Genel olarak Rauf Denktaş Düşüncelerini Yaşatma Derneği’nin kuruluşuna ilham veren gelişmeyi merak ediyorum. Misyonunu, temel prensiplerini, onun gibi faaliyet ya da ona yakın faaliyet gösteren diğer STK'lardan onu ayıran özellikler nelerdir? Bunu anlatır mısınız?
Rauf Denktaş Düşüncelerini Yaşatma Derneği'ni kurduğumuz dönemde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde gerçekten millî ve yerel bir derneğin eksikliği vardı. Siz de biliyorsunuz, Rauf Denktaş’a Annan Planı döneminde çok büyük haksızlıklar yapıldı. Kıbrıs için yürüttüğü siyaset hakkında ciddi bir dezenformasyon ve manipülasyon vardı. Rauf Bey 2000'deki seçimden sonra Annan Planı’nı takip eden 2005'teki seçime girmedi. Onun için kaybetti diyorlardı ancak o 50 yıllık siyasetini en üst dereceye getirdi, öyle bıraktı. Halkına da oradan teşekkür etti. Sivil hayatında da Rauf Bey kamuoyunu bilgilendirmeye, ülke siyasetine yön vermeye, özellikle millî dava ve dış siyasette önderlik yapmaya devam etti. Öyle ki Talat'a yazdığı mektupları, Annan ile ilgili Türkiye'ye mektupları, TBMM'de gelip yaptığı konuşmalar malumunuz…
Bakın Annan Planı çok önemli bir süreçti. Aslında bana göre Annan Planı barış yanlısı gibi gösteriliyordu. “Serbest dolaşım ve serbest ticaretin önünü açacaklardı ve Avrupa’ya bir evetle bağlanacaklardı” deyip Kıbrıs Türk halkının kandırıldığı ama günün sonunda hayır diyen tarafın ödüllendirilip Avrupa Birliği'ne alındığı ve Kıbrıs Türklerinin o günden bugüne gelinceye kadar izolasyonlu ambargo altında kaldığı bir süreçti aslında. Rauf Denktaş'ın tüm savunduğu şeylerin, tüm söylediklerinin aslında ne kadar doğru, ne kadar gerçek olduğu ortaya çıktı.
Biz de o dönemde millî bir dernek kuracaktık. Dedik ki, Rauf Bey'e büyük bir itibar saldırısı var. Bir yıl olmuştu kaybedeli. Yani onun bedeninden ayrıldık ama düşünce olarak yaşıyordu aramızda. Ve derneğin adını ona ithaf etmeye karar verdik.
Önce sadece sosyal medyada organize olduk ve bir anda grup 20.000 takipçi kitlesine ulaştık. Yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yaşayan 20 bin doğal üye. Düşünün bugün bu ülkede 5.000 oyla meclise girip 3 milletvekili çıkarılıyor. 20.000 üyenin bir anda Rauf Denktaş Düşüncelerini Yaşatma Derneği sayfasına üye olması, aslında Rauf Bey'e karşı olan sevginin, saygının ve itibar-i iadenin ne kadar önemli olduğunu hepimize gösterdi.
Rauf Bey ile olan kişisel bağınız hakkında neler söylemek istersiniz?
Bizi Rauf Bey okuttu, yetiştirdi, siyasete soktu. Biz onun yetiştirdiği neferlerdik. Onun yetiştirdiği neferlerden yaklaşık elli kişi olarak o bir yılın sonunda derneği kurmaya karar verdik. Derneğin adını da Rauf Denktaş Düşüncelerini Yaşatma Derneği olarak belirledik. Bu detay çok önemli. Çünkü hem Rauf Bey hem de onun düşünceleri bizim için önemliydi.
“Emanete sahip çıkacağız”
Neydi peki, Rauf Bey’in düşünceleri?
Öncelikle bize “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni kurduk. Bunu yaşatmak sizin borcunuzdur. O genç toy bir delikanlıdır. Sizlere bunu emanet ediyorum. Emanete sahip çıkın” demişti. Biz de “Emanete sahip çıkacağız” dedik. Emanetimize, yani Cumhuriyetimize. Cumhuriyet demek, demokrasi demek. Demokrasi demek, bayrak demek, vatan demek, millet demek. Dolayısıyla sınırlarımıza, bayrağımıza, vatanımıza, milletimize sahip çıkacaktık. Millî yerel bir derneğin de o gün tohumlarını hep beraber arkadaşlarımızla birlikte attık. Onlar da o dönemde kurucu başkan olarak beni tayin ettiler. Derneği kurduğumuz günlerde biliyorsunuz Türkiye'de Ergenekon, Balyoz konuları gündemdeydi. Burada herkesin Denktaş adını kullanmaktan çok korktuğu bir dönemdi. Yani o gömleği giymek aslında ateşten bir gömleği giymek gibiydi. Samimiyetle bunu söyleyebilirim. Biz giydik o gömleği, korkusuzca giydik. Arkadaşlarımızla da çalışmalarımıza başladık.
