04 Kasım 2025

Küresel emtia piyasaları ve Türkiye

Dünya Bankası’nın Ekim 2025 raporu, küresel emtia fiyatlarında pandemi sonrası başlayan düşüşün 2026’da da süreceğini gösteriyor. Enerji fiyatlarındaki gerileme enflasyonu hafifletirken, Türkiye gibi ithalatçı ülkeler için kısa vadeli fırsatlar ancak orta vadede yapısal riskler barındırıyor.

2025 yılı küresel emtia piyasaları için, pandemi sonrası toparlanma döneminde biriken arz fazlası, yavaşlayan küresel talep, artan jeopolitik belirsizlik ve para politikalarındaki farklılaşmanın kesiştiği bir dönem oldu. Dünya Bankası’nın Ekim 2025 tarihli Commodity Markets Outlook raporu, son altı ay içinde emtia fiyatlarında gözlenen gerilemenin, özellikle enerji grubundaki düşüşlerin etkisiyle belirginleştiğini ortaya koydu. 2024’e kıyasla hemen tüm emtia endekslerinde düşüş yaşanırken, enerji dışı kalemlerde ise görece istikrarın korunduğunu belirten rapor, tarım, gübre ve metaller gibi alt sektörlerde arz koşulları, ticaret politikaları ve iklimsel faktörlerin etkisiyle birbirinden farklı dinamikler görüldüğüne dikkat çekiyor. Küresel düzeyde büyümenin seyrinin zayıf olması, ticaret kısıtlamaları ve yüksek politika belirsizlikleri ile baskılanan talebe karşılık olarak arz yönünde ise artan üretim, özellikle petrol ve doğal gazda fiyatların daha da gerilemesine neden olduğuna dikkat çekiyor.

Küresel görünüm ve genel eğilimler

Rapora göre, Dünya Bankası’nın toplam emtia fiyat endeksi 2025 yılında ortalama %7 oranında gerilerken bu düşüşün 2026’da da benzer oranda devam etmesi bekleniyor. Böylece 2022 yılındaki zirve seviyesinden itibaren toplamda %36’lık bir azalış öngörüldüğü ifade edilebilir. Bu eğilim, COVID-19 sonrası fiyat sıçramasının artık tamamen sönümlendiğini ve emtia piyasalarının yeniden düşük fiyat rejimine girdiğini bize gösteriyor. Bu fiyat düzeltmesi, küresel enflasyonist baskıların hafiflemesine katkı sunarken, emtia ihracatçısı ülkeler açısından ise mali denge sorunlarını artırabilecek bir gelişme olarak ele alınabilir.

2025’in ilk dokuz ayında enerji fiyatları, özellikle petrolün etkisiyle, %14 oranında düşerken; Brent petrol fiyatı ortalama 81 dolardan 68 dolar seviyesine geriledi. Bu düşüşün ardında Çin ekonomisinde 2015–2019 dönemine göre çok daha zayıf seyreden talep artışı, OPEC+ ülkelerinin üretim kısıtlarını gevşetmesi ve ABD’de artan kaya petrolü üretimi yer alıyor.

Enerji grubundaki bu yumuşama, 2025 boyunca küresel enflasyonun düşüşüne katkıda bulunurken, özellikle gelişmekte olan ekonomilerde ithal enerji maliyetlerinin azalmasıyla cari denge üzerinde olumlu etkiler yarattı. Ancak Dünya Bankası, 2026’da da sürecek bu düşüşün enerji ihracatçısı ülkelerde gelirleri azaltacağını ve buna bağlı olarak yatırım iştahını zayıflatacağını vurguluyor. 2027 itibarıyla sınırlı bir toparlanma (%4) öngörülmekte olup bu, arz fazlasının kademeli olarak erimesine bağlı olacaktır.

