Güney Asya’nın kaderi: Sular çekilirken savaşlar mı büyüyecek?
Hidroelektrik projeler ve iklim değişikliği, Güney Asya'nın kutsal nehirlerini jeopolitik gerilim alanına dönüştürüyor. Sınır aşan sular üzerindeki rekabet, bölgenin istikrarını tehdit ederken iş birliği acil bir zorunluluk haline geliyor.
Kutsal ve hayat veren bir güç olarak görülen su, binlerce yıldır Güney Asya’nın medeniyetlerini besledi, kültürlerini şekillendirdi ve inançlarına ilham kaynağı oldu. Himalayalar’ın eteklerinden doğan İndus, Ganj ve Brahmaputra gibi nehirler, fiziksel birer su kaynağı olmanın ötesinde birer yaşam kaynağı ve milyarlarca insanın kaderini belirleyen birer güç simgesi. Ancak bu kutsal damarlar, bugün hiç olmadığı kadar tehdit altında. İklim değişikliği, artan nüfus, enerji ihtiyacı ve milliyetçi politikalar, bu kadim nehirleri birer çatışma alanına dönüştürüyor. Su, artık hayat vermenin yanı sıra, savaşların potansiyel tetikleyicisi haline geliyor.
Güney Asya, hızlı ekonomik büyüme, kentleşme ve dijitalleşmenin getirdiği muazzam bir enerji ihtiyacıyla karşı karşıya. Bu ihtiyacı karşılamak için bölge ülkeleri, gözlerini “yeşil enerji” olarak gördükleri hidroelektrik potansiyeline çevirmiş durumda. Güneş ve rüzgâr enerjisinin kesintili doğası, hidroelektriği daha istikrarlı bir temel yük kaynağı olarak cazip kılıyor. Pakistan halihazırda elektriğinin %20'sini hidroelektrikten sağlıyor ve bu oranı artırmayı planlıyor. Hindistan ise 2032'ye kadar hidroelektrik kapasitesini %50'den fazla artırmak ve önümüzdeki on yıllarda yaklaşık 200 yeni baraj inşa etmek gibi iddialı hedefler peşinde.
Ancak bu yatırım hamlesi, sınır aşan nehirler üzerinde ciddi bir gerilim yaratıyor. Örneğin, Çin'in Tibet'te Brahmaputra Nehri (Yarlung Tsangpo) üzerinde inşa etmeyi planladığı, tamamlandığında dünyanın en büyüğü olacak dev baraj, Hindistan'da büyük bir endişeyle karşılanıyor. Hindistan, Çin'in bu projesine yanıt olarak, nehrin aşağısında kendi mega barajını inşa etme planlarını hızlandırıyor. Bu, nehir üzerinde adeta bir “baraj yarışına” işaret ediyor. O.P. Jindal Global Üniversitesi'nden Hari Godara'nın da belirttiği gibi, “Ülkeler güç gösterisi yapmak, toprakları daraltmak ve komşularını zorlamak için baraj inşasını giderek daha fazla kullanıyor.” Bu durum, barajları bir enerji projesi olmaktan çıkarıp jeopolitik bir silaha dönüştürüyor.
Güven(sizlik) mimarisi
Güney Asya'nın su siyasetini zehirleyen temel unsur, derinlere kök salmış güvensizlik. Hindistan ve Pakistan arasındaki kadim Keşmir ihtilafı, Çin ve Hindistan'ın tartışmalı sınırları, Bangladeş ve Nepal'in daha büyük komşularının nüfuzundan duyduğu endişe, suyun paylaşımını neredeyse imkânsız bir diplomasi oyununa dönüştürüyor. Pasifik Enstitüsü'nün verileri, bölgedeki gerilimin boyutunu gözler önüne seriyor: 2019-2023 yılları arasında Güney Asya'da tam 191 suyla ilgili anlaşmazlık yaşandı. Bu, Orta Doğu hariç, dünyadaki diğer tüm bölgelerden daha yüksek bir rakam.