“Kitaplarımızda çocuklarımıza gerçek tarihimizi öğretmeye çalıştık”
Faaliyetleriniz, hizmetleriniz ve başarı öykülerinizden de bahsetmenizi istiyorum. Eminim bu süre zarfında zorluklarla çok karşılaşmışsınızdır. Ama burada aslında anlamaya çalıştığım şey şu: Bir misyonla ortaya çıkıyorsunuz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kurucu ilkelerini yaşatmaya çalışıyorsunuz. Burada başarı olarak saydığınız ölçüleri de görmek istiyorum. Sizin için nedir başarı, nedir başarısızlık?
Özellikle Rauf Denktaş Düşüncelerini Yaşatma Derneği’ni kurduğumuz dönemler, Mehmet Ali Talat'ların geldiği dönemler. Mehmet Ali Talatgiller, Millî Eğitim Bakanlığı'ndan oralara gelen kişiler, yani önce Eğitim Bakanı sonra Cumhurbaşkanı oldular. Mehmet Ali Talat Eğitim Bakanı’yken -yine söylüyorum- barışçı bir tarihi, kendilerince yumuşak geçişli bir tarihi çocuklarımıza aktarmak ve anlatmak kaydıyla bizim tarih kitaplarımızı değiştirdiler sevgili Melek. 1963-1974 yılları ki Kıbrıs Türkü'nün aslında en çok acı çektiği, izole olduğu, baskı altına alınıp öldürüldüğü yıllar. Bu yılları kitaplarda sadece bir cümleyle, “karanlık yıllar” olarak tanımladılar. O dönemde yaşadığımız vahşetlerin, sıkıntıların hiçbirini maalesef kitaplarda bırakmadılar. Tertemiz ettiler kitapları. Neden? Barışçı bir nesil yetişsin. Kiminle barışsın? Rumlarla, yani o dönemde bize zulüm edenlerle. Barışabilir miyiz? O ayrı bir konu, ona değiniriz birlikte ama o dönemde kitaplarımızı bu şekilde değiştirmişlerdi.
Rauf Denktaş Düşüncelerini Yaşatma Derneği'ni kurduğumuz dönemde yönetim kurulundaki arkadaşlarımızın ilk aldıkları karar şuydu: Gençlerimize anlatılmayan, aktarılmayan ya da onlardan saklanan gerçek tarihi anlatmak. Zaten Rauf Denktaş'ı anlattığınızda onun silah arkadaşlarını da anlatırsınız. Rauf Denktaş'ı anlattığınızda aslında Millî Mücadele'yi de anlatmış olursunuz. Çünkü Millî Mücadele'nin her şeyi zaten onun üzerinde kurgulanmış ve onun yönetimiyle ilerlemiş. Kod adı Toros. Biliyorsunuz, Kıbrıs Türklerinin Sayın Dr. Küçük ile başlıyor varoluş mücadeleleri. O zamanlar Volkan ve Kara Çete adlı örgütleri kurdular. Ama en son Rauf Denktaş'ın da arkadaşlarla kurduğu bir TMT kuruldu: Türk Mukavemet Teşkilatı. Orada Rauf Bey “Toros”, Dr. Küçük de “Ağrı” kod adlarını aldı. Tıpkı Atatürk'ümüz gibi, onun da kod adı biliyorsunuz Nuh’tu. Bu kod adlarıyla bir yönetim şekli oluşturdular. Kod adlarına baktığımızda hepsi yüksek dağlarımız: Ağrı, Toros, Nuh…
Verdiğimiz ilk karar doğrultusunda çocuklarımıza gerçek tarihlerini anlatmak adına kitaplar dizayn etmeye başladık. Bunu Türkiye'deki çok değerli Oğan Kandemiroğlu ve Suat Turgut'la birlikte hayata geçirdik. Birincisi Rauf Denktaş çocuk kitabıydı, ikincisi Dr. Küçük çocuk kitabıydı, üçüncüsü zaten bizim Başkomutanımız Atatürk'ün çocuk kitabıydı. En sonunda yıllardır bizim içimizdeki öğretmenleri ele geçirmiş olan AB, Sosos gibi yapılar ülkedeki öğretmenlerin yerini değiştirmişti. Bu öğretmenler tamamıyla bir provokatör gibi hareket ediyor, devleti sürekli olarak provoke ediyor, devletin yaptığı çalışmaları küçümsüyorlardı. Daha çok Rum yanlısı, Birleşik Kıbrısçı bir siyaset ile ilerleyen bu öğretmenlere karşı; Kıbrıs'a mal olmuş, Refika Öğretmen adlı çok değerli bir hocamız -1950-1970'li yıllar arasında yaşayan ve ciddi özverilerle de eğitim veren çok kıymetli bir büyüğümüz- vardı. Onun kitabını hayata geçirdik.
Ayrıca ortaokul ve liselere -tarih kitapları değiştirildiği için- Kıbrıs 1571-1974 adlı bir kitap yazdık. Fotoroman şeklinde bir kitap yaptık. Bu kitapta da çocuklarımıza adaya nasıl geldiğimizi anlattık. Biliyorsunuz biz 1571'de bu adayı 52 bin şehitle korsanlardan, Venediklilerden aldık ve biz bu adayı Rumlardan almadık. O kitabın da ana teması şuydu: “Biz Kıbrıs'ı Rumlardan almadık ki Rumlara verelim.” Bu birinci algıydı.
