Trump, İngiltere’de: Ziyaretin arkasındaki hesaplar
Haberin Eklenme Tarihi: 16.09.2025 16:36:00 - Güncelleme Tarihi: 16.09.2025 16:40:00ABD Başkanı Donald Trump’ın İngiltere’ye yaptığı ikinci devlet ziyareti, diplomatik bir nezaket görevi ötesinde; küresel siyasetteki derin kırılmaların, ekonomik pragmatizmin ve yükselen popülizmin kesiştiği karmaşık bir olgu. Peki İngiltere neden Trump’a bu kadar görkemli bir davette bulundu? Bu ziyaret, İngiliz siyasetindeki hangi iç dinamikleri ortaya çıkarıyor? Ve İngiltere halkı bu ziyareti nasıl karşıladı?
Protokollerin dışında: Tarihî davet
Ziyaretin en dikkat çekici yönü, davetin eşi benzeri görülmemiş doğası. Geleneksel olarak, ikinci dönem görev yapan ABD başkanlarına tam bir devlet ziyareti yerine, hükümdar ile daha gayriresmî bir öğle yemeği veya çay daveti sunuluyor. Örneğin, eski ABD Başkanları Barack Obama ve George W. Bush'a bu şekilde yaklaşıldı. Ancak Kral III. Charles'tan gelen bu davet, daha önce Haziran 2019'da merhum Kraliçe II. Elizabeth tarafından ağırlanan Trump için açıkça protokolden bir sapma olarak değerlendirilebilir. Davetin ne kadar olağanüstü olduğu, Başbakan Sir Keir Starmer'ın bizzat şahsen Oval Ofis’te Trump’a mektubu sunmasıyla daha da belirginleşiyor. Starmer, bu daveti “gerçekten tarihî” ve “emsalsiz” olarak nitelendirdi. Bu kişisel eylem, İngiliz hükûmetinin bu ziyarete atfettiği muazzam siyasi önemin altını çiziyor. Peki, İşçi Partisi hükûmeti neden bu kadar ileri gitti?
Cevap, pragmatizmde yatıyor. Starmer, Trump yönetimiyle “işlevsel bir çalışma ilişkisi” kurmanın İngiltere’nin ekonomik ve jeopolitik çıkarları için hayati olduğunu düşünüyor. Ziyaret, bir nezaket görevi olmanın ötesinde, yeni bir dönemin başlangıcını simgeliyor.
Gösterişli tantana ve taktiksel kaçınma
Ziyaretin programı, Trump’ın kişisel zevklerine hitap edecek şekilde özenle hazırlandı: Atlı arabalı karşılama, silah selamları, gösteri uçuşları ve Windsor Kalesi’nde devlet yemeği... Ancak bu görkemli programın arkasında stratejik bir kaçınma da var. Etkinliklerin çoğu Londra dışında, Windsor ve Başbakan’ın kır evi Chequers’ta düzenlenecek. Amaç, Trump’ın halkla temasını minimize etmek ve olası protestolardan kaçınmak. Hükûmet, törensel bir kalkan kullanarak siyasi kaosu engellemeye çalışıyor. Acaba bu taktik işe yarayacak mı?
Nükleer enerji ve yapay zekâ iş birliği
Ziyaretin somut çıktıları arasında devasa ekonomik anlaşmalar dikkat çekiyor. İngiltere ve ABD, “İleri Nükleer Enerji için Atlantik Ortaklığı” adı altında bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşma, lisanslama süreçlerini hızlandırarak yeni nesil nükleer reaktörlerin inşasını kolaylaştırmayı hedefliyor. Örneğin:
- X-energy ve Centrica, Hartlepool’da 12 gelişmiş modüler reaktör (AMR) inşa edecek; bu proje 2.500’e yakın istihdam yaratacak.
- Holtec, EDF Energy ve Tritax, Nottinghamshire’da 11 milyar sterlinlik küçük modüler reaktör (SMR) projesiyle yapay zekâ veri merkezlerine enerji sağlayacak.
- Google, Birleşik Krallık’ta yapay zekâ altyapısına 6,8 milyar dolar yatırım yapacağını duyurdu.
Bu anlaşmalar, İngiltere’nin enerji bağımsızlığı ve teknolojik liderliği için kritik önem taşıyor. Ancak bir soru akıllara geliyor: Bu iş birlikleri, İngiltere’yi ABD’nin ekonomik politikalarına bağımlı hâle getirmeyecek mi?
