Malik Derin Küçümen: “Caz benim kendimi ifade etme şeklim”
Haberin Eklenme Tarihi: 10.02.2025 14:50:00 - Güncelleme Tarihi: 10.02.2025 15:24:00Türkiye’de caz danslarının yeni nesil temsilcilerinden Malik Derin Küçümen, sanat ve bilimi birleştiren sıra dışı bir geçmişe sahip. 32 yaşında olan Malik, sanatçı ve bilim insanı bir ailenin çocuğu olarak büyüdü. Çocukluğundan itibaren klasik müzikle iç içe bir ortamda yetişse de caz müziği ve dansı hayatının merkezine yerleşti. Ancak onun yolculuğu sadece sanata değil, bilime de uzanıyordu.
İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Bölümü’nden mezun olan Küçümen, bilimsel düşünceye olan ilgisini akademik bir kariyere dönüştürmeyi planlasa da içindeki sanat tutkusu ağır bastı. Başlangıçta bu iki dünyayı bir arada yürütmeye çalıştı ancak sonunda dansın peşinden gitmeye karar verdi. Akademik ve sanatsal kariyerini harmanlayan Malik, Okan Üniversitesi’nde müzik yüksek lisansını tamamladıktan sonra, İstanbul Üniversitesi’nde sahne sanatlarında doktora programına başladı. Bunun yanı sıra, Avrupa’nın en büyük caz dans festivallerinden birinin organizasyon ekibinde yer alıyor.
Sadece akademik alanda değil, sahnede de büyük bir birikime sahip. Lindy Hop öncesinde de müzikal tiyatro ve sahne sanatları alanında geniş bir deneyimi olan Malik, Türkiye’yi uluslararası dans yarışmalarında temsil ederek tek başına, partnerleriyle ya da ekipleriyle sayısız ödül kazandı. Bu başarılarla Türkiye’de caz danslarını değer hâline getiren jenerasyonun önemli bir parçası olarak görülüyor. Ancak onun hikâyesi sadece başarılarla sınırlı değil; caz dansı, onun için bir yaşam biçimi ve kendini ifade etme yolu.
Caz: Bir alfabe, bir özgürlük alanı
"Caz, benim kendimi ifade etme şeklim" diyor Malik. "Yeteneklerimi, fikirlerimi ve duygularımı bir araya getirip dünyayla paylaşabileceğim bir alan. Kendimi, yeteneklerimi ve becerilerimi en verimli şekilde; hem kendim için, hem ailem için, hem bulunduğum komünite için, hem ülkem için, hem de dünya için en iyi bu branşta ifade edebileceğimi düşünüyorum. Hayatımda deneyimlediğim her şeyden bir parça taşıyor; müzikal tiyatro, klasik müzik, modern dans... Hepsi cazla bir bütün hâline geliyor… Caz Afro-Amerikan kültüründen doğdu, ev oraya ait ama bana da bir şekilde evimdeymişim gibi hissettiriyor."
Malik’in cazı tanımlarken kullandığı en güçlü ifadelerden biri, "evde hissettirme" duygusu. Onun için caz, bir müzik türü olmanın ötesinde bir dil, bir iletişim biçimi. Peki caz danslarını diğer dans türlerinden ayıran en büyük fark ne? Bu noktada Malik’in caz dansını tanımlarken kullandığı metaforlar, bu sanat formunun derinliğini ve doğasını anlamamıza yardımcı oluyor. "Caz aslında bir alfabe gibidir" diye açıklıyor Malik: "Bu alfabe, ritimlerin ve doğaçlamanın zenginliğiyle kişinin yaratıcı fikirlerini ortaya koymasına olanak sağlar."
Caz dansının en belirgin özelliklerinden biri, doğaçlama üzerine kurulmuş olması. Malik bunu şöyle ifade ediyor: "Bir an hazırlanıyor, bir ortam yaratılıyor ve kişi kendini ritmik bir alfabeyle ifade ediyor." Bu doğaçlamanın doğasını anlatmak için bir metafor daha kullanıyor: "Bunu bir lego setine benzetebilirim; legodur caz en nihayetinde. Bazen parça üretmek, bazen parçaları birleştirmek ama uzaktan bakıldığında akıcı ve yekpare hissettiren bir bütün.”
Doğaçlamanın sunduğu bu özgürlük alanı, dansçılara kendilerini, kimliklerini ve hikâyelerini ifade edebilecekleri sınırsız bir sahne sunuyor. Nitekim Harlem salonlarında doğan Afro-Amerikan caz dansı, başından beri sadece bir eğlence aracı değildi. Bireylerin varlıklarını, kültürlerini, dayanışmalarını ve başkaldırılarını ortaya koydukları güçlü bir ifade biçimiydi.