1967'den beridir adada süregelen görüşmeler var biliyorsunuz, tekrardan federasyona dönüş nasıl yapılır diye. Çocuklarımıza anlatmak istediğimiz ikinci ana temamız da şuydu: “Kıbrıs'ta Rumlar hiçbir zaman tek başına egemen olmamışlardır. Rumlar, 1571'de gelen bizim atalarımızın egemenliği altında 1878'e kadar, yaklaşık olarak 300 yıl boyunca bizim egemenliğimiz altında yaşamıştır. Bu yüzden kimsenin bizi Rum'un egemenliği altına sokmaya hakkı yoktur.” İki algı vardır: Biri, biz adayı Rumlardan almadık ki Rumlara verelim. İkincisi, Rumlar hiçbir zaman tek başına egemen olmamışlardır. Rumların tek bir egemenliği vardır. O da 1960 Cumhuriyeti'ne giderken, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan'ın da garantör oldukları Kıbrıs Cumhuriyeti'ndeki ortaklıktan doğan bir haktır. Ama orada Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti yoktu o zamanlar, biliyorsunuz. Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumları olarak A ve B diye ayrılıyordu. Maronikler de 3. sınıf vatandaşlar olarak, azınlıklar olarak tanımlanıyordu.
1960 Cumhuriyeti'nin %30 ortağı bizlerdik. Resmî dilimiz Türkçe, dinimiz İslam. Rumlar da o dönemde Hristiyan olarak dinlerini tanımlamışlardı. Şimdi biz Kıbrıslı Türkler olarak ciddi anlamda uzun yıllardır zaten onlarla masada görüşen ve hep barışı kovalayanlar olarak bugüne kadar hep dışlandık, ezildik, hor görüldük ve dünya tarafından da izole edildik ve ambargo altında kaldık. Bu yüzden de biz kitaplarımızda çocuklarımıza gerçek tarihimizi; atalarımızın, babalarımızın neler yaşadığını, bizlerin ve şimdi çocuklarımızın aslında neler yaşadığını az çok öğretmeye çalıştık. Bu en önemli eğitim çalışmalarımızdan bir tanesiydi. Yaklaşık olarak 13 yıldır sürdürüyoruz çalışmalarımızı. İlk kitabı verdiğimiz çocuklar o zaman 10 yaşındaydılar, bugün 23 yaşındalar. Bu çocuklar yavaş yavaş yeşerecek, ortaya çıkacak. Çünkü ekmezsen biçemezsin ve biz de her yıl ekmeye devam ediyoruz.
Peki etkisi nasıl oldu bu kitapların? Bildiğim kadarıyla da sadece Kıbrıs'ta dağıtım yapıyorsunuz. Başka ülkelerde de mesela bu hikâyeleri ya da kitapları paylaştığınız oldu mu?
Özellikle İngiltere'de ve Avustralya'da yaşayan Kıbrıslı Türklere, hatta Türk soydaşlarımızın olduğu Türk okullarının hepsine yıllardır kitaplarımızı gönderiyoruz. Buradan giden öğretmenler olsun, oradan gelen fahrî temsilcilerimiz olsun, kitaplarımızı onlara valizlerle gönderiyoruz ve okullarımızda yıllardır bunlar okutuluyor. Ayrıca son iki yıldır Denktaş'la Dr. Küçük'ün kitaplarını artık uygulama olarak Play Store'lardan tüm ilkokullardaki çocuklarımız ücretsiz indirebiliyorlar. Dünya farklı bir yere evriliyor. Artık yapay zekâların konuşulduğu bir dönemdeyiz. Bu yüzden de sadece basılı değil, bugün interaktif olarak da çocuklarımıza kitaplarımızı sunmaya devam ediyoruz. Sosyal medya üzerlerinden de onlara ulaşmaya çalışıyoruz.
“Kıbrıs demek Türkiye demektir”
Bildiğim kadarıyla kitapların yanı sıra projeler ve iş birlikleri ile de yapıyorsunuz. Azerbaycan'la da sıkı görüşmeler içindesiniz, ortaklıklar kuruyorsunuz. Türkiye'de de görüştüğünüz birtakım dernekler var. Biraz bu bağlantılarınızdan bahseder misin?
Tabii derneği kurduğumuz günden itibaren, Rauf Denktaş'ın Kıbrıs'ta ortaya koyduğu millî siyaseti esas alıyoruz. Kıbrıs millî bir davadır. “Kıbrıs demek Türkiye demektir” derdi Rauf Bey. Yani birçoğunun anlamadığı ve kaçırdığı noktalardan bir tanesiydi. Evet, Annan Planı döneminde birazcık bu ortadan kalksa da sonrasında yavaş yavaş Rauf Bey'in ortaya koyduğu siyasetin hem Türkiye'nin hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin geleceği için ne kadar vazgeçilmez ve doğru olduğunu ortaya çıktı.
