Bağımsızlık rüyasından başkanlık sınavına: İrlanda

Haberin Eklenme Tarihi: 24.10.2025 14:18:00 - Güncelleme Tarihi: 24.10.2025 14:23:00

İrlanda, sisli tepeleri ve kadim destanları kadar derin bir demokrasi geleneğinin sınavından geçiyor. Sandık başına giden her seçmen, bir sonraki cumhurbaşkanını seçmenin yanında bir asrı aşkın bir süredir süren bağımsızlık mücadelesinin nihai hedefi olan egemen iradenin neye evrileceğine dair bir tercihte bulunuyor. Anketler, açık sözlü, sol görüşlü bağımsız aday Catherine Connolly'yi işaret ederken, ülke 1916 Paskalya Ayaklanması'nın ruhu ile 21. yüzyılın karmaşık siyasi gerçeklikleri arasında gidip gelen tarihî bir dönemece daha yaklaşıyor.

İrlanda'nın demokrasi serüveni, İngiliz egemenliğine karşı verilen kanlı bir mücadelenin ardından yazılan bir anayasa ile başladı. 1922'deki bağımsızlık, toprak bütünlüğünün kazanılmasının yanı sıra kendi kaderini tayin hakkının en somut ifadesiydi. Ancak bu genç cumhuriyet, kuruluş yıllarında iç savaşın yaralarını sarmakla ve otoriter, muhafazakâr bir siyasi kültür inşa etmekle meşguldü. Cumhurbaşkanlığı makamı, bu erken dönemde büyük ölçüde gölgeler arasında, törensel ve sembolik bir rol üstlendi.

Ancak 1990'lara gelindiğinde, İrlanda değişiyordu. Ekonomik kalkınma, Avrupa entegrasyonu ve toplumsal dönüşüm, siyasette de yeni seslerin yükselmesine olanak tanıdı. Mary Robinson'ın 1990'daki seçim zaferi, cumhurbaşkanlığı makamı için bir milattı. Robinson, ofisi, ülkenin Kuzey İrlanda ile uzlaşma, insan hakları ve çoğulculuk gibi hassas konularda sesi olan, görünür ve etkin bir platforma dönüştürdü. Onu izleyen Mary McAleese ve sonrasında Michael D. Higgins, bu mirası daha da güçlendirdi. Higgins, özellikle etik dış politika, kültür ve sosyal adalet vurgusuyla, ofisi halkın gündelik kaygılarına daha yakın bir noktaya taşıdı. Higgins'in iki dönemi, cumhurbaşkanının “yukarıdaki” bir figür olmaktan çıkıp “yanı baştaki” bir ses olabileceğini gösterdi.

Connolly: Marjinalden merkeze bir yolculuk

İşte Catherine Connolly'nin yükselişi, tam da bu evrilmiş makamın doğurduğu bir taleple şekilleniyor. 68 yaşındaki eski klinik psikolog ve avukat, uzun süre Galway milletvekili olarak marjinal bir siyasi figür olarak görülüyordu. Ancak onun açık sözlülüğü, sosyal medyada viral olan podcast'lerdeki samimi ve entelektüel duruşu, özellikle genç seçmenler arasında bir karşılık buldu. Konut krizi, sağlık sistemi ve yükselen yaşam maliyeti gibi gündelik sıkıntılarla boğuşan bir nesil için Connolly, geleneksel siyasetin klişelerinden uzak, doğrudan ve ilkeli bir ses olarak öne çıktı.

Onun kampanyası, İrlanda solunun nadir görülen bir birliğine de sahne oldu. Sinn Féin'den Yeşiller'e kadar uzanan geniş bir muhalefet yelpazesi, Connolly'nin arkasında kenetlendi. Bu, bir kişiye verilen desteğin ötesinde merkez sağ hükûmete karşı ortak bir muhalefet cephesinin tezahürüydü. Connolly'nin zaferi, Áras an Uachtaráin'e (Başkanlık Konutu) yeni bir ismin gelmesinin yanında parlamentodaki siyasi dengeler için de sert bir uyarı anlamına gelecek.

Geleneğin sancıları ve seçimin dinamikleri

Ancak bu seçim hikâyesi, Connolly'nin yükselişi ile birlikte geleneksel siyasetin yaşadığı sancıların da bir tezahürü. İktidardaki merkez sağ koalisyonunun (Fianna Fáil ve Fine Gael) yaşadığı talihsizlikler ve aday krizleri, seçimi iki atlı bir yarışa dönüştürdü. Bob Geldof, Conor McGregor gibi meşhur aday adaylarının yeterli destek bulamaması ve Fianna Fáil'in adayının bir skandal sonrası çekilmesi, siyasi sisteme duyulan güvensizliği ve kurumsal siyasetin içine düştüğü açmazı gözler önüne serdi.

Rakibi Heather Humphreys ise bu geleneğin temsilcisi olarak yarışıyor. Ancak hükûmetle olan bağları ve tartışmalardaki performansı, onu seçmen nezdinde zora soktu. Humphreys, sınır bölgesinden bir Presbiteryen olarak “birleştirici” bir figür olma potansiyelini taşısa da Connolly'nin yarattığı enerji ve heyecan karşısında zorlanıyor.

Tarih ile bugünün buluştuğu nokta

Peki, bu seçim bize İrlanda'nın bugünkü ruh hâli hakkında ne söylüyor? Seçmenlerin neredeyse yarısının kendisini iki aday tarafından da temsil edilmiş hissetmemesi, derin bir temsiliyet krizine işaret ediyor. Bu durum, düşük katılım ve yüksek geçersiz oy endişelerini de beraberinde getiriyor. Bir zamanların “Kelt Kaplanı”, bugün konut, sağlık ve eşitsizlik gibi içsel meselelerle boğuşurken, Connolly'nin Batı “militarizmi” ve Gazze'deki insani krize yönelik sert eleştirileri bir yandan bağımsızlık mücadelesinden kalma anti-emperyalist reflekslerin bir yansıması, diğer yandan da küresel bir aktör olma yolundaki bir ulusun kimlik arayışı.

İrlanda bir cumhurbaşkanı seçmiyor. Paskalya Ayaklanması'ndan bu yana ördüğü demokratik kimliğin bir sonraki sayfasını yazıyor. Catherine Connolly'nin potansiyel zaferi, bir kişinin başarısından ziyade, değişen bir toplumun, siyasetin dilinden beklentilerine kadar uzanan köklü bir dönüşümün habercisi. Sandıktan çıkacak sonuç, Phoenix Park'taki tarihî konutun yeni sakiniyle ilgili olmayacak. Bir ulusun geçmişiyle olan diyaloğunda, geleceğe dair attığı cesur bir imza olarak tarihteki yerini alacak. Tıpkı 1916'da olduğu gibi, İrlanda yine kendi kaderini şekillendirmek için sandık başında. Bu sefer silahlarla değil, oy pusulalarıyla.