Tabii caz dansı yalnızca bireysel bir anlatım da değil. Asıl büyüsü insanları bir araya getirmesinde. Birlikte hareket etmeyi, ritme uyum sağlamayı ve doğaçlamanın getirdiği o anlık bağlantıyı öğretiyor. Partnerinizle kurduğunuz iletişim, müziğe verdiğiniz tepki, hepsi bir hikâye anlatmanın yolu. O yüzden caz dansı sadece bir teknik değil, kolektif bir deneyim.
İşte Jumpin’ at İstanbul festivali, tam da bu ruhu yaşatan ve farklı kültürlerden insanları bir araya getiren bir platform olarak öne çıkıyor. Peki, bu festival katılımcılarına nasıl bir deneyim sunuyor?
Jumpin’ at İstanbul: Caz ve dansın küresel buluşma noktası
Lindy Hop ve caz danslarını bir araya getiren Jumpin’ at İstanbul, dört gün süren uluslararası bir festival. Yoğun programı ve zengin içeriğiyle dansçıları, müzisyenleri ve sanatseverleri İstanbul’da buluşturuyor. Festivalin gündüz programında, uluslararası ve yerli sanatçılar dersler veriyor. Katılımcılar yalnızca tekniği değil, caz dansının ruhunu ve doğaçlamanın inceliklerini de bu derslerde keşfediyor. Seçilen sanatçılar, son yıllarda aktif olan ve gerçekten söyleyecek bir şeyleri olan isimlerden özenle belirleniyor.
Öğleden sonraları, bu sanatçılar yarışmalarda jürilik yapıyor ya da kendi seviyelerinde yarışmalarda yer alıyorlar. Akşamları ise canlı orkestralar ve özel DJ performanslarıyla partiler ve şovlar düzenleniyor. Festival boyunca caz müziğinin enerjisi hiç dinmiyor. Katılımcılar bu festivale iki farklı şekilde dâhil olabiliyor: Hem derslere hem de partilere katılmayı tercih edebilir ya da yalnızca parti programına dâhil olabilirler. Festival, yaklaşık 1000 kişinin katılımıyla 3 yıldır İstanbul Ataşehir’deki DASDAS Performans Sanatları Merkezi’nde düzenleniyor. DASDAS, festivalin ihtiyaç duyduğu hem teknik altyapıyı hem de ilham verici ortamı sunan vazgeçilmez bir mekân.
Jumpin’ at İstanbul, Malik’in söylemleri ile yalnızca bir dans festivali değil; aynı zamanda Türkiye’deki ve dünyadaki dans topluluklarının bir araya gelip buluştuğu, “bayramlaştığı” bir yer. Türkiye ve dünyanın dört bir yanından gelen dansçılar ve müzisyenler, burada yalnızca dans etmekle kalmıyor, aynı zamanda sosyalleşiyor, deneyimlerini paylaşıyor ve ortak bir dil oluşturuyorlar.
Malik, festivalin en önemli özelliklerinden birinin tarafsızlığı ve eşitliği temel bir ilke olarak benimsemesi olduğunu söylüyor: “Biz tarafsız, herkese fırsat vermeye çalışan, eşitlikçi bir etkinlik olmak için elimizden geleni yapıyoruz, sınırları zorluyoruz ve kimsenin hakkını yememeye çalışıyoruz. Burası herkesin kendini özgürce ifade edebildiği ve ters düşse de bunu barış içerisinde gerçekleştirebildiği bir yer. Bu tür bir zemin yaratmak, bizim için başından beri çok önemli bir misyon oldu.”
Bu yaklaşım, festivali yalnızca bir sanat etkinliği olmanın ötesine taşıyor; farklı kültürlerin, bakış açılarının ve dans disiplinlerinin birbirine temas ettiği gerçek bir etkileşim alanı yaratıyor. Tam da bu nedenle Jumpin’ at İstanbul; yalnızca dansçılar için değil, izleyiciler ve müzisyenler için de ilham verici bir deneyim sunuyor.
Dansın cüretkârlığına kapılmak
Festivalin en özel yanlarından bir tanesi de uluslararası dansçıları ve müzisyenleri Türkiye’de ağırlıyor olması. Her yıl Avustralya’dan Güney Kore’ye, Amerika’dan İsveç’e kadar dünyanın dört bir yanından gelen dansçılar İstanbul’da buluşuyor. Bu yıl 30 farklı ülkeden katılımcının festivale dâhil olması, etkinliğin küresel boyutunu ve caz danslarının uluslararası etkisini gözler önüne seriyor.