Biz bu süreçte -gerek Talat dönemi olsun gerek Mustafa Akıncı dönemi olsun gerekse Derviş Erol dönemi olsun- Rauf Denktaş Düşüncelerini Yaşatma Derneği olarak yazılı basında ve televizyon ekranlarında bilgi verdik. Hatta Türkiye Cumhuriyeti'ndeki belediyeleri gezerek her gittiğimiz belediye bölümünde olan bize yakın sivil toplum örgütleriyle ortak konferanslar yaptık. Bunun yanı sıra Karabağ'da da yaşanan süreç, bizim yaşadıklarımıza çok benzeyen bir süreçti. Yani Muratağa, Sandallar ve Atlılar katliamıyla karşılaştırdığımızda Karabağ birebir oturuyor. Verdiğimiz şehitler, onlara yaşatılanlar, bize yaşatılanlar... Biz de “Azerbaycan'ın da acısı, bizim acımız” diyerek birçok konferansta onlarla beraber olduk. Hem onların acılarını hem de Kıbrıs Türk halkının o dönemde yaşadığı acıları oraya gelen katılımcılarla paylaştık. O duyguları onlarla yoğunlaştırdık.
Tabii bunun yanı sıra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndeki üniversitelerde konferanslar verdik. Buradaki birçok okulun kulüpleri var. Kulüpler özellikle siyasetle ilgilenen, Atatürkçü Düşünce Denekleri olsun, yine siyasi dernekler olsun, siyasetle uğraşan bölümlerde olan arkadaşlarımız, tarih bölümünde okuyan arkadaşlarımızla birlikte çok güzel çalışmalar yaptık. Gerek Annan günleri olsun gerek diğer süreçler olsun hem tarihsel açıdan hem Kıbrıs'ın kültürünü hem de bizim daha önce yaşadığımız birçok olayı onlarla paylaşarak, onları bir şekilde bilgilendirerek aslında Türkiye'ye geri gönderdik.
Artık bizim her zaman gelmemize de gerek yok. Çünkü burada yetişmiş, baktığımızda son 30 yılda Türkiye'den buraya gelip giden 150.000'den fazla mezun öğrencimiz var sevgili Melek. Bu büyük bir rakam. 150.000 kişi aslında orada fahrî temsilcilik yapıyor. Biz de dedik ki bizim her yere gitmemiz artık gerek yok. Çocuklarımız zaten burada. Biz onları eğittikçe, onlar bunları öğrendikçe gidip ailesine, akrabasına, arkadaşlarına, eğitimci olan çocuklarına aktaracaktır. Bu kar tanesi gibi büyüye büyüye en sonunda büyük bir çığ olacaktır. Bu yüzden de bu konuda çok mutluyum.
Diğer taraftan, Rauf Denktaş Düşüncelerini Yaşatma Derneği ilk kez Azerbaycan Şehit Aileleri Derneği ile birlikte bir proje hayata geçirdi. Bu proje Sayın Aliyev’e bağlı sivil toplum kuruluşları tarafından onaylanarak 2024 yılının birinci projesi seçildi. Bu projeyle ilk defa Azerbaycan'la Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında iki şehit ailesi derneği Karabağ'da kardeş dernek protokolü imzaladılar. Bu Aliyev'in de hem maddi hem manevi onayı ve desteğiyle oldu. Bunu çok önemsiyorum. Bu ilk kez iki devlet arasında yapılan bir organizasyondu. Rauf Denktaş Düşüncelerini Yaşatma Derneği burada şemsiye görevi gördü. Buradan tüm paydaşlara da teşekkür ediyorum.
“Bizim iki bayrağımız var. Biri ana, biri kız. Bu yüzden biz o ana ve kızı hep burada nöbette bekliyoruz”
Hikâyeyi öyle anlatıyorsunuz ki sanki bunlar böyle çok kolay gelişmiş gibi. Dinlerken çok keyifli. Ama yaşadığınız zorluklar eminim çoktur. Belki bir tanesini anlatırsanız en azından ne ile de karşı karşıya olduğunuzu anlamış oluruz diye düşünüyorum.
Tabii ki çok büyük zorluklar yaşadık. Bana kişisel olarak çok büyük saldırılar oldu ülkede. O dönemde Lefkoşe Türk Belediyesi’nde çalışıyordum. Şube şefimiz neredeyse görevinden azledildi gibi bir şey olmuştu ve görevler bizim üzerimize kalmıştı. Tabii o dönemde tam ters düşüncede olan Soros'tan, Beşinci Kol'dan, AB fonlarından, onların eğittiği, daha çok Birleşik Kıbrısçı grupların (biz iki ayrı devletçi ve Türkiyeciyiz, onlar Birleşik Kıbrısçı ve Avrupa yanlısı olan gruplar) bize karşı acımasız saldırıları oldu. Beni işimden attılar ve bunu yaparken hiç de üzülmediler. Tam tersi sevindiler. Neredeyse beni atanın heykelini dikeceklerdi. O denli önemli bir dönemden geçtik. Ama hiçbir zaman yolumuzdan dönmedik, davamızdan da dönmedik. Devletimize de küsmedik. Dedik ki kol kırılır, yeni içinde kalır.
