Gogol’un burnu ve paltosu: Bürokrasinin karmaşık ağında bulunanlar
Haberin Eklenme Tarihi: 11.02.2025 15:25:00 - Güncelleme Tarihi: 12.02.2025 17:25:00"Komik bir hikâyeye, dikkatle ve uzun uzun baktığınızda, gitgide hüzünlü hâle gelir.” (Nikolay Gogol)
19. yüzyılın ilk çeyreği… Çar I. Nikola, Dekabrist Ayaklanması sonrası 1825’te tahta geçer. Güçlü bir merkezi otorite, sansür ve Rus bürokrasisini ağırlaştıran politikalar uygular. Bu dönemde Petro’nun rütbeler tablosu ağırlaştırılır, aristokratlar yüksek mevkilerde kalmaya devam eder, sansür ve gözetim artar, devlet bireyden önce gelir. 19. yüzyıl Rus edebiyatının en çarpıcı kalemlerinden, hiciv ustalarından biri olan Nikolay Gogol da böyle bir atmosferde yaşar. İsmini birçoğumuz Rus edebiyatı ile tanımış olsa da kendisi Ukrayna asıllıdır ve hayatının önemli bir bölümünü Avrupa’nın farklı şehirlerinde geçirir. Bununla birlikte Gogol, Rus devlet yapısının üç sac ayağından biri olan ortodoksluğu içselleştirip dindar bir insan olarak hayatını sürdürür. Yapıtlarındaki anlam ve analizi ise okuyan kişi sayısınca çoğaltabiliriz. Yine de döneminin sorunlarını eserlerinde muhakkak görürüz. Nitekim küçük memurların çaresizliğini, rütbe hiyerarşisinin katılığını ve devlet mekanizmasının insanı yabancılaştırıcı doğasını, esrarengiz, hayali bir grotesk hicivle kalemine yansıtır. Gelin Rus filozof Çernişevski’nin “Gogol Çağı” diye parantez açtığı, Rus edebiyatına yön vermiş bu hiciv ve mizah ustasının dilini en bilinen iki yapıtı üzerinden incelemeye çalışalım.
Gogol’un bürokrasisi: Kâğıtların gölgesinde küçük adam
Gogol’un “Palto”sunun başkahramanı Akakiy Akakiyeviç, Çarlık Rusya’nın ağır bürokratik yapısı içinde ezilmiş, silik bir kâtip figürüdür. Görevi, devlet belgelerini kopyalamaktan ibarettir; yaratıcı düşünmeye teşvik edilmez, kendisi için talepte bulunması, en insani isteklere bile sahip olması hak olarak görülmez. Ondan beklenen, sistemin bir dişlisi gibi hareket etmesi, görevlerini yerine getirmesi, hayatta kalabilecek kadar bir şeylere sahip olmasıdır. Hatta üşüyene kadar dalga geçilen paltosunun ne kadar eskidiğini bile anlamaz. Kendisi için yeni bir palto edinme çabası, onun için hem bireysel bir yükselişin hem de trajik bir yıkımın başlangıcı olur.
Kitabın ikinci kısmında bürokratik eleştiri daha belirgindir. Akaki paltosunu çaldırmış ve umutsuz bir şekilde durumu anlatacak yetkili kişiler aramaktadır. Evine döndüğünde ev sahibesi polisin onu geçiştireceğini, doğrudan emniyet amirine derdini anlatmasına salık verir. Amir, Akaki’nin derdini dinleyeceğine suçlarcasına ve âdeta ona hak görmeyerek neden o saatte dışarıda olduğunu, kimlerle vakit geçirdiğini, uygunsuz yerlerde olup olmadığını sorar durur. Girişimi başarısız olan Akaki bu sefer derdini yanmaya “önemli şahıs” ismiyle anılan karaktere gider. Kitabın bu kısmı bürokrasideki hiyerarşik düzeni ve liyakatsizliği gözler önüne serer. “Önemli şahıs” aniden bulunduğu mevkie gelmiştir ve bir süre öncesinde nerede, nasıl bir hayat yaşadığı bilinmiyordur. Bu insan, ancak kendi ile aynı mevkide olduğu takdirde karşısındakiyle iletişim kuran biridir. Kahramanımız da “önemli şahıs”ın karşısına geldiğinde “yol yordam bilmediği, önce dilekçe yazması ve polise bildirmesi gerektiği” ile ilgili temiz bir azar işitir. Ne yazık ki ne polis memuru ne de diğer yetkililer onu dinlemeye tenezzül bile etmezler.
