Suikastlar gölgesinde ABD’de siyaset: Charlie Kirk cinayeti

Haberin Eklenme Tarihi: 12.09.2025 14:43:00 - Güncelleme Tarihi: 12.09.2025 14:48:00

Amerikan siyaseti ve toplumu, tarihinde birçok defa yaşadığı siyasi cinayetlerden biriyle bir kez daha sarsıldı. Başkan Donald Trump çizgisinde son yıllarda en etkili genç muhafazakâr figürlerden biri olarak öne çıkan aktivist Charlie Kirk; Utah Valley Üniversitesi’nde, yaklaşık 3.000 kişinin katıldığı oldukça kalabalık bir kampüs etkinliği sırasında boynundan vuruldu ve kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. 

Başta en yakın siyasi destekçisi Başkan Trump olmak üzere, eski Demokrat Başkanlar Biden ve Obama’nın da olayı sert şekilde kınadıkları görüldü. Kısa süre önce, yine ABD’de, Charlotte şehrindeki bir metroda Dekarlos Braun isimli bir kişi tarafından sebepsiz yere vahşice bıçaklanarak öldürülen Ukraynalı mülteci genç bir kadının cinayetinin basında ve sosyal medyada geniş bir yankı bulduğu bu günlerde, Kirk suikastı da ABD’de hem toplumsal hem siyasal manada şiddet sarmalının devam edeceğinin sinyallerini veriyor.

Esasen tarihi boyu kanlı okul/hane baskınlarından, bombalamalara ve seri cinayetlere kadar ABD’de dönem dönem artan korku dalgasının, Amerikan siyasi hayatını da ilk Başkanlar döneminden beri etkilediği bir gerçek. Bu şiddet sarmalının en güncel örneği Kirk suikastı, Trump’ın Başkan seçilmeden önce 2024 yılı Temmuz ayında kendisine düzenlenen suikast girişimiyle önemli benzerlikler taşıyor ve benzer emelleri taşıyan kişi ve/veya kişilerce tertip edilmiş olabileceği gerçeği, önemli gündem maddelerinden biri olarak ABD’de konuşuluyor.

Ancak yakın tarihte, Amerikan İç Savaşı’ndan (1861-1865) ırkçılık, etnik ve sınıfsal gerilimlere bitmek bilmeyen “toplumsal şiddet geleneği”, esasen ABD’nin dış politik gelişmelerde dahi zaman zaman uygulamaktan çekinmediği, sosyal bir arka plana sahiptir. Bu manada, gerektiğinden başkasının özgürlüğünü ve hayatını dahi elinden alan denetimsiz ve aşırı uçlara varabilen “Amerikan bireycilik felsefesi”nde, örneğin ateşli silahların herkesçe kolay erişilebilirliği önemli bir tartışma konusu olmayı sürdürmektedir. Tüm bunlara medyadaki etkin sembolizmle, lider figürlerin toplumda sürekli “hedef tahtasına” konmaları da eklenince, Kirk suikastı dâhil ABD’nin bu dönemine dair çıkarabilecek ön değerlendirmenin ilk sonuçları hakkında da bazı yorumlarda bulunulabilir.

ABD’de yeni sağ ve Charlie Kirk

1993 doğumlu, Illinoisli Charlie Kirk, üniversite eğitimini tamamlamadan, erken yaşta siyasete atılmış, esasen ABD’de yeni dönem “ideallerini takip eden” ve “olabildiğine siyasi” genç bir jenerasyonun en önemli temsilcilerinden biri olarak hafızalara kazınmıştır. Bu tür bir idealizm için esasen mali arka planı olmadan, yani “zengin aileler” sınıfına da girmeden bir girişimcilik ruhu göstermiş olan Kirk, daha “orta hâlli” bir aileden gelerek, temel kırılma noktasını 2012’de Turning Point USA (TPUSA) adlı, STK olarak nitelendirebilecek siyasi örgütü kurarak yaşadı. Toplumsal olaylarda “etki-tepki” hususuyla açıklanabilecek şekilde bu örgüt, ABD’de yükselişe geçen, “liberal/sol” olarak ifade edilen ancak daha marjinal hayat biçimlerinin gittikçe artan reklamı üzerine kurulu, hâkim hâle gelen ortama karşı, gençleri ve yeni kuşakları, başta “din ve vatanseverlik” dürtüsü etrafında ve “muhafazakâr değerler” altında örgütlemeyi amaçladığını açıkladı. Benzer görüşteki iş insanlarından ve siyasilerden önemli miktarlarda bağış toplamaya uzun süre devam etti.