Annan Planı sürecinde ise zaten kimse yüzümüze bakmıyordu. Yani biz Denktaşçı, devletçi, milliyetçi, Atatürkçü insanlar çok dışlandık, çok ötekileştirdik, kapılar yüzlerimize kapandı. Ama ne oldu? İşte en önemli değişim aslında Türkiye'deki 15 Temmuz darbesinden sonra yaşandı. Bize karşı Türkiye'nin bakışı inanılmaz değişti. Tabii içeride de değişti bu. Sadece bize değil, sağ partilere karşı bakış da değişti. Annan Planı’nda birlikte çalıştıkları, o sol ya da tarafsız partilerle yollarını ayırdı Türkiye Cumhuriyeti. Burada gördük aslında bu toprakların bekası ve Türkiye'nin geleceği aslında bizim üzerimizde. O sorumluluk bizde. Rauf Denktaş'ın dediği gibi, “Bizim iki bayrağımız var. Biri ana, biri kız.” Bu yüzden biz o ana ve kızı hep burada nöbette bekliyoruz. Onların namusu bizim de namusumuz çünkü.
Diğer gruplar hep Avrupa Birliği üzerinden giden, hatta mevcut kurduğumuz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni ortadan kaldırıp gidip Rum kesimine yama olmaya da hazır olan gruplardı. Türkiye bunu geç de olsa anladı. Zaten 15 Temmuz darbesinden sonra da bizim gibi gerçekten milliyetçi evlatlara Türkiye Cumhuriyeti daha da sıcak bakmaya başladı. Bizi daha çok sahiplenmeye ve projelerini de daha çok desteklemeye başladı. Birçok yaptığımız projede Türkiye Cumhuriyeti'nin yardım heyeti var burada. Oradaki büyüklerimiz, değerli dostlarımız da bizi yalnız bırakmadılar.
Japonlar Hiroşima'ya götürüyor ya çocuklarını. Bizler de dedik ki, Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti'nde yıllardır saklanan, çocuklara ve gençlere anlatılmayan gerçek tarihi, vatanın ve milletin ne olduğunu öğretmek zorundayız. Ve Çanakkale projesini başlattık sevgili Melek. Buradan 80 çocukla pilot bir uygulama yaptık. Ardından tam 10 bin çocuğun Çanakkale'ye gitmesini sağladık. Neydi esas bizim istediğimiz? Atatürk'ün 8 metre olayı var biliyorsunuz, anılarında anlatıyor. Bu 8 metrede insanların kimisi kelimeyi şehadet getirerek, kimisi dua ederek, kimisi arkadaşın söylediğini tekrarlayarak düşmanla karşı karşıya çarpışarak bir günde 40.000 kişi şehit oldu. O gün o otobüsten çocuklar inerken rehberin “Durun, bastığımız bu toprakların her metrekaresinde on iki şehit yatmakta. Bu topraklarda abdestsiz gezilmez” dediği anda ben o çocukların gözlerini gördüm. O çocukların yazdığı raporlarda, belirttikleri çok önemli bir nokta vardı. “Gözlerini kırpmadan vatanları için ölen 350.000'den fazla insan olduğunu gördüm” diyor Çanakkale'de. “Bu yüzden bir devlete sahip çıkmanın, devleti korumanın ne demek olduğunu öğrendim” diyor. Biz de bu çocukların yazdıkları mektupları kitaplaştırdık. Elçiliğe, o dönemin Kıbrıs'tan sorumlu bakanına Tuğrul Türkeş’e, ardında da bizim Millî Eğitim Bakanımıza sunduk. Sonrasında 10 bin çocuk geldi Çanakkale'ye. Bu, aslında Rauf Denktaş Düşüncelerini Yaşatma Derneği’nin bence en büyük başarısıydı.
Bugün sadece kitaplarımız, okullarda devam ediyor ama bir taraftan millî hafızayı da silmeye çalışanlara karşı mücadele ediyoruz. Böylelikle devletin ne olduğunu, bayrağın ne olduğunu ve bunun için Türk milliyetinin ne kadar mücadele ettiğini ne kadar ocakların söndüğünü de çocuklarımız görmüş oldu. Bu yüzden inanıyorum ki onlar devletlerine sıkı sıkıya sayıp çıkacaklardır.
“Biz zor zamanlarda etrafına bakmayıp ben buradayım diyenlerdeniz”
Çocuklara dokunuyorsunuz, onlar büyüyor bir yandan da dernek de büyüyor Bu manada sürdürülebilirliğinin de sağlanması gerekiyor. Gerek proje bazında gerek ilişki ağının büyümesi bazında eminim dokunduğunuz binlerce insan var. Bu konuda bazı kaynaklara, desteklere de ihtiyacınız duyuyor olabilirsiniz. Bunlardan biraz bahsetmek ister misiniz? Onun dışında da size katılmak isteyen, birlikte yol yürümek ya da iş birliği yapmak isteyen insanlar sizinle nasıl iletişime geçmeli, nasıl size ulaşmalılar?
Rauf Denktaş Düşüncelerini Yaşatma Derneği maalesef ciddi anlamda gerek COVID dönemi gerekse Türkiye'nin şu an içinde bulunduğu ekonomik krizler olsun, bundan dolayı ciddi anlamda projelerini şu an hayata geçirmekte çok zorlanıyor ya da en azından hedeflerinin yüzde üçünü veya dördünü hayata geçirebilir durumda. Bu bizi üzüyor ama birçok kez çağrı yapıyoruz sosyal medyadan ve diğer mecralardan, projelerimizi yazıyoruz.
