Meclis-i Mebusan Caddesi No:35
Haberin Eklenme Tarihi: 14.10.2025 14:05:00 - Güncelleme Tarihi: 14.10.2025 14:24:00Boğaz’ın tuzlu rüzgârını taşıyan Meclis-i Mebusan Caddesi’nde, 35 numarada sessizce duran bir bina bulunuyor. 1983’te inşa edilmiş bu yapı, ilk bakışta sade bir iş binası gibi görünse de son kırk yılda İstanbul’un dönüşen kent kültürünün en canlı tanıklarından biri oldu.
Borusan’a ait olan bu yapı, 2013 ila 2019 yılları arasında dünyanın farklı şehirlerinde faaliyet gösteren kent laboratuvarları ağının İstanbul ayağına, Studio-X’e ev sahipliği yapmıştı. Bu yıllar boyunca bina, mimarlık, şehircilik ve politika alanlarının kesiştiği etkinlikler, araştırmalar ve konferanslarla dolup taştı; İstanbul’un geleceğini tartışan bir düşünce üssü hâline geldi.
2016 ve 2018 yıllarında İstanbul Tasarım Bienali’nin mekânları arasında yer alarak, yaratıcı fikirlerin kente karıştığı bir platform oldu. Şimdi ise 18. İstanbul Bienali kapsamında yeniden hayat buluyor. Bu kez “Üç Ayaklı Kedi” temasının bir durağı olarak, sanatı mekânın belleğiyle buluşturuyor.
Zemin ve asma katta yer alan sergide, Eva Fàbregas, Pilar Quinteros ve VASKOS gibi sanatçılar, farklı coğrafyalardan getirdikleri bakış açılarını İstanbul’un ruhuyla harmanlıyor. Fàbregas’ın bedensel formlara gönderme yapan organik heykelleri, Quinteros’un mimarî kalıntılara dair ironik yerleştirmeleri ve VASKOS’un malzeme üzerinden kurduğu görsel diyaloglar, binanın geçmişindeki üretim, dönüşüm ve tartışma mirasını bugüne taşıyor. Gelin, daha detaylı bakalım…
"İşçi Sınıfı" (2025) ve "İşçi" (1973) heykeli
Zemin katta en dikkat çekici eser, Pilar Quinteros’a ait. Parçalara ayrılmış mukavvadan yapılma değişken boyutlara sahip bir işçi heykeli yer alıyor ve bütün olarak değil, her bir uzuv yatay veya dikey hâlde birbirine misina ile tutturulmuş, dar bir alana sıkıştırılmış. Bu darmadağınık heykel (İşçi Sınıfı / Working Class), İstanbul’un mazisine gömülmüş bir gerçekliğe referans veriyor. Yani heykeltıraş Muzaffer Ertoran’ın 1973’te yapmış olduğu “İşçi” anıtına. Yaklaşık elli yıl boyunca kamusal alanda kalmaya çalışan bu heykelin hikâyesi maalesef ki vandallıkla mücadele ederek son buluyor. Heykelin elleri, bacakları, kolları, elindeki balyozu ve başı saldırıya uğrayarak parçalanıyor, geriye yalnız bedenden bir bölüm kalıyor. Ertoran her defasında heykeli restore ediyor fakat yine bu saldırılardan koruyamıyor. Santiagolu sanatçı Pilar Quinteros da bu heykelin ayakta kalma mücadelesine dikkat çekmek için onu yeniden kurguluyor, tekrar yaşama döndürmek için bienalin sahnesini kullanıyor. Mukavvadan tekrar yarattığı bu inşayı; yarı gerçek – yarı kurmaca belgesel filmle (içinde barındırdığı kara mizah olgusunu da canlı tutarak) hikâyeyi yeniden anlatıyor. 21 dakika 38 saniyeden oluşan bu yarı kurgu belgeselin tabii ki yönetmeni ve senaristi Pilar Quinteros. Muzaffer Ertoran’ı Ahmet Sarsılmaz canlandırıyor; yanında asistan olarak çalışan diğer heykeltraşlara ise Ayşe Bera Özcan, Aybüke Özel ve yine Pilar Quinteros can veriyor ki bu sadece rolle sınırlı kalmıyor; hakikaten de karton parçalarını (belgeselde bu parçalar kalıp olarak kullanılıyor tabii) onlar hazırlıyor. Olayın geçtiği yer de yine aynı şekilde Meclis-i Mebusan Caddesi’nin 35 numaralı binası oluyor. Her iki hikâye de gerçek, yani geçmişin hafızası ile bugünün yeniden inşası.