10 yılı aşkın sürdürdüğü bu yöndeki sivil toplum ve siyaset faaliyetlerinde, hemen hemen aynı perdeden etki eden dönemin en önemli siyasi figürüyle, yani Donald Trump’la da gittikçe yakınlaşan Kirk, son seçim kampanyalarında bir nevi Trump ve Cumhuriyetçilerin “gençlik kolları” sorumlusu olarak belirdi. Demokrat geleneğin Amerika’da gençler arasında popülaritesi bilindiğinden Kirk’ün Cumhuriyetçi pozisyonu ve güçlü argümanları git gide tüm medyada ve tabii, çağımızın en önemli güçlerinden biri hâline gelen sosyal medyada da ses getirmeye devam etti. Kampüs etkinliklerini ve yüz yüze faaliyetlerine de hiç ara vermeyen Kirk, “anti-sosyalist”, “anti-woke” söylemleri benimsediğini her defasında açıkça ifade etti. “The Charlie Kirk Show” adlı popüler bir podcast/radyo programı yapmayı da sürdürdü ve çok farklı sosyal medya kanallarından ABD genç kuşağına süratle ulaştı.

Son beyanatlarında, Netanyahu altında İsrail politikalarının ABD’ye zarar verdiğini ifade etse de -arka planda ve geçmişte- “Hristiyan-Yahudi ittifakı”nın gerekliliği ve kültürel üstünlüğü üzerine görüşler zikrettiği dikkat çekti. Buna bağlı olarak esasen bireysel özgürlüklerden taviz verilmemesi gerektiğini, “liberteryen” sınıfında özetlenebilecek, denetlenemez bazı hakların da ABD’de her zaman baki kalması gerektiğini savundu. Bunlar arasında, bireysel silahlanma hakları, serbest piyasa ekonomisi gibi ilkeler dikkat çekerken, klasik Amerikan sağının göçmen karşıtlığı üzerine kurulu söylemi de üst perdeden dile getirmeye devam etti. Bu özellikleriyle Kirk sadece ABD’de değil, dünya genelinde son derece hâkim olan söylemin, yani Avrupa’da Fransız Marine Le Pen, Alman AfD, Macaristan’da Orban, İsrail’de Ben-Gvir, Hollanda’da Wilders ve Avusturya’da Kickl gibi örnekleriyle uyumlu, ama daha genç ve Amerikan liberteryenizmine monte, sembol bir ismi olarak akıllarda kaldı.

Trump için “manevi bir evlat”

Ölümünün dahi vuku bulduğu yer olan üniversite kampüsleri esasen Kirk’ün faaliyetleri için ana çıkış noktası ve temel hedefti. Bu yüzden ölüm haberinin ardından açıklamalarda bulunan ABD Başkanı Trump, Kirk’ü idealleri uğrunda bir “şehit” olarak nitelendirmekten çekinmedi ve çok yakında kendisi için geniş katılımla bir tören düzenleyeceğini, anısına atfen Kirk için “Hakikat ve Özgürlük Kahramanı” olarak bir Başkanlık/Devlet Nişanı verileceğini açıkladı.

Oldukça üzgün olduğu gözlemlenen Trump şüphesiz kendisine düzenlenen suikast girişimden bu yana, sadece siyasi ve bürokratik çevrelerden değil; iş dünyası, STK ve halk temsilcileri kanadından da ilişkilerine ve buradan aldığı desteğe özel önem vermekte. Hâlen araları çok iyi olmasa da iş dünyasının “parlak çocuğu” Elon Musk, geçtiğimiz haftalarda hayatını kaybeden bir dönemin sembol ismi Amerikan Güreşi yıldızı Hulk Hogan ve genç bir aktivist olarak Charlie Kirk bu isimlerden sadece bazılarıydı.

Nitekim Cumhuriyetçi Parti’nin genç seçmenlere ulaşmakta her daim zorlandığı ve Demokratlarla beraber hep daha fazla anılan “genç seçmen bağlantısı”, Kirk gibi “yeni muhafazakâr” ve “yeni sağ”dan sembol isimlerle Trump için oldukça büyük bir anlam ifade ediyordu. Kirk’ün kurduğu TPUSA, gerek dijital mecrada gerek kampüslerde Trump destekçiliğini “çekici”, popüler ifadeyle “cool”, göstermeye çalışan en etkili organizasyonlardan biri haline geldi. Kirk,  bu esnada, “sadık bir Trump savunucusu” olarak, Trump’ın politikalarını sadece desteklemekle kalmıyor, onu “tarihî lider” düzeyinde öven bir söylem kullanıyordu.

Bu noktada ise Kirk ve takipçilerinin üstlendiği en önemli sorumluluk, tabiri caizse ABD’de son 10 yılda iyiden iyiye sertleşen “kültürel savaş”ta benimsenen “sert çizgi” oldu (başta, göç, LGBT+, ırk tartışmaları, eğitim, ailenin kutsallığı, Hristiyan değerler vb. bağlamında). Kirk, bu konularda, kendisini “aşırı sağ/Nazivari” metotlar kullanmakla suçlayan kesimlere inat, keskin bir dil benimsemