06 Ağustos 2025

Yapay zekâ siyaseti ele geçiriyor: Demokrasinin geleceği tehlikede mi?

İtalya'daki Salerno Üniversitesi'nden araştırmacıların Mart ayında yayımladığı çalışma, yapay zekânın siyaset dünyasını nasıl değiştirdiğini gözler önüne seriyor. Danimarka'da chatbot lider, Yeni Zelanda'da robot politikacı... Bu gelişmeler artık bilim kurgu değil, gerçek hayat.

Salerno Üniversitesi'nden Daniele Battista ve Emiliana Mangone'nin "Societies" dergisindeki araştırması kritik bir soru soruyor: Yapay zekânın siyasetteki yükselişi demokratik katılımı güçlendiren bir araç mı, yoksa manipülasyonun yeni silahı mı?

Araştırmacıların en önemli tespiti şu: Artık "platform toplumu" çağındayız ve bu platformlar toplumu yansıtmıyor, bizzat üretiyor. Facebook, Instagram, X (Twitter) gibi devler; milyarlarca insanı, şirketleri ve devletleri birbirine bağlayarak küresel bir ekosistem yaratıyor. Bu ekosistemde ekonomik çıkarlar ve politik hesaplar sürekli çarpışıyor.

İşte bu noktada yapay zekâ devreye giriyor ve oyunun kurallarını tamamen değiştiriyor. Karmaşık verileri saniyeler içinde analiz eden, gerçek zamanlı bilgi işleyen ve her vatandaşın kişisel tercihlerini öğrenen yapay zekâ (AI) sistemleri, siyasi liderlerin halkla kurduğu ilişkiyi kökten değiştiriyor. Bu dönüşümün somut örnekleri dünya çapında karşımıza çıkıyor. Yapay zekâ destekli siyasetin örnekleri artık teorik değil, gerçek hayatta test ediliyor.

Danimarka'nın radikal deneyi: Syntetiske Parti

Computer Lars sanat kolektifi ve MindFuture Vakfı'nın kurduğu Syntetiske Parti, siyaset tarihinin en radikal deneyimlerinden birini gerçekleştirdi. Partinin lideri bir chatbot: "Leader Lars."

Eğer parti yeterli oy alabilseydi, Danimarka tüm bir ülkenin yapay zekâ tarafından yönetildiği ilk örnek olacaktı. Leader Lars insan olmadığı için seçim pusulasında yer alamıyordu ancak parti üyeleri yapay zekânın sözcülüğünü yapmaya hazırdı.

Bu durum demokratik temsil kavramını kökten sorgulayan sorular ortaya çıkarıyor: İnsan temsilciler, insan olmayan bir varlığın iradesini parlamentoda nasıl temsil edecekti? Bu gerçekten demokratik sayılabilir miydi?

Yeni Zelanda'nın öncü girişimi: Sam

Yeni Zelanda'da Sam adlı ilk siyasi robot projesi de dikkat çekici sonuçlar verdi. Bu girişim vatandaşların yaşam koşullarını iyileştirmeyi amaçlıyordu ve provokatif doğasına rağmen; Facebook, X ve diğer platformlarda milyonlarca kullanıcıyı harekete geçirmeyi başardı.

Bu örnekler gösteriyor ki yapay zekânın siyasetteki rolü giderek artıyor. Ancak bu gelişmelerin arkasında daha derin bir kriz var.

Demokraside alarm zilleri

Araştırmanın en çarpıcı bulgularından biri, demokratik katılımdaki dramatik düşüş. Rakamlar endişe verici. Son Avrupa seçimlerinde katılım %52,43'ten %51,08'e geriledi. Güney Avrupa ülkelerinde (Yunanistan, İspanya, İtalya, Malta, Portekiz) katılım %54,66'dan %47,56'ya düştü. ABD'de 2024 başkanlık seçimlerinde çekimser kalma oranı %35'e ulaştı. İngiltere'de ise seçime katılım %59,8 ile 1885'ten bu yana en düşük seviyeye indi.

Bu rakamlar basit bir "oy verme yorgunluğu" değil. Vatandaşların geleneksel siyasetle bağlarının koptuğunu gösteriyor. İşte bu noktada AI politikacıların popülaritesi anlam kazanıyor. Demokratik katılımdaki bu kriz, beraberinde yeni manipülasyon tekniklerinin doğmasına yol açtı. Eli Pariser'in "filter bubble" kavramı, dijital platformların algoritmalarının kullanıcıları sadece mevcut görüşlerini destekleyen içeriklerle karşılaştırdığını ve böylece siyasi kutuplaşmaya yol açtığını gösteriyor. Bu manipülasyon tekniklerinin gerçek hayattaki örnekleri Trump'ın Amerika'da, Bolsonaro'nun Brezilya'da, Salvini'nin İtalya'da yürüttükleri popülist kampanyalarda görülüyor.

