İblis’in modern tezahürü: Epstein

Haberin Eklenme Tarihi: 17.11.2025 12:32:00 - Güncelleme Tarihi: 17.11.2025 13:11:00

Görkemli malikaneler, fısıldaşan özel jetler, prestijli bilim akademileri, asırlık hanedanlar ve başkanlar... 21. yüzyılın parıltılı cephesinin ardında, insanlık tarihi kadar eski bir karanlık, modern bir maskeyle varlığını sürdürüyordu. Jeffrey Epstein, bir suçlunun ötesinde, insan ruhunun derinliklerindeki “kötülüğe meyil” ile “dizginlenemeyen nefsin” en ürkütücü modern simgesi, bir ayna oldu. Onun labirentinde kaybolanların hikâyesi, mitolojik canavarların, felsefi trajedilerin, gnostik karanlığın ve tasavvufi imtihanın, dijital çağda, lüks bir dekor içinde yeniden sahnelenişiydi. Bu, güç, haz ve suskunlukla örülmüş, ahlakın pusulasını kaybettiği karanlık bir yolculuğun hikâyesi...

Antik Yunan’da labirent hem dışarıdaki karmaşık dünyayı hem de insanın içsel kaosunu temsil ederdi. Bu labirentin merkezinde, yarı insan yarı boğa olan Minotaur; insanlığın vahşi, kontrol edilemeyen yönünün simgesi olarak beklerdi. Epstein’ın özel adaları, New York'taki malikanesi, New Mexico’daki çiftliği, bu kadim labirentin 21. yüzyıldaki tezahürleriydi. Ancak bu sefer canavar, mitolojik bir yaratık değil, insanın içindeki, güç ve hazza duyulan sınırsız iştahın taşlaşmış hâliydi. Minotaur kurbanlarını yerken; Epstein ve çevresi, masumiyeti ve insan onurunu, bir meta gibi tüketiyordu.

Mitolojideki diğer figürler de bu trajediyi aydınlatır. Lilith, itaatsiz ve sınır tanımayan arzuyu temsil eder. Medusa, bakışlarıyla taşa çevirir; tıpkı güç ve servetin, ahlaki duyarlılığı körelterek insanı etik bir heykele dönüştürmesi gibi. Epstein’ın “cazibesi”, çevresindeki bu güçlü figürleri kendi labirentine çekmeyi başardı. Onlar için o, bir canavar değil; arzularını meşrulaştıran, onlara sınırsızlıklarının bir yansımasını sunan bir ayna oldu. Bu, kötülüğün en tehlikeli hâli: Sıradan, erişilebilir ve hatta arzu edilir kılınması…

Kötülüğün lüks yüzü

Felsefe, insanın kötülük ile olan kadim dansını anlamak için sayısız harita çizmiştir. Platon, kötülüğün bir cehalet biçimi, hakikatin bilgisinden yoksunluk olduğunu söyler. Peki ya kötülük, en sofistike entelektüel ortamlarda, Harvard salonlarında, Dünya Ekonomik Forumu koridorlarında boy gösteriyorsa? Hobbes’un “homo homini lupus” (insan insanın kurdudur) sözü, Epstein’ın ağının işleyişinde somutlaşmıştı. Burada kurt; en yırtıcı hâlini, en kibar görgü kurallarıyla kamufle ediyordu.

Ancak asıl çarpıcı olan, Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” kavramının burada geçirdiği metamorfozdu. Arendt, Eichmann örneğinde, kötülüğün sıradan, bürokratik ve düşüncesiz bir eylemler silsilesinden ibaret olabileceğini göstermişti. Epstein vakası ise bize kötülüğün lüksünü anlatıyor. Kötülük, sıradan olmakla birlikte zamanda lüks, özel ve seçkin olabilir. Özel jetlerle taşınan, beş yıldızlı otellerde ağırlanan, dünyanın en güçlü isimleriyle e-posta trafiğinde hayat bulan bir kötülük.

Lawrence Krauss’un gazetecilerle nasıl başa çıkacağına dair Epstein’dan tavsiye alması, Larry Summers’ın ona “Kazançlı ve şımarıklar arasında hayat nasıl?” diye sorması... Bu diyaloglar, ahlaki sınırların nasıl buğulandığının delili âdeta. Onlar için Epstein, bir suçlu değil; güvenilir bir akıl hocası, danışman ve hatta dosttu. Bu, felsefenin en temel sorusunu tekrar sorduruyor: Ahlak, güç ve ayrıcalık karşısında neden bu kadar kırılgan? İnsan, konfor alanı ve sosyal statüsü tehdit edildiğinde, vicdanını ne kadar hızlı susturabilir?

Demiurg’un malikaneleri

Gnostik gelenek, içinde yaşadığımız maddi dünyanın kusurlu, hatta kötücül bir “demiurg” (düzenleyici tanrı) tarafından yaratıldığına inanır. Bu dünya, ruhun hapsolduğu, aldatıcı bir zindandır. Gerçek ışık (gnosis) ise ancak bu maddi perdeyi yırtarak elde edilebilir.

Epstein’ın içinde yuvalandığı sistem, bu gnostik karanlığın mükemmel bir alegorisidir. Servet, güç ve ayrıcalıkla örülmüş bu dünyada, maddi başarı en yüce değerdi. Bu çarpık “demiurg”un krallığında, ahlak, merhamet ve adalet gibi ışık unsurları naiflik veya zayıflık belirtisi olarak dışlanırken; hırs, haz, manipülasyon ve iktidar gibi karanlık unsurlar kutsanıyordu. Bu düzende, bir seks suçlusu, danışılacak bir strateji dehası, kapıları açacak bir anahtar hâline gelebiliyordu. Steve Bannon’a Avrupa siyaseti hakkında tavsiyeler vermesi, Rus diplomatlarla ABD başkanı hakkında konuştuğunu iddia etmesi, onun bu karanlık ağdaki aracı rolünü gösterir.

Gnostiklerin “ışığa dönüş” çağrısı, bu bağlamda, insanlığın içine düştüğü bu ahlaki karanlıktan bir çıkış umudunu temsil ediyor. Ancak Epstein’ın labirentindeki birçok kişi için bu ışık, karanlığın rahatlığı ve gücü karşısında sönük kalmıştı.

Büyük cihattan kaçış

Tasavvuf öğretisi, insanın en büyük yolculuğunun kendi içine, “nefs” ile olan savaşına olduğunu söyler. “Nefs-i emmare” (kötülüğü emreden nefs) aşaması, insanın bencillik, hırs, kıskançlık ve şehvetle dolu olan, sürekli doymak bilmeyen en alt benliğidir. Bu nefs, terbiye edilmezse, insanı helake sürükleyen bir canavara dönüşür.

Epstein'ın trajedisi, nefs-i emmare'nin dizginlenmediğinde bir insanı ve onun etrafındaki tüm ahlaki duvarları nasıl yerle bir edebileceğinin ibretlik bir örneğidir. O, maddi gücüyle nefsinin her arzusunu tatmin etmenin bir yolunu buldu. Daha fazla güç, daha fazla etki, daha fazla haz... Bu, hiç bitmeyen, doyumsuz bir döngüydü. Tasavvuftaki “nefs muhasebesi”, kişinin her gün kendi eylemlerini hesaba çekmesidir. Epstein ve çevresindeki seçkinler ise bu muhasebeden kaçındılar. Onların muhasebesi, borsa rakamlarıyla, siyasi kazançlarla, medyadaki yerleriyle sınırlı kaldı.

Prens Andrew’un iddialar karşısındaki tavrı, Kathryn Ruemmler’in New Jersey halkına yönelik aşağılayıcı ifadeleri, bu ahlaki çöküşün ve nefsin kibrinin küçük yansımaları. Bu, modern dünyanın “şeytanlaşmış” hâli; nefsine yenik düşmüş, ruhani bir çölün ortasında, maddi ihtişamıyla böbürlenen, büyük cihattan kaçan varlıklar...

Kötülüğün sessiz ortakları

Belki de en rahatsız edici olan, bu kötülüğün nasıl normalleştirildiğidir. E-postalardaki gündelik, samimi, hatta sıradan dil -petrol fiyatları, seçim stratejileri, kişisel dedikodular- suçun üzerini örten bir sis perdesi işlevi gördü. Bu dil, “Burada kötü bir şey yok, sadece güçlü insanlar arasında sıradan bir hayat var” mesajını veriyordu.

İnsan, sosyal bir varlık olarak, ait olduğu grubun normlarına uyma eğilimindedir. Epstein'ın çevresindeki bu “seçkin” grup, onun davranışlarını norm olarak kabul ettiğinde veya görmezden geldiğinde, bireyler için ahlaki olarak itiraz etmek inanılmaz derecede zorlaşır. Bu, “grup düşüncesi”nin (groupthink) en tehlikeli hâlidir. Noam Chomsky’den Peter Thiel’e, Arianna Huffington’dan Birleşik Arap Emirlikleri'ndeki iş insanlarına kadar uzanan bu geniş ağ, sessizlikleri ve iş birlikleriyle bu normalleştirme sürecine hizmet ettiler. Kötülük, ancak ona seyirci kaldığımız, onu normalleştirdiğimiz ve ondan faydalandığımız sürece sıradanlaşır ve güçlenir.

Labirentten çıkış yolu var mı?

Epstein vakası, insanlığa kadim bir dersi modern, dijital ve lüks bir kılıfla hatırlatıyor: İnsan, içinde hem ilahi bir kıvılcım hem de şeytani bir potansiyel barındırır. Mitolojik canavarlar aslında içimizde uyuyordur. Felsefi sorgulama, bu ikilemi anlamamız için bir pusuladır. Gnostik bakış, dünyanın aldatıcı cazibesine ve güç zehirlenmesine karşı bizi uyarır. Tasavvuf ise en büyük zaferin nefsimize karşı kazanılan içsel zafer olduğunu öğretir.

Epstein'ın labirenti, bu içsel savaşın kaybedilişinin ve “canavarlaşma”nın bir anıtı olarak duruyor. Ancak bu labirent sadece onun malikanelerinden ibaret değildi. Bu labirent, gücü kutsayan, ahlakı göreli kılan ve suskunluğu ödüllendiren bir sistemin ta kendisiydi.

Geriye kalan tek ve en önemli soru, bizlerin -bu labirentin dışındakilerin, sıradan insanların- bu karanlığa karşı ahlaki bir ışık yakıp yakamayacağımızdır. Bu, adaletin tecelli etmesi için olduğu kadar kendi insanlığımızı koruyabilmek için de bir gerekliliktir. Çünkü unutmamak gerekir ki her insanın kalbinde bir labirent ve o labirentin derinliklerinde uyuyan bir Minotaur vardır. Uyanmasına asla izin vermemek, işte hakiki büyük cihat budur.

Bu konuda 20. yüzyılın mürşid-i kâmillerinden olan bir zat-ı şahanenin fem-i muhsininden dökülenlerin insanlığa rehbetlik etmesi niyazıyla... 

Yedi başlı bir ejderhâ senin nefsin sana düşman
Onu mahvetmeye tevhîd Hudâ'dan zülfikârdır bu...

İbrahim Fahreddin Erenden (k.s)