Benzer şekilde, “Burun”da yüksek rütbeli bir memur olan Mayor Kovalyev’in burnunu kaybetmesi, Rus bürokrasisinde kimliğin yalnızca unvanla özdeşleştiğini gösterir. Burnu, statüsünün bir sembolüdür; kaybettiğinde ise sıradan halktan biri hâline gelir ve toplumdaki yeri sarsılır. Kitap bize “bakanlık uzmanı unvanını bilimsel araştırmaları ile edinenler ve Kafkaslardaki hizmetlerinden dolayı edinenler” olarak bir ayrım belirtir. Bu ayrım aklımıza “Devlet ve bürokraside liyakatin yeri nedir?” sorusunu getirir.
Karakterin, burnu ile ilk karşılaşmasında burun ona; “Ben kendimim. Dahası aramızda bir yakınlık söz konusu olamaz. Resmî ceketinizin düğmelerine bakacak olursak senatoda görevlisiniz” diyerek karakterin konumuna dikkat çeker. Kovalyev kendisinden daha üst mevkide olan, kendi burnuna karşı yabancılaşma hissini ilk burada tadar. Liyakatsiz ve eğitimsiz alınan rütbenin yüzeyselliğini sorgulatır Gogol bize.
Kovalyev’in ilk durağı kayıp ilanı vermek için bir gazeteye gitmek olur. Gazete çalışanı ilanın gazete itibarına zarar verdiğini söyleyerek, alaya alarak ilanı kabul etmez. Sonrasında karakterimiz çeşitli devlet dairelerine burnunun bulunması için başvurur. Durumuna acısalar dahi hiçbir memur yardım edemez. Herkes katı kurallara ve hiyerarşiye o kadar bağlıdır ki olayın absürtlüğü dahi kimseyi harekete geçiremez.
Ben mi, kıyafetim mi?
Akakiy Akakiyeviç'in bir palto edinme arzusu, sıradan bir memurun yaşamındaki büyük bir dönüşümün başlangıcını simgeler. Akaki, hayatı boyunca kendisine ait bir paltoya sahip olamamıştır, hatta ismi bile kendine ait değildir. Zira babası ve dedesi ile aynı ismi taşımaktadır. Yeni palto edindikten sonraki mutluluğu, kısa süreli bir sevinçten başka bir şey değildir; paltonun kaybolması sonucu yaşadığı travma, onu toplumsal varoluşunun en temel boyutlarıyla yüzleştirir. Hikâye sadece Çarlık Rusya’daki memurların değil, modern dünyadaki bireyin toplum ve sistem karşısındaki yabancılaşma serüvenini de anlatır.
Kitabın Can Yayınları baskısının son sözünde Akakiy Akakiyeviç ismi ile ilgili bir not vardır. Rusça aslından okuduğumuz takdirde kelimelerde anlamsal ve fonetik dil bilimsel bağlantılar vardır: “Zira ‘kak’ hecesi Akaki’nin ismindeki aynılık ilkesini barındırır; ömür boyu sürdürdüğü, tekdüze kopyalama eylemini ve aynılığa mahkûm edilmişliği işaret eder.” İsim anlam olarak da “kakılmış oğlu kakılmış” gibi bir anlama denk düşer.
Bu durum, bürokrasinin bireyi nasıl bir nesne hâline getirdiğini gözler önüne serer. Bir insanın değerinin kıyafetlerle belirlendiği bir toplumda, Akaki’nin yaşadığı yabancılaşma, sadece kaybedilen bir paltonun ötesinde, insanın varoluşsal bir boşluk içinde sıkışmasıdır. Bürokratik hiyerarşide alt kademedeki memurların genellikle görünmez kılındığı bir sistemde, bireyler insan olarak değil, yalnızca sistemin işleyişine hizmet eden birer araç gibi algılanmaktadır.
