Oblomomov’un aynasında Alman ve Rus karakteristik yapısı

Haberin Eklenme Tarihi: 11.06.2025 11:47:00 - Güncelleme Tarihi: 11.06.2025 12:49:00

1859’da Ivan Gonçarov’un kaleminden çıkan roman, başkahramanı İlya İlyiç Oblomov’un aşırı tembelliği ve eylemsizliğiyle öne çıkar. Oblomov, tembellik ve ataletle örülü bir yaşam sürer; düşünmekten harekete geçemeyen, hayaller ile gerçekler arasında sıkışıp kalmış bir Rus aristokratını temsil eder. “Eylemsizlik” ve “değişim arzusu” arasında sıkışan karakter, idealizm hayalleri içinde kaybolmuş; Rus aristokratlarının temsili hâline gelmiştir. Karakter saf, kötü niyet taşımayan, toplumsal hayata katılmaktan çekinen Rus tipolojisi ile döneminin tipik bir insanıdır. Bu profil, Rus insanının geçmişe, toprağa ve kadere teslim olmuş hâlini yansıtır. Rus ahlakı burada çalışkanlıktan çok duygusal saflığı ve kadere boyun eğmeyi yüceltir. Nitekim Oblomov’un ağzından şu sözler dökülür:

“Ben hayata karışmadan yaşamak istiyorum. Gürültüsüz, sarsıntısız, yavaş yavaş solup gitmek...”

Romanın diğer önemli karakteri Andrey Stolz ise Oblomov’un tam zıttıdır. Yarı Alman olan Stolz; disiplinli, pratik ve hedef odaklıdır. Birey, kaderi karşısında edilgen değil, etkin bir pozisyondadır. Ahlaki değerler çalışkanlık, dürüstlük ve kişisel sorumluluk üzerine kuruludur. Stolz için hayat, üstesinden gelinmesi gereken bir görevdir; her gün bir adım ileri gitmek zorunluluktur. Alman tarafından gelen metodik yaklaşımı, Rusya’nın düzensizliği içinde bir istisna oluşturur. Stolz, Alman kimliği ile henüz kendini keşfetme döneminde olan Rus düşüncesinin Batı’ya duyduğu merak ve hayranlık duygusunu yansıtır. Alman düşüncesinin sistematik yapısı, Oblomov’un dağınık zihniyetine tezat oluşturur. Ancak Stolz’un başarısı, Oblomov’u kurtaramaz. Bu durum, Gonçarov’un Batılılaşma projesine dair şüphelerini de ortaya koyar: Salt rasyonel ilerleme, insanı mutlu etmeye yetmez. Gonçarov, Stolz'u şöyle tarif eder:

“Stolz doğuştan işe koyulmaya hazırdı; hiçbir şey onu durduramazdı, hiçbir şeyden korkmazdı.”

Rus felsefesi ve Oblomov sendromu

Oblomov sendromu (Oblomovşçina), İlya İlyiç Oblomov karakterinin roman boyunca sergilediği davranışlardan türetilmiş bir kavramdır. Bu sendrom bireyin önemli bir karar alma konusunda gösterdiği irade eksikliği ve kronik tembellik olarak kendini gösterir. Oluşan iradesizlik, tembelleşme aslında normal bir tembellik değildir. Bireyin varoluşsal sancılar çektiği, içsel bunalımlar yaşadığı bir döngüdür. Bu düşünsel süreç kitapta Rus aristokrasisinin Batılılaşmaya direnci ve geleneklere bağlılık olarak önümüze çıkar. Modern çağda depresyon, tükenmişlik ve sosyal yabancılaşma kavramları ile ilişkilendirilebilir. Hızla değişen dünyada bireyin geçmişiyle kurduğu bağlarda ve yeni ile ilişkisinde önemli bir nokta olabilir.

Oblomov'un ataleti, doğrudan “Oblomovşçina” kavramıyla ilişkilidir ve 19. yüzyıl Rus toplumunun geri kalmışlığı, ataleti ve boşunalığının bir simgesi olarak görülür. Rus düşünce yapısı ve ulusal kimlik arayışı Slavofilizm ve Batıcılık arasındaki tartışmalarla şekillenmiştir. Slavofiller Rus özgünlüğü, ortodoksluk, komünal değerler üzerinden bir düşünce sistemi savunurken Batıcılar, Batı Avrupa değerlerinin Rus toplumuna entegrasyonunu savunmuştur. Oblomov karakteri St. Petersburg’da yaşamaya çalışan bir asilzade olarak bu iki akım arasında bir yerde konumlanır. Bir yandan geleneksel Rus soyluluğu, diğer yandan Batı’nın dinamizmine karşı sıkışmışlık sergiler.