2016 ABD seçimlerindeki Cambridge Analytica skandalı, büyük veri ve mikro-hedefleme teknikleriyle milyonlarca seçmenin zihnine nasıl girildiğini ortaya koydu. YouTube algoritmaları da benzer şekilde kullanıcıları sürekli daha radikal içeriklere yönlendirerek siyasi kutuplaşmayı körüklüyor. Zamanımızın en sinsi dijital tehdidi olan deepfake teknolojisi ise yapay zekâ sayesinde son derece gerçekçi sahte video ve ses kayıtları üreterek siyasi rakipleri karalamak ve seçim süreçlerine müdahale etmek için kullanılıyor. Yapay zekâ sistemlerinin en büyük sorunu ise "tarafsızlık" yanılsaması. Gerçekte bu sistemler eğitim verilerindeki toplumsal önyargıları öğreniyor ve büyütüyor, böylece mevcut eşitsizlikler teknoloji aracılığıyla pekişiyor. Bu karamsar tablo karşısında umut verici örnekler de var. En dikkat çekeni Estonya'nın başarı hikâyesi.

Estonya'nın dijital demokrasi modeli

Baltık ülkesi Estonya, yapay zekânın demokrasiyi nasıl güçlendirebileceğinin en parlak örneğini sunuyor. 1991'de bağımsızlığını kazandıktan sonra stratejik bir karar aldı: Geleceği teknolojiye yatırmak.

Estonya'nın e-devlet deneyleri, teknolojinin doğru kullanıldığında demokratik katılımı ve idari verimliliği nasıl artırabileceğini kanıtlıyor. Estonya modelinin en kritik özelliği şu: Yapay zekâ burada vatandaşları sistemden uzaklaştırmak yerine, daha fazla katılım sağlayacak şekilde tasarlanmış. Bu yaklaşım, Cambridge Analytica skandalının tam tersi bir felsefe benimsiyor: Teknoloji manipülasyon aracı değil, demokratik güçlendirme aracı olarak kullanılıyor.

Geleceğe dair öneriler

Araştırmacılar, yapay zekânın siyasetteki rolünün etik ve sorumlu gelişebilmesi için çok boyutlu bir yaklaşım gerektiğini vurguluyor. Bu öngörücü teknolojilerin potansiyel faydaları ile vatandaşların etik değerlerini ve temel haklarını koruma ihtiyacı arasında bir denge bulunması gerekiyor. Etkili sinerji, siyasi kurumlar, uzmanlar ve toplumun uygun etik ve düzenleyici çerçeveleri geliştirmek için aktif olarak iş birliği yapmasına bağlı olacak. Sadece özenli diyalog ve hesap verebilirlik kültürünü teşvik ederek, ortaya çıkan zorluklar ele alınabilir ve bu araçların temel değerlerin korunmasıyla uyumlu olduğu bir gelecek şekillenebilir.

Demokrasinin dijital kaderini belirlemek

Yapay zekâ ve dijital teknolojilerin entegrasyonu, tarihimizin en güçlü devrimlerinden biri. Bu dönüşüm hem umut verici fırsatlar hem de ciddi tehditler barındırıyor. Araştırmacıların vardığı sonuç net: Bu teknolojileri demokratik değerleri güçlendirmek için kullanabiliriz ama bunun için bilinçli tercihler yapmamız gerekiyor. Estonya örneği gösteriyor ki bu mümkün. Ancak Cambridge Analytica, deepfake saldırıları ve filter bubble sorunu da gösteriyor ki bu teknolojiler demokrasiyi çökertmek için de kullanılabiliyor.

Temel sorun şu ki değişimin hızı baş döndürücü. Teknolojinin hangi yöne gideceğini tahmin etmek giderek zorlaşıyor. Bugün güvenli gözüken bir sistem, yarın demokrasinin düşmanı olabilir. Bu durumda tek çıkış yolu küresel düzeyde etkili düzenlemeler. Bireysel hakları koruyan, teknolojik yeniliği insan onuruyla uyumlu hale getiren uluslararası iş birliği gerekli.

Estonya modeli mi, yoksa Cambridge Analytica kâbusu mu galip gelecek? Bu sorunun yanıtı, bugün vereceğimiz kararlarda saklı. Dijital çağda demokrasinin geleceği, teknoloji ile insan değerleri arasında kuracağımız dengeye bağlı. Bu dengeyi kurmak için zamanımız var ama sınırlı. Seçim bizim.

Kaynak: Daniele Battista and Emiliana Mangone. "Technological Culture and Politics: Artificial Intelligence as the New Frontier of Political Communication". Societies (2025): 15-75.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...