Akaki’nin yine kendi ihtiyaçlarından ödün vererek yaptırdığı paltosu onun bir günlüğüne görünür olmasına sebep olur. Paltosu onu sadece sıcak tutmaz, aynı zamanda güzelleştirir, sosyal hayatta parlatır. İlk defa çalıştığı arkadaşları tarafından bir davete çağırılır. Bu sayede yaşadığı muhitten de dışarı çıkarak şehrin üst sınıf bölgelerindeki yaşamı görür. Ne yazık ki bu durum Akaki’nin alışkanlıklarını dışındadır. Gittiği davette nasıl davranması, kimlerle neyi konuşması gerektiği konusunda afallar. Kendisini gerçekleştirememiş bir insan için tersini hayal etmek imkânsız olur zaten. Paltosunun çalınması ile Akaki’nin ışıltısı da söner. Çareyi devlet dairelerinde arayan Akaki bir sonuca varamaz, aksine aşağılanır ve küçümsenir. Akaki bu kayıtsızlık karşısında hastalanır ve kısa sürede ölür. Fakat ruhu hayalet olarak Petersburg sokaklarında varlığını sürdürür. Ruhu, toplumun onu görmezden gelmesine izin vermez.
“Burun”da da benzer şekilde bireyin toplumsal kimliği, görünümü ve statüsü sorgulanır. Birey, artık toplum içinde tanınmaz hâle gelmiştir; kendi benliği ile etrafındaki dünya arasında bir bölünme yaşar. Burun, sadece fiziksel bir organ değil, aynı zamanda bireyin sosyal kimliğini ve statüsünü temsil eder. Birey için bu nesne kaybolduğunda oluşan boşluk, yalnızlık ve yabancılaşma duygusunu derinleştirir. Kovalyov’un en büyük korkusu burunsuz hâlde toplumun onu nasıl karşılayacağıdır. Burnu onun rütbesini, rütbesi ise toplumdaki var oluşunu etkiler.
Sokaklarda kendisini yüksek rütbeli bir müsteşar olarak tanıtan burnunu görünce Kovalyov afallar ve kendi burnunun karşısına çıkmaya cesaret edemez. Kendi burnu tarafından reddedilen karakterimiz, ilk defa bedenine ve kimliğine yabancılaşmayı yaşar. Nasıl bir yolla ona yaklaşacağını düşünür, kendisini onun yanına yakıştırmaz. Polise gitmekten çekinir, çünkü herkesi müsteşar olduğunu söyleyerek kandıran bir burun polisi de pekâlâ kandırabilir.
Nihayet burnunu ele geçirdiğinde ise burnu vücudunun bir parçası olmayı reddeder. Bu durum bireyin toplum içinde gösterdiği ego ile kendi benliği arasında yaşadığı çatışmanın ve karmaşanın güzel bir alegorisidir. Karakter hikâyenin sonunda burnuna kavuşmuş olmanın huzuru ile peşinden koştuğu mevkilere ulaşmak için çalıştığı büronun yolunu tutarken gözleri “yelek düğmesi kadar burnu olan iki askere” takılır.
Dostoyevski “Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık” derken belki de çağlar ötesine de sesleniyordu. Gogol sistemin ağır aksak ilerlemesini, estetik ve görsel kaygıların hayatı şekillendirmesini, insanın görünür olma çabasını kara mizah ile günümüze kadar taşıdı. Küreselleşme ve teknoloji ile bu durum daha kaotik bir hâle geldi. Büyük sistemler isim ve görünümünü değiştirirken bir şekilde varlığını korumaya devam ediyor. Küçük insanın kaderi ise umutsuzluğunu koruyarak ya da hayalî dünyalarda arzuları ile buluşarak varlığını sürdürmeye devam ediyor.