Gonçarov, Oblomov’u Rus aristokrasisinin çözülüşünün sembolü olarak kurgular. 19. yüzyıl Rusyası’nda Batılılaşma tartışmaları, Slavofil-Westernizer çatışması gibi dinamikler düşünüldüğünde Oblomov’un pasifliği, reformlara direnen ve geçmişe özlem duyan bir sınıfın alegorisidir. Karakteri Rus felsefesi açısından incelediğimizde ünlü Rus düşünür Çaadayev’in Rusya’nın tarihsel ilerleme eksikliğine yönelik eleştirisiyle örtüşür. Oblomov, Rusya’nın Batı’dan geri kalmışlığının ve kendi potansiyelini gerçekleştirememesinin bireysel düzeydeki bir tezahürü olarak yorumlanabilir. Homyakov’un vurguladığı cemaatçili ideali, Oblomov’un bireysel inzivası ve toplumsal bağlardan kopukluğu ile tezat oluşturur. Oblomov, topluluktan izole olmuş, kendi iç dünyasına çekilmiş bir figürdür. Homyakovcu bir bakış açısıyla bireyin toplulukla olan bağlarını yitirmesi ve bunun sonucunda eylemsizliğe düşmesi olarak görülebilir. Oblomov, Rus edebiyatındaki "gereksiz adam" arketipinin tipik bir örneğidir. Bu figürler genellikle yetenekli ancak toplumsal hayatta bir yer bulamayan, eyleme geçemeyen bireylerdir. Oblomov karakterindeki bireyin kendi özgürlüğünü ve yaratıcı potansiyelini kullanmadaki başarısızlığı, ruhsal gelişimini ihmal etmesi olarak görülebilir.

Batı felsefesi ve Andrey Stolz

Andrey Stolz, Oblomov'un çocukluk arkadaşı ve onun tam zıttıdır. Çalışkan, pratik, verimli ve sürekli eylem hâlindedir. Alman babası ve Rus annesiyle Batı ve Rus kültürlerinin bir sentezini temsil eder, ancak daha çok Batı değerlerine eğilimlidir. Stolz daha Batılılaşmış ve dinamik Rusya'yı simgeler. Oblomov'un ataletini aşmasına yardım etmeye çalışır ancak başarılı olamaz:

“Ona göre yaşamak demek, çalışmak ve görevlerini yerine getirmek demekti.”

“Andrey Ivanoviç Stolz, doğuştan işe koyulmaya hazırdı; hiçbir şey onu durduramazdı, hiçbir şeyden korkmazdı.”

Bu cümleler Stolz’un yaşam tarzını, kararlı, sonuç odaklı, cesur karakterini özetler niteliktedir. Alman felsefesi açısından Stolz, Kant’ın ödev ahlakını üstünde bir zırh gibi taşırken, Rus aklı tarafından ise komünal değerleri yok etmeye çalışan bir tehdit unsuru olarak görülür. Stolz'un bireysel başarısı ve pratikliği, Homyakov'un eleştirdiği Batı bireyciliğini akla getirir. Komünal yaşam idealinin aksine Stolz daha çok bireysel çabaya ve başarıya odaklanır. Stolz'un çalışkanlığı, pratikliği ve sorumluluk sahibi oluşu, Kant'ın ödev ahlakı ve rasyonel eylem idealleriyle uyumludur. Stolz, Kantçı anlamda aklını kullanan, planlı ve amaçlı hareket eden bir bireydir. Aynı zamanda Stolz, toplumsal ve ekonomik değişimlere ayak uyduran, hatta bu değişimlerin bir parçası olan bir figürdür. Onun enerjisi ve eylemleri, Hegelci anlamda tarihin akışına katılma ve özgürlüğü gerçekleştirme çabası olarak yorumlanabilir. Oblomov'un ataletine karşıt olarak, Stolz üretken emeği ve ekonomik aktiviteyi temsil eder. Onun bu durumu Marx’ın çalışkanlık, üretkenlik, emek kavramları ile karşımıza çıkar.

Oblomov sadece bir edebî metin olmaktan öte dönemin düşünsel krizlerinin bir yansımasıdır. Birbirlerine çokça etki etmiş olan Alman felsefesini ilerici, pratik, rasyonel zihin yapısı ile Rusya'nın gelenekçi, komünal, uyuşmuş serflik düzeninin bir çatışmasıdır. Stolz, Batı dinamizmini ve Batıcı bakış açısını temsil ederken Oblomov, geleneksel Rus ataletini Batı’ya karşı koruduğu şüphecilik duygusunu yansıtabilir. Bununla birlikte Oblomov romanı ve onun etrafında şekillenen sendrom kavramı, kültürel kimliklerin ahlaki yapısına dair evrensel bir tartışma sunar. İster Doğu’ya özgü bir teslimiyet ister Batı’ya özgü bir ilerleme tutkusu olsun; insan ruhu, her iki uçta da eksikliklerle yüzleşir. Kitabı modern dünyanın hızlı değişimi, zaman mefhumu, duyguları ve yaşananları sinderememişlik hâlinin getirdiği bunalımlar ekseninde bireysel anlamda değerlendirebiliriz.