Ticaret gerilimleri ve ulusal sağlık sistemi tehdidi
Ziyaretin gölgede kalan bir diğer yönü ise ticaret gerilimleri. Trump’ın “America First” politikaları ve %250’ye varan potansiyel ilaç tarifeleri, İngiltere’nin Ulusal Sağlık Sistemi (NHS) için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Trump’ın ABD’nin düşük ilaç fiyatları talep etmesi, NHS’in çok daha yüksek maliyetlerle karşı karşıya kalması anlamına gelebilir. İngiliz hükûmeti, bu riski hafifletmek için çelik ve alüminyum tarifelerinde anlaşmaya varmaya çalışıyor. Peki, İngiltere bu pazarlıkta yeterince güçlü bir pozisyonda mı?
Popülizmin yükselişi: MAGA’dan MBGA’ya
Ziyaretin en çarpıcı yanlarından biri de İngiltere’de yükselen popülist dalga. Londra’da düzenlenen “Unite the Kingdom” yürüyüşü, Amerikan tarzı popülizmin İngiltere’deki yansımasıydı. “Make America Great Again” (MAGA) şapkalarının yanında “Make Britain Great Again” (MBGA) yazanlar da vardı. Gösteriye, Amerikalı Evanjelik vaizlerin katılması ve öldürülen aşırı sağcı aktivist Charlie Kirk’ün tişörtlerde yer alması, ideolojik yakınlaşmanın boyutunu gösterdi.
Aşırı sağcı aktivist Tommy Robinson’ın düzenlediği bu yürüyüşe 150 bin kişi katıldı ve olaylar çıktı, 26 polis memuru yaralandı. Bu, İngiltere’de popülizmin marjinal bir hareket olmaktan çıkıp ana akım bir güce dönüştüğünün işaretiydi.
Nigel Farage: İngiliz Trump’ı mı?
Reform UK lideri Nigel Farage, Trump’ın siyaset tarzını İngiltere’ye taşıyan isim olarak öne çıkıyor. Göç karşıtlığı, yerleşik düzene muhalefet ve kültürel savaş retoriği ile Farage, Trump’ın el kitabını adeta uyguluyor. Reform UK, son seçimlerde önemli başarılar elde etti ve anketlerde İşçi Partisi ile Muhafazakârlar Parti’nin önüne geçti. Acaba Farage, İngiltere’nin geleceğinde belirleyici bir rol oynayacak mı?
Kamuoyu: Derin bir kutuplaşma
İngiliz halkının Trump’a bakışı oldukça olumsuz. YouGov anketine göre, halkın sadece %16’sı Trump hakkında olumlu düşünüyor. Ancak ilginç olan, Trump’ın fikirlerinin giderek daha fazla kabul görmesi. Aynı ankette, “MAGA benzeri” görüşlere sahip İngilizlerin oranı %36’ya yükselmiş durumda. Ayrıca, hükümete “neredeyse hiç” güvenmeyenlerin oranı %46 ile rekor seviyede. Bu, İngiltere’de derin bir güven krizinin yaşandığını gösteriyor.
Diğer yandan, Londra Belediye Başkanı Sadiq Khan’ın belirttiği üzere, Trump’ın yeniden seçilmesinin ardından rekor sayıda Amerikalı, İngiltere’nin “liberal değerleri” nedeniyle vatandaşlık başvurusunda bulundu. Bu da toplumdaki kutuplaşmanın ne kadar derin olduğunu ortaya koyuyor.
Jeopolitik endişeler: NATO ve Ukrayna
Ziyaretin jeopolitik boyutu da göz ardı edilemez. İngiliz hükûmeti, Trump’ın NATO ve Ukrayna politikalarından endişe duyuyor. Starmer, ABD’den Avrupa’daki bir barış gücüne askeri destek vermesini istedi. Bu, İngiltere’nin güvenlik endişelerini yansıtıyor. Ziyaret, İngiltere’nin ABD’den güvence almak için ekonomik ve teknolojik iş birliklerini kullandığı işlemsel bir ilişkiyi simgeliyor.
Yeni bir diplomasi çağı
Trump’ın İngiltere ziyareti, “özel ilişkinin” artık paylaşılan değerler üzerine değil, karşılıklı çıkar ve pragmatizm üzerine kurulu olduğunu gösteriyor. İngiltere hem içeride popülizmle hem de dışarıda jeopolitik belirsizliklerle mücadele ederken, ABD ile olan ilişkisini bir sigorta poliçesi olarak görüyor.
Ancak sorular hâlâ devam ediyor: İngiltere, bu pragmatik yaklaşımın bedelini ilaç fiyatları ve bağımsız dış politika ile ödeyecek mi? Popülizm, İngiliz siyasetinin kalıcı bir unsuru hâline gelecek mi? Ve bu ziyaret, gelecekteki diplomatik ilişkiler için bir emsal teşkil edecek mi?
Bu ziyaret, iki ülke arasındaki ilişkilerden ziyade, küresel siyasetin geleceğini de şekillendirecek önemli bir dönüm noktası gibi duruyor.