir kısmı nezdinde tartışmasız bir otoriteye sahipti. Bir liderin dışarıdaki gücü, içerideki meşruiyetiyle doğrudan bağlantılı.

Nesil ve karizma farkı

Arafat, karizmatik, sembolik hareketleri güçlü bir liderdi. Abbas ise daha çok bürokrat kimliğiyle öne çıkıyor. Bu durum, halkın motivasyonu ve dünya kamuoyundaki algı üzerinde doğrudan etkiye sahip.

Yaser Arafat'ın BM'deki konuşmaları, Filistin halkının özgürlük talebinin küresel bir manifesto olarak okunmasıydı. Mahmud Abbas'ın 2025'teki konuşması ise, bu davayı sürdürme konusundaki derin stratejik krizi ve liderlik zafiyetini gösteren bir belge niteliğinde. Aradaki fark, sadece iki farklı insanın kişisel özelliklerinden kaynaklanmıyor. Aynı zamanda, başarısız olan bir barış sürecinin, iç bölünmüşlüğün ve elverişsiz küresel dengelerin yarattığı bir çıkmazın sonucu. Filistin davası, Arafat'ın zamanındaki gücünü ve dinamizmini kaybetmişse, bunun nedeni büyük ölçüde, meşru hedeflere ulaşmak için etkili bir strateji üretemeyen ve halkın ruhunu temsil etmekte zorlanan liderlik yapısı. Bu durum, Filistin halkının haklı taleplerinin gölgelenmesine neden oluyor, davayı diplomatik bir statüko sorununa indirgiyor ve nihai çözümün önündeki en büyük engellerden birini oluşturuyor.