Bu yeniden kurguda Muzaffer Ertoran anlatıyor; “Benim zaten ne zamandır kafamda böyle bir şey vardı. Yani bir işçi çalışmam vardı. Böyle de bir talep gelince de sevindim, hay hay dedim. O zaman Almanya'ya gönderilen işçiler için burada, Tophane'de bir göçmen bürosu vardı. Tam da heykeli o göçmen bürosunun önüne yapalım dedik. Bu heykel Almanya'ya gönderdiğimiz gurbetçi işçileri temsil ediyordu. Ama biliyorsunuz, işçiyi işçi yok etti zaman içinde” diyor. Bu yok ediliş ise şöyle dökülüyor dilinden: “İşçi heykelini yaptıktan yaklaşık bir yıl sonra, daha doğrusu bir yıl içinde, önce heykelin parmaklarını kırdılar. Sonra, bu balyozu tutan elini kırdılar. Yetmedi, suratını katrana buladılar. Onunla da yetinmediler. O katrana buladıkları yüzünü düzelteceğiz diye, o bahaneyle suratını paramparça ettiler. Yani bugüne kadar sürekli bir yerlerini kırıyorlar, ben onarmaya çalışıyorum. Onlar kırıyor, ben onarıyorum. Yani bazen aklımın bir köşesinde ‘Artık bırakayım bu heykelle uğraşmayı’ diye bir fikir geçiyor ama kıyamıyorum. Sürekli bir mücadele hâlindeyiz bu heykeli yaptığımızdan beri. İşçiyi, işçi yok ediyor. Bu acı ama gerçek.”
Bir yandan anlatıp öte yandan gelen telefonlara cevap veren Ertoran, her seferinde yok olan bir parçanın haberini alıyor ve kıyamıyorum dediği yapının böylesine zarar görmesinden yılıyor. Heykel yerine kalıpların bu sefer kamusal alana yığılması hem Ertoran’ın yılgınlığının hem de bir sanat eserinin var olma savaşını topluma rağmen yeniden anlam kazanarak sürdürebileceğini simgeliyor. Ve bu hâliyle de Pilar Quinteros’un yerleştirmesi neticesinde işçinin işçiyi yok edilişi sembolik olarak bu binada tekrar hayat buluyor.
"Sızıntılar" (2025)
Asma katta ise bizi balonumsu nesnelerden oluşan birbirine bağlı bir ağ karşılıyor. “Sızıntılar” (Exudates) adlı bu yerleştirme eser, Eva Fàbregas’a ait. Barselonalı sanatçının bu eseri âdeta canlı bir varlık gibi sergi alanını kaplamış, her yerine sızmış… Zira esere ismini veren “exudates” kavramı Latincede “ter atmak” anlamına geliyor; tıp ve bitki bilim literatüründe iyileşme sürecinde salgılanan ancak fazla üretilirse bu süreci engelleyebilen özsu, reçine ya da irin gibi maddeleri tanımlamak için kullanılıyor. Eser de bu kavramın çift yönlü katmanlarını ele alarak mekâna büyüklü küçüklü parçacıklarıyla yerleşiyor, her noktasına farklı yayılıyor ya da öbekleşiyor. Eva Fàbregas mekânda eseri başarılı bir şekilde konumlandırdığı için bazen koruyucu bir kalkan bazense yok edici bir salya gibi algılayabiliyoruz lateksten yapılmış baloncukları.
"Ebediyen Dökülmek" ve "Samimiyetle Dökülenler" (2024)
Ve VASKOS… No: 35’in zemin katında ağırladığı iki sanatçı. Yani Vassilis Noulas ve Kostas Tzimoulis. Çalışmalarını Atina’da sürdüren bu iki sanatçı; performans, fotoğraf, çizim, yerleştirme, yayın ve küratoryal alanları kullanarak disiplinler arası sanat eserleri ortaya koyuyorlar. 18. İstanbul Bienali’ne konuk olan eserleri “Ebediyen Dökülmek” ve “Samimiyetle Dökülenler” ile eğlenceli bir şekilde ulusal kimlik ve cinsiyet normlarını konu alıyorlar. Rengarenk oluşturulan kompozisyon, diğer sanat eserleriyle birleştiğinde bienalin çeşitliliğini daha da çarpıcı hâle getiriyor.
Görüldüğü üzere Meclis-i Mebusan Caddesi No: 35, 18. İstanbul Bienali ile birlikte geçmişin izlerini bugünün üretimleriyle birleştiren bir belleği ortaya çıkarıyor. Bir zamanlar fikirlerin, tartışmaların ve tasarımların laboratuvarı olan bu yapı, bugün bienal kapsamında yeniden nefes alıyor. Pilar Quinteros’un yok edilen bir heykelin hikâyesinden yola çıkarak direnişi yeniden kurduğu işi, Eva Fàbregas’ın mekâna yayılan bedensel formları ve VASKOS’un kimlik ile aidiyet üzerine oyunbaz yorumları, binayı bir kez daha düşünceyle dolu bir alan hâline getiriyor. No: 35, bu sergide sadece bir mekân değil; hafızanın, dönüşümün ve direncin somut bir karşılığına dönüşüyor. “Üç Ayaklı Kedi” kendini burada da var ediyor.