Bu güvensizlik ortamında, mevcut anlaşmalar bile işlevsiz kalabiliyor. Hindistan, Nisan 2024'te, 1960'tan beri yürürlükte olan İndus Su Anlaşması'nı bir süreliğine askıya aldı. Benzer şekilde, Bangladeşliler, Teesta Nehri'nin akışı üzerindeki Hint kontrolünü protesto etmek için sokaklara döküldü. Oregon Eyalet Üniversitesi'nden su uzmanı Aaron Wolf'un da altını çizdiği gibi, “Su kaynaklı anlaşmazlıkların en açık göstergelerinden biri, bir ülkenin yürürlükte bir anlaşma olmadan baraj inşa etmesidir.” Bölgedeki ülkeler, nehirleri ortak bir ekolojik sistem olarak görmek yerine, pazarlık masasında kullanılacak bir koz olarak değerlendiriyor.
İklim değişikliği: Oyunun kurallarını değiştiren faktör
Tüm bu gerilimleri daha da alevlendiren küresel bir tehdit var: İklim değişikliği. Himalayalar'daki buzullar, tarihte hiç olmadığı bir hızla eriyor. Bu durum, nehir akışlarını öngörülemez hale getiriyor; kısa vadede ani seller, uzun vadede ise kuraklık riski yaratıyor. Erime, aynı zamanda barajların ve yerleşim alanlarının inşa edildiği dağ yamaçlarını istikrarsızlaştırıyor, heyelan ve sel tehlikesini artırıyor. Geleneksel muson düzeninin bozulması, çiftçileri ve su yönetimini zor durumda bırakıyor.
İklim değişikliği, su kıtlığı olan bölgelerde çatışma olasılığını da artırıyor. Çin'deki Ludong Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma, su kıtlığının yaşandığı bölgelerde anlaşmazlık çıkma ihtimalinin daha yüksek olduğunu doğruluyor. Zaten dünyanın en su stresi yaşayan bölgelerinden biri olan Güney Asya'da, bu durum mevcut kırılganlıkları daha da derinleştiriyor.
Baraj projelerinin bir diğer ağır bedeli de ekolojik tahribat ve toplumsal maliyet. Barajlar, nehirleri parçalayarak sucul yaşamın göç yollarını kesiyor, habitatları yok eder ve balık stoklarını tüketiyor. Biyolojik çeşitlilik açısından zengin ve son derece kırılgan olan Himalaya ekosistemi, bu müdahalelerden en ağır şekilde etkileniyor. Ayrıca, her büyük baraj projesi, çoğunlukla yerli ve kırsal toplulukların topraklarından, geçim kaynaklarından ve kültürlerinden koparılması anlamına geliyor. Hindistan'ın planladığı barajlara yönelik yerel protestolar, bu sosyal ve ekolojik kaygıların bir yansıması.
Diplomasi ve iş birliği zorunluluğu
Peki, bu karanlık tabloya rağmen umut var mı? Tarih, su yüzünden doğrudan çıkmış bir savaş kaydetmiyor. Bu, çatışmanın kaçınılmaz olmadığını gösteriyor. Nisan ayında İndus Anlaşması askıya alınmış olsa da Hindistan'ın sel uyarılarını Pakistan ile paylaşmaya devam etmesi gibi küçük ama anlamlı iş birliği adımları mevcut.
Ancak daha güvenli bir gelecek için, bu adımların kalıcı ve kapsamlı bir diplomasiye dönüşmesi şart. Ülkelerin, su anlaşmalarını askıya almak veya iptal etmek yerine, iklim değişikliğinin yeni gerçeklerini yansıtacak şekilde güçlendirmeleri ve güncellemeleri gerekiyor. Şeffaf veri paylaşımı, ortak nehir izleme mekanizmaları ve çevresel etki değerlendirmelerinde iş birliği, güven inşasının temel taşlarını oluşturabilir.
Güney Asya bir yol ayrımında. Kutsal nehirlerinin gücünü, birbirlerine karşı kullanmak yerine, refahı ve esenliği birlikte inşa etmek için kullanmayı seçebilirler. Daha yakın bir iş birliği, barışı korurken, bu kadim nehirlerin hayat veren akışını sürdürmenin tek güvenli yolu. Su, bir lanet değil, bir lütuf olmalı. Ve bu ülkeler ancak birlikte çalışarak, bu lütfu gelecek nesiller için koruyabilirler.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.