Dünya piyasalarında öne çıkan gelişmeler

Küresel büyümenin zayıf kalması, emtia talebi açısından en belirleyici faktör olarak öne çıkıyor. Çin’in yavaşlayan sanayi üretimi, emlak sektöründeki gerileme ve ihracat talebindeki zayıflama, özellikle metallerde fiyatları aşağı çekiyor. Buna karşılık, Hindistan ve bazı Afrika ekonomilerinde artan petrol ve gıda talebi, bu ülkelerde ithalat faturasını büyütücü bir etki yapıyor. Bu durum, küresel çapta asimetrik bir etkiye sahip: gelişmiş ekonomilerde enerji fiyat düşüşleri dezenflasyonist bir işlev görürken, gelişmekte olan ekonomilerde gıda ve gübre fiyatlarındaki oynaklık, gelir dağılımı ve yoksulluk açısından riskler barındırıyor.

2025 yılında tarım emtialarında genel eğilim ise aşağı yönlü oldu. Nitekim hububat fiyatları üç çeyrektir düşerken; pirinç, buğday ve mısırda bol arz koşulları fiyatları baskılıyor. Buna karşılık, soya fasulyesi, kahve ve kakao gibi ürünlerde arz şokları ve ticaret kısıtlamaları fiyat farklılaşmalarına neden oluyor. ABD ile Çin arasındaki ticaret gerilimi, soya fasulyesinde ABD’nin ihracatını sınırlandırırken Arjantin ve Brezilya gibi üretici ülkelere yeni fırsatlar sunuyor. Bu nedenle dünya fiyatları ile bölgesel fiyatlar arasında farkların açıldığı söylenebilir.

Kıymetli metallerde ise eğilim tersine dönüyor. Zira altın ve gümüş fiyatları 2025’in ikinci yarısında tarihsel zirvelerini yeniledi. Altın fiyatları, merkez bankalarının rekor düzeyde alımları, ABD’de para politikasındaki gevşeme sinyalleri ve jeopolitik belirsizliklerin yoğunlaşmasıyla yatırımcılar açısından “güvenli liman” işlevini yeniden kazandı. Gümüş ise hem değer saklama aracı olarak hem de yenilenebilir enerji teknolojilerinde (özellikle güneş panellerinde) artan kullanım nedeniyle iki yönlü talep görüyor. Bu iki metalin fiyatlarındaki yükseliş, 1979–80 dönemindeki benzer bir dalgayı hatırlatıyor olsa da günümüzü farklı kılan, merkez bankalarının portföy çeşitlendirme eğilimlerinin çok daha belirgin hâle gelmiş olmasıdır.

Raporun öngördüğü temel senaryo, 2026’nın dördüncü ardışık düşüş yılı olacağı yönünde. Ancak emtia fiyatlarının dört yıl üst üste düşmesi, 2010’ların ortalarından bu yana ilk kez yaşanacak bir olgu. Bu durum, emtia gelirlerine dayalı bütçe yapılarına sahip ekonomiler için riskli, ithalatçı ekonomiler için ise rahatlatıcı bir durum yaratıyor. Özellikle petrol ithalatçısı ülkeler açısından enerji faturalarının azalması, mali alanın genişlemesine ve kamu yatırımlarına kaynak ayrılmasına olanak tanıyacaktır. Bu noktada; Dünya Bankası, enerji sübvansiyonlarının azaltılması ve kaynakların doğrudan gelir transferleri veya altyapı yatırımlarına yönlendirilmesi gerektiğini vurguluyor.

Enflasyon cephesinde, emtia fiyatlarındaki gevşeme 2025 ve 2026’da küresel dezenflasyon sürecine destek vermeye devam edecektir. Enerji fiyatlarındaki düşüşün, küresel enflasyonu 2026’da 0,2 puan aşağı çekmesi beklenmekte ancak bu etkinin, 2025’teki 0,3 puanlık katkıya göre zayıflayacağı ifade edilmektedir. Öte yandan, gelişmekte olan ülkelerde gıda fiyatlarının yüksek seyretmesi ve gübre maliyetlerindeki artış, enflasyonun düşüş hızını sınırlayabilir.

Küresel büyümenin beklenenden daha fazla yavaşlaması, ticaret savaşlarının derinleşmesi veya para politikalarındaki belirsizliğin sürmesi durumunda, enerji ve metal fiyatları tahminlerin altında kalacak olması, 2026 projeksiyonlarının aşağı yönlü risklerinin ağır bastığını söylese de yukarı yönlü riskler de mevcuttur: jeopolitik gerilimlerin artması, özellikle Orta Doğu’da veya Rusya çevresinde arz kesintilerine yol açabilecek çatışmalar; aşırı hava olaylarının tarımsal üretimi etkilemesi ya da yapay zekâ destekli veri merkezlerinin enerji talebini öngörülenden hızlı artırması durumunda, fiyatlarda yeniden yükseliş dalgası görülebilir.

Türkiye açısından emtia piyasalarında gelişmeler

2025 yılı itibarıyla küresel emtia piyasalarındaki genel yumuşama, enerji ve tarım fiyatlarında gözlenen düşüşlerle birlikte Türkiye gibi net emtia ithalatçısı ülkeler için fırsatların yanında yapısal riskler içeriyor. Raporun küresel fiyatların 2026’da da gerileyeceği yönündeki öngörüsü Türkiye ekonomisi açısından kısa vadeli maliyet baskılarının azalacağı şeklinde yorumlanabilir. Ancak bu geçici rahatlamanın, ülkenin dış ticaret yapısındaki yüksek enerji ve ham madde bağımlılığını yapısal olarak azaltmadığı da açıktır.

Türkiye’nin dış ticaret yapısında enerji ithalatı, cari açık ve döviz kuru dinamiklerinin en belirleyici unsurlarından biridir. 2024 yılında toplam ithalatın yaklaşık dörtte birini enerji kalemleri oluştururken, bu durum dış denge üzerindeki kırılganlığı artırıyor. Raporda öngörülen şekilde petrol fiyatlarının 2025’te ortalama 68 dolar düzeyine inmesi, Türkiye açısından enerji faturasını önemli ölçüde hafifletecektir. Bu gelişme hem cari açığın daralmasına hem de döviz talebinin azalmasına katkı sağlar niteliktedir. Türkiye’nin enerji ithalatının yıllık ortalama 45 milyar dolar düzeyinde olduğu düşünüldüğünde, her 10 dolarlık petrol fiyat düşüşünün cari açığı yaklaşık 5 milyar dolar azaltıcı etkide bulunabileceği hesaplanıyor. Bu yönüyle küresel enerji piyasasındaki gevşemenin, Türkiye’nin 2025–2026 döneminde dış denge ve fiyat istikrarı açısından destekleyici bir unsur olacağı ifade edilebilir.

Bununla birlikte enerji fiyatlarındaki bu düşüşün geçici nitelikte olması, Türkiye açısından riskler içeriyor. Zira 2027 itibarıyla enerji fiyatlarının yeniden artışa geçeceği yönündeki öngörüler, kısa vadeli maliyet avantajının, orta vadeli yapısal dönüşüm politikalarıyla desteklenmediği takdirde sürdürülebilir olmayacağına dikkat çekiyor. Dolayısıyla Türkiye’nin enerji arz güvenliği politikalarında yenilenebilir kaynakların payının artırılması, enerji verimliliği yatırımlarının hızlandırılması ve sanayi üretiminde enerji yoğunluğunun azaltılması, bu dönemde kritik önem taşıyacaktır.