En son mesela biz Erenköy Çocuk Kitabı'nı yazdık. Erenköy ruhu dediğimiz ruh, aslında Kıbrıs Türklerinden sağcısı-solcusu hiç ayrılmadan bir arada 200'den fazla öğrencinin Erenköy'e çıkıp, öleceğini bile bile verdiği mücadelenin adıdır aslında. Kuzey Kıbrıs Hükümeti'nin temellerinin atıldığı yerdir. Erenköy’de yaşayanlarla beraber hazırladığımız bu kitabı hayata geçiremedik. Ne kadar başvuru yaptıysak, birçok kere bunu sunduysak da olumlu cevaplar alamadık. Bence bugün Kıbrıs'ta yapılması gereken en önemli kitaplardan bir tanesi. İnşallah bir gün millî duyguları bizim gibi olan, bizimle aynı havayı soluyan, kıymetli, parayla da sıkıntısı olmayan bir büyüğümüzle bu kitabı hayata geçiririz. En büyük temennim bu. Çünkü gelecek nesillere bunu bırakmak isteriz.
Diğer ayağına katılmak isteyen arkadaşlarımız için de şunu söyleyebiliriz. Zaten bizim sloganımız belli. Biz zor zamanlarda etrafına bakmayıp ben buradayım diyenlerdeniz. Yani etrafına bakmayıp ben buradayım diyen herkesin yuvasıdır Rauf Denktaş Düşüncelerini Yaşatma Derneği. Türkiyeli-Kıbrıslı hiç bugüne kadar ayırmayan, kendini Türk hisseden, hatta Türk hissetmese bile bizimle aynı millî hisleri duyanların bir arada olduğu, hangi partili olduğuna bakılmaksızın bizimle doğrudan çalışmaya başladıkları yerdir derneğimiz. Denktaş zaten demokrat bir adamdı. Hiçbir zaman Kıbrıs'ta halkını sağcı ve solcu diye ayırmazdı. Bunu tanımlarken de “Sağcı mı diyorsunuz, devletini seven için. Evet, bir üstü faşisttir. Ama solcu mu diyorsunuz, bizimle aynı duyguları hisseden, devletini satmayan herkes bizimle beraberdir” derdi. Biz de aynısını düşünüyoruz. Bizim için de hiçbir fark yok. Hissiyatımız demokratlık yönündedir. Hiçbir zaman bundan da ödün vermedik. Demokrasiyi her zaman savunduk.
Ayrı zamanda şunu da belirtmek isterim. Rauf Denktaş Düşüncelerini Yaşatma Derneği kadınların en çok olduğu derneklerden biridir. Derneğin yüzde yetmişi kadın. Bu yüzden yönetim kadrosunun da yarısı kadınlardan oluşuyor. Yıllardır hep böyle devam etti. Denktaş Dergisi'ni çıkardık, tam 13 yıl boyunca. Denktaş Dergisi'nin tasarımcıları, editörleri hep kadındı. Orada hiç erkek yoktu. Biz sadece reklam kısmındaydık, onlara destek kısmında. Bu yüzden kadına olan saygıyı, ilgiyi ön planda tutan, kadının her zaman yanında olan bir dernek oldu.
Aynı zamanda mağdur ailelerin, mağdur çocukların da yanında olan bir dernek oldu. 300-500 mont dağıttığımız günler de yaşadık bu ülkede. COVID döneminde 300-500 torba aşı, binlerce hijyen paketleri dağıtan, iş sıkıntısı olduğunda özelde veya devlette elinden gelen her şeyi yapan bir dernek oldu derneğimiz. Tıpkı adı gibi lider bir dernek oldu. Şu anda örgütlenmiş bir siyasi parti değil ama bir siyasi parti gibi teşkilat şeması olan bir dernek. Her il ve ilçede gençlik kollarından yönetim kuruluna göre örgütlenmiş durumda. Mesarya’nın güney ve kuzey bölümlerinde, Girne’nin Saprazamköy-Ilgaz arası bölümünde, Güzelyurt’ta, Lefke’de örgütlenmiştir mesela. İlkleri başaran, Türkiye’de Malazgirt gibi tarihî yerlerde geziler düzenleyen bir dernek olmuştur. Bu tabii benim başarım değil. Bu yönetimimizin başarısıdır. Ayrıca bize destek veren, gerçekten arkamızda olan gizli kahramanlar da var. Hiçbir zaman adlarının geçmesini istemeyen ama her zaman da bizi destekleyen babacan, anacan insanlarımız oldu. Bu derneğin her zaman arkasında oldular. Onlara da buradan çok teşekkür ediyorum.
“Bizim eşitliğimizi tanımak zorundasınız”
Kalpler bir araya gelince, mücadele etmek, direnmek çok daha kolaylaşıyor. Latif Bey bitirmeden önce, bu röportajın da vesilesi olan 20 Temmuz Harekatı’nın 50. Yılındayız. Kısaca bize o gün neler yaşandı anlatır mısınız?