Jumpin’ at İstanbul, bir dans festivali olmasının yanında uluslararası dansçıların kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir platform. Her biri kendi alanında en üst seviyede olan bu profesyoneller ya da bu yolda kendini adamış yeni yetenekler, festivalde alışılmışın dışında performanslar sergiliyor.
Malik, festivalin dansçılar için özgün ve heyecan verici bir deneyim sunduğunu şu sözlerle vurguluyor: “Bu festival, dansçılar için alışılmışın dışında bir alan yaratıyor. Çoğu zaman normalde yaptıkları şeylerden daha cüretkâr olmalarını gerektiren bir alan sunuyoruz. Örneğin, bazıları son 10 yıldır kendi seviyelerinde bir yarışmaya katılmamış olabilir. Bazılarının ise kariyerlerinde böyle bir deneyimi neredeyse hiç yaşamamış olduğunu görebilirsiniz. Ama biz burada onlara, yarışmaları birer doğaçlama gösteriye dönüştürebilecekleri bir ortam hazırlıyoruz. Çünkü doğaçlama, bu dansın vazgeçilmez bir unsuru.”
Doğaçlama yarışmalar ve “jam” çemberleri, kimsenin beklemediği büyülü anların yaşanmasını sağlıyor. Malik, bu anların festivalin en değerli yanlarından biri olduğunu belirtiyor: “Örneğin, 40 yıllık kariyeri olan iki efsanevi dansçıyı bir sahnede, canlı müzik eşliğinde bir araya getiriyoruz. Daha önce hiç birlikte dans etmemiş bu iki insanın, bin kişinin önünde tamamen doğaçlama bir performans sergilemesini izlemek gerçekten eşsiz bir deneyim. Bu yalnızca dansçıların değil, izleyicilerin de unutamayacağı bir an yaratıyor.”
Jumpin’ at İstanbul, katılımcılara ve sanatçılara hem güvenli hem de özgür bir ortam sunarak, onlara kendi sınırlarını aşma imkânı veren özel bir festival. Performansların yanı sıra, festivalin organizasyon yapısı da bu özgürlükçü ve yaratıcı anlayışın bir yansıması. Buradan hareketle, festivali bu noktaya taşıyan ekibin nasıl bir ruh ve enerjiyle çalıştığını anlamak gerekiyor. Jumpin’ at İstanbul, yalnızca bir organizasyonun değil, büyük bir tutku ve özverinin eseri. Festivalin arkasındaki ekibe ve onların ortak vizyonuna yakından bakalım.
Tutkuyla büyüyen bir aile: Jumpin’ at İstanbul’un hikâyesi
Jumpin’ at İstanbul, bugün uluslararası caz dansı sahnesinde Türkiye’yi temsil eden büyük bir festival olsa da ilk çıkış noktası çok daha kişisel bir motivasyona dayanıyor. Beş kişi -Malik Derin Küçümen, yakın dostu Saner Güleç, “ağabeyimiz” dediği Gürhan Yıldız, eşi Nurbanu Demir Küçümen ve kardeşi Zihni Deniz Küçümen- bir araya gelip birlikte bir şey üretmek istiyorlardı. Hep birlikte bir etkinliğe katılmak zor oluyordu; birinin işi çıkıyor, diğeri başka bir etkinliğe gidiyordu. Bunu bir organizasyona dönüştürürlerse, her yıl bir araya gelmeyi garantileyebileceklerdi.
Malik, bu fikrin nasıl doğduğunu şöyle anlatıyor: "Aslında bu festivalin ortaya çıkış hikâyesi, biz beşimizin beraber bir şey yapmak istemesinden doğdu. Hiçbir zaman bu kadar büyüyeceğini hedeflemedik. Biz sadece beşimiz bir arada bir etkinlik düzenlemek istedik. Çünkü beşimizin toplanıp bir etkinliğe katılması veya bir etkinlikte derin, anlamlı bir zaman geçirmesi çok kolay olamayabiliyordu. Biz de dedik ki, bunu bir iş olarak yaparsak kimse bir yere gidemez, beraber oluruz.”
İşte bu basit fikir, zamanla büyük bir organizasyona dönüştü. Ancak festivalin büyümesi sadece bir etkinlik düzenleme arzusuyla değil, pandemi sonrası Türkiye’de caz dansçılarının karşılaştığı büyük engellerle de doğrudan bağlantılıydı.
Pandemi sonrası süreçte, Türk caz dansı topluluğu yurt dışı etkinliklerine katılmak konusunda ciddi zorluklarla karşılaşmaya başladı. Vize süreçleri, maddi yük ve belirsizlikler nedeniyle birçok dansçı, caz dansının en büyük ve ilham verici etkinliklerinden uzak kalmak zorunda kaldı.
Bunun üzerine ekip bu duruma seyirci kalamayarak büyük bir karar aldı: "Biz gidemiyorsak, onlar buraya gelecek."
Türkiye’de daha önce caz dansı alanında çeşitli etkinlikler düzenlenmiş olsa da çoğu küçük ve alternatif etkinlikler olarak kalıyordu. Malik ve ekibi, Türkiye’nin caz dansı sahnesinde daha güçlü bir yer edinmesi gerektiğine inanıyordu ve bu noktada kalıcı bir değişim yaratmak istediklerini şu sözlerle ifade ediyor: "Avrupa’da dünyanın en büyük etkinlikleri düzenlenirken, neden Türkiye hep küçük çaplı alternatif etkinliklerin düzenlendiği bir yer olsun? Biz de artık bu alanda öncü olalım, pandemi sonrasında Türkiye’yi bu haritada belirgin bir noktaya yerleştirelim istedik.”
Jumpin’ at İstanbul işte bu motivasyonla şekillendi: Türkiye’yi uluslararası caz dansı haritasında belirgin bir noktaya yerleştirmek.
Başlangıçta beş kişinin birlikte bir şey yapma isteğinden doğan bu festival, zamanla Türkiye’deki dansçıların dünya sahnesinde yer bulmasını sağlayan bir organizasyona dönüştü. Ancak bu süreçte yalnızca çekirdek ekibin emeği değil, büyük bir kolektif çabanın da payı vardı.
Festivalin başarısı, Türkiye ve dünya genelinde bu kültüre gönül veren birçok kişinin desteğiyle mümkün oldu. Her yıl yaklaşık 50 gönüllü ve profesyonel, sosyal medya yönetiminden tasarıma, sahne yönetiminden misafir koordinasyonuna kadar pek çok alanda festivale destek oluyor. Elif Rana Ömeroğlu, Özge Dağ, Pınar Göktaş, Görkem Eren, Mehmet Fırat Kömürcü, Umut Tohumcu, Buksil Jang ve Belfu Gülra Kaba bu isimlerden yalnızca birkaçı. Malik, bu dayanışmanın festivalin en büyük gücü olduğunu belirtiyor: "Bu festival yalnızca beş kişinin eseri değil. Bizimle birlikte çalışan, emek veren, gönülden destekleyen herkesin katkısıyla büyüyor. Caz dansları bir topluluk dansıdır ve festivalimiz de bu ruhla şekilleniyor."
Bu topluluk ruhu, sadece festivali değil, caz dansının kendisini de var eden en önemli unsurlardan biri. İnsanları bir araya getiren, hareketin ve müziğin sınırlarını zorlayan bu dans, aslında belki de herkesin içinde bir yerlerde keşfedilmeyi bekleyen bir ritim barındırıyor.
Caz dansına ilgi duyanlara bir mesaj
Malik, caz dansına ilgi duyanların aslında farkında olmadan bu dansa zaten ilgi duyduklarını düşünüyor: "Eğer müzik sizi kıpırdatıyor, ritimlerle ellerinizi çırpmak ya da ayağınızı yere vurmak hoşunuza gidiyorsa, caz dansı tam size göre. Count Basie’nin 'Jumpin’ at the Woodside' parçasını dinleyin. Eğer bu parça içinizde bir kıpırtı uyandırıyorsa, caz dansını denemenizi şiddetle tavsiye ederim. Ayrıca dans dediğiniz zaman da aklınıza zor şeyler gelmesin. Bizim düğünlerde oynadığımız oyunlardan pek de farkı yok.”
Türkiye’de caz dansı sahnesi her geçen yıl büyüyor ve gelişiyor. Jumpin’ at İstanbul gibi festivaller, yeni dansçıları bu kültüre kazandırırken, İstanbul’u uluslararası caz dansı haritasına da yerleştiriyor. Caz dansı yalnızca bir sanat değil; bir yaşam biçimi, bir topluluk ve paylaşım alanı. Eğer bu dünyaya adım atmak isterseniz, İstanbul ve diğer şehirlerde caz dansını keşfedebileceğiniz pek çok fırsat var. Stüdyo Frankie, Swing İstanbul, Swing Planet ve Hepcats gibi topluluklar bu kültüre katılmak isteyen herkese kapılarını açıyor.
Ayrıca YouTube lindy hop için 1920-1970 arası eski film klipleri ve 1990’lar sonrası yarışma kayıtları açısından zengin bir kütüphane. Merak edenler hem Türkiye hem dünyadaki lindy hop geçmişini YouTube’dan araştırabilir. Şimdi bence Malik’in önerdiği müziği açın, ritmi içinizde hissedin. Kim bilir, belki caz dansı sizin de kendinizi ifade etme yolunuzdur.