Türkiye ekonomisinin enflasyon dinamikleri açısından da emtia fiyatlarındaki düşüşler iki yönlü etki yaratıyor. Birincisi, ithal enerji maliyetlerinin azalması doğrudan üretim ve ulaşım maliyetlerini düşürerek maliyet enflasyonunu sınırlıyor. İkincisi, küresel gıda ve tarım fiyatlarındaki yumuşama, özellikle işlenmemiş gıda kalemlerinde fiyat istikrarına katkı sağlıyor. Dünya gıda fiyat endeksinin bu yıl yatay seyretmesi ve 2026’da fiyatlarda %2 oranında düşüş beklenmesi, Türkiye’deki gıda enflasyonunun da sınırlanmasına yardımcı olabilir. Ancak Türkiye’nin gıda fiyatlarının küresel fiyatlara kıyasla daha yapışkan bir nitelik taşıyor olması ve bunun yanı sıra yüksek üretim maliyetleri, lojistik sorunlar, piyasa yapısındaki oligopolistik unsurlar ve döviz kurundaki oynaklık faktörler gıda fiyatlarının Türkiye’de otomatik olarak aynı oranda gerilemesini mümkün kılmayabilir.

Türkiye için yol haritası ne olmalı?

Bu değerlendirmeler ışığında, Türkiye’nin emtia fiyatlarındaki değişimlere karşı kırılganlığını azaltmak için politik önceliklerin üç eksende toplanması gerektiği söylenebilir.

Birincisi, enerji arz güvenliği ve çeşitlendirme politikalarıdır. Dünya Bankası’nın enerji fiyat projeksiyonları, önümüzdeki iki yıl içinde fiyatların düşük kalacağını ancak 2027 sonrasında yeniden yükseliş eğilimine gireceğini gösteriyor. Türkiye bu geçici dönemi, yenilenebilir enerji yatırımlarını artırmak ve enerji verimliliğini yükseltmek için fırsat penceresi olarak değerlendirmelidir.

İkincisi, tarımsal üretim ve gıda tedarik zincirlerinde yapısal dönüşümün sağlanmasıdır. Küresel gübre fiyatlarındaki artış, Türkiye’de üretim maliyetlerini yükseltmiş, bu da gıda enflasyonunun düşmesini zorlaştırmıştır. Girdi maliyetlerinin düşürülmesi, yerli üretimin teşviki ve tarımda teknoloji kullanımının yaygınlaştırılması, fiyat istikrarı açısından temel öncelik olmalıdır.

Üçüncüsü, sanayi üretiminde ithal girdi bağımlılığının azaltılmasıdır. Metal ve madenlerde görülen fiyat artışları, Türkiye’nin ara malı ithalatını artırmakta, bu da hem cari açık hem de döviz kuru baskısı yaratmaktadır. Bu alanda geri dönüşüm teknolojilerinin teşviki, yerli maden üretiminin çevresel standartlarla uyumlu biçimde geliştirilmesi ve nadir elementlerde tedarik çeşitlendirmesi, uzun vadeli rekabet gücünü artırıcı rol oynayacaktır.

Sonuç itibarıyla, Dünya Bankası’nın Ekim 2025 Commodity Markets Outlook raporu, küresel emtia fiyatlarındaki düşüş eğiliminin Türkiye ekonomisine kısa vadede dezenflasyonist ve dış denge açısından rahatlatıcı bir etki yaratacağını gösteriyor. Ancak bu etki geçici nitelikte olduğundan, fiyatların yeniden yükselişe geçmesi hâlinde kırılganlıklar hızla geri dönebilir. Bu nedenle Türkiye’nin politika öncelikleri, kısa vadeli fiyat avantajlarını yapısal dönüşüm fırsatına dönüştürecek bir perspektifle belirlenmeli. Bu doğrultuda, enerji bağımlılığının azaltılmasının, tarımsal verimliliğin artırılmasının, sanayide yeşil dönüşümün hızlandırılmasının ve finansal istikrarın güçlendirilmesinin, bu dönemde sürdürülebilir büyümenin temel bileşenleri olarak öne çıktığının altını çizmek gerekir.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...