Buradan öncelikle Tercüman’a çok teşekkür ediyorum, senin izninle de herkese. Rauf Denktaş Düşüncelerini Yaşatma Derneği yıllardır 20 Temmuz Harekâtı üzerine çalışmalar yapan, şehitler üzerine çalışmalar yapan, gerçek tarihini Türklere anlatmaya çalışan, İfestos Planı’ndan tutun da Enosis’e kadar gelecek nesli bu hususlarda uyandırmaya çalışan bir dernek.
Bir kere 20 Temmuz'un gelişi 15 Temmuz'la başlıyor. 15 Temmuz'da Yunanlar Cunta darbesi gerçekleştiriyor ve Rumları burada öldürmeye başlıyorlar. O dönemde de 1960 Cumhuriyeti'nden doğan etkin ve fiilî garantilerden dolayı Türkiye Cumhuriyeti, zaten Yunanistan’da darbe olmuş, yönetimini kaybetmiş. İngiltere BM ile birlikte ne yapacağını bilmez bir durumda. Rumlar o güne kadar İngilizlere de saldırıyor, İngiliz komutanlarını yakıyor. 160'dan fazla da İngiliz’i yakıyorlar. Zaten 1960 Cumhuriyeti'ne gidişin en büyük sebebi de İngilizlerin Rumlar tarafından uğradığı saldırılardır. Rumların bizi oyuna sokma sebebi Rumların İngilizlere saldırması ve İngilizlerin bunu görüp “Biz niye durup da Rumlarla savaşacağız? Zaten burada Türkler var, onları da oyuna sokalım” demeleridir. Birçok kişi bunu tarihsel ve açık olarak dillendirmese de aslında gerçeği budur. Bize göre de budur. O dönemde 1960'a eviriliyor. Üç garantör himayesinde Kıbrıs, Rum ve Türkler olarak bir devlet kuruluyor, Kıbrıs Cumhuriyeti. Bu cumhuriyet 1963 yılına kadar gitse de Rumlar sürekli baskı yapıyorlar Türklere ve 1963 yılında Makarios “Çok verdik Kıbrıs Türklere bu hakları” diyerek 13 maddelik Makarios Anayasası'nı liderimiz Denktaş'ın önüne sürüyor. O dönemde Cumhurbaşkanı Dr. Küçük'ün kabul etmesi zaten imkânsızdı. Olaylar, çatışmalar buradan başlıyor ve 15 Temmuz 1974'e kadar da süre geliyor. Aslında sorunların altında yatan süreç budur. Nedir? “Biz Türklere burada fazla hak verdik. Biz bu adayı bir an evvel Türklerden temizleyelim.”
Enosis hayalleriyle yanıp tutuşan Rumların da 15 Temmuz'daki o darbe olayı aslında bize kapıları aralıyor. Etkin ve fiilî garantileri o dönemde kurması, uygulaması ortaya çıkarıyor. Ve biz 20 Temmuz'u gerçekleştiriyoruz. Ecevit'in meşhur konuşmasını hatırlıyorsunuzdur: “Biz adaya sadece savaş için değil, barış için; sadece Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için gidiyoruz” demişti. Bu yüzden aslında 20 Temmuz'a Barış Harekâtı dedik. Baktığımızda o güne kadar bu adaya başta İsmet İnönü, sonrasında Demirel kaç defa gelmeye çalıştılar? Gemilere binip indiler, uçaklara binip indiler. Türkiye hiç mi gelmedi buraya? Tabii ki geldi. Kanlı Noel Gecesi dediğimiz, mesela o doktorun çocuklarının katledildiği geceyi hatırlıyorsunuzdur, o kötü geceyi. O gecenin bir gün sonrası Türkiye ilk defa savaş uçaklarını uçurdu Lefkoşa üzerinden.
Sonrasında gerçekleşen Geçitkale olayları vardır. Geçitkale'de savaş uçaklarını uçurdu Türkiye. Ayrıca Erenköy'de 200 tane Türk’ün etrafını sarıp bir gecede yok edeceklerdi. Türkiye savaş uçaklarını gönderdi ve Rumlar geri çekilmek zorunda kaldı. Türkiye aslında 1974'te adaya gelmedi. Birçok kişi Türkiye 1974'te geldi diye düşünse de Türkiye 1963 ile 74 arasında sürekli olarak Kıbrıs Türkleriyle hep beraberdi. Evet, piyadesiyle, gemisiyle gelemedi ama Türkiye her zaman adada o gücünü, etki ve fiilî garantilerden doğan hakkını kullanmıştır. Kıbrıs Türkleri o güne kadar, Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu başlayan 58 olaylarında Bereketçilerin buraya silah taşımasıyla, TMT'nin oluşturulmasıyla, köy örgütlerinin kurulmasıyla, aslında Türkiye her zaman yanımızda durmuştu. Bunun yanında öğretmenler göndermiş, doktorlar göndermişti. Burada İş Bankası'na gönderdiği memurların hepsi zaten istihbaratçıydı. Burada askerlerimizi eğittiler. Türk Mukavemet Teşkilatı'nı, 1974'e kadar da Türkiye yavaş yavaş, ilmik ilmik aslında hazırlamıştır.
Hazin sonu herkes görüyordu. Rumların bir gün adada tıpkı Girit'te olduğu gibi bir gecede bütün Türkleri yok edeceklerini, İfestos Planı’nın gerçekleşeceğini biliyorlardı. Bu yüzden de Türkiye'nin 20 Temmuz 1974’te gelişi, Kıbrıs Türklerine derin bir nefes demiyorum, tamamıyla özgürlüğünü getirmiştir. Yeşil hat çizilmiştir ardından. O gün bugündür, biz bu adada iki ayrı devlet olarak zaten yaşıyoruz sevgili Melek. Yani “Birleşmiş Milletler'in normlarında oturalım, masada federasyonla görüşelim, 1960 Cumhuriyeti'ne geri dönelim” falan diyorlar. Ama bugün bizim ve Sayın Ersin Tatar'ın da savunduğu esas düşünce, adada artık iki ayrı devletin varlığıdır. Her devlet kendi tarafında bağımsız, özgür bir şekilde yoluna devam etmelidir. Aramızda ufak tefek değişiklikler olacaksa mal mübadelesinden tut da diğer şeylere kadar al ver olacaksa, bunu artık maddi olarak çözüp bu adada tıpkı 1974'ten bugüne kadar olduğu gibi huzur ve barış içinde yaşamaya devam edebileceğiz. Aslında bizim savunduğumuz bu.
Biz mevcut durumun sadece dünya tarafından tanınmasını istiyoruz, farklı bir şey istemiyoruz. Birçok kişi bunu anlamıyor. Ama yeni siyasetimizde ne söylüyoruz? Birlikte masaya oturmamızı istiyorsa Rumlar, yıllardır masaya oturuyoruz. Onlar devlet, biz toplum olarak oturuyoruz. Biz diyoruz ki artık dünyaya, biz bu masaya oturacaksak bu ulusal statüde eşit egemenliğe dayalı bir politika olmalıdır. Önce bizim eşitliğimizi tanınmak zorundasınız, tıpkı 1960 Cumhuriyeti'nde olduğu gibi. Biz orada da eşittik, eşit taraftık. İki eşit egemenliğinden kurulan bir devletti. Ama 1967 yılından bugüne kadar sürdürülen o federasyon denen maskaralıkta hiçbir zaman bizi masada eşit olarak görmediler. Tabii Annan Planı döneminde bizi cezalandıran, hayır diyen Rumları da ödüllendiren bir dünya var karşımızda. Bunlara bizim davayı anlatmamız zor mu? Zor değil. Zaten biliyorlar ama işlerine gelmiyor. Bütün sorun bu.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması hususunda son dönemde önemli gelişmeler oldu. Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan da konuyu BM’ye taşıdı. Son olarak bu husustaki yorumlarınızı alabilir miyim?
İkinci ve en önemlisi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Sayın Ersin Tatar'ın da büyük bir azmi ve başarısıdır. Nedir bu başarı? Ona çok kısa değineyim. Yıllardır “Biz federasyon kurmak istiyoruz” diye masaya oturduk sevgili Melek. Şimdi federasyon kurmak demek, mevcut olan devleti yıkıp tekrardan başkasıyla birleşmek adını taşıyor. Bu yüzden de gerek Pakistan olsun gerekse bize yakın diğer İslam devletleri ve Türk devletleri, kendi devletini yıkıp başkasıyla birleşeceği bir devleti tabii ki tanımazlardı. Bir oyuncu olarak asla görmezlerdi. Ama Sayın Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ın ortaya koyduğu ve Türkiye Cumhuriyeti'nin de desteklediği, hatta Sayın Erdoğan'ın BM'e kadar gidip “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin tanınmasının, izolasyon ve ambargonun kaldırılmasının zamanı gelmiştir” dediği, Sayın Ersin Tatar'ın da BM’e gidip sunduğu iki eşit egemenliğe dayalı yeni siyaseti -yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin devamıyla ilgili ortaya koyduğu irade- bize, aslında Türkiye Teşkilatı'na gözlemci üye olma hakkını kazandırdı. Çünkü ilk defa güven verdik. Yani bu bir güvendir. Bu güveni de Sayın Ersin Tatar verdi ve bu bence tarihî bir başarıdır. İnanıyorum ki bu 3-5 yıl içinde tarih zaten bunları yazacaktır.
Bence Karabağ'ın komutanı Sayın Aliyev, -sadece Karabağ'ın değil, aslında Türkiye Teşkilatı'nın da başkomutanı- Karabağ'daki büyük zaferinden sonra özgüveniyle, gösterdiği o başarı ve iradeyle şimdi ne söylemeye başladı? “Artık Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni gözlemci değil, asıl üye olarak almak zorundayız.” Bu dünyaya büyük bir mesajdır. Yani dünyaya diyor ki “Artık biz de Türkiye Teşkilatı olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanıyacağız. Serbest dolaşma, serbest ticareti onlara açacağız. Ya siz onları tanırsınız ya da biz tanıyacağız. Bunun altında yatan “Artık Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin size ihtiyacı kalmamıştır” mesajıdır. Evet. Birkaç daha özel bilgi var onları şimdi paylaşamayız ama günler içinde siz zaten gazetenizde paylaşacaksınız. Çok önemli gelişmeler var Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'yle ilgili. Sadece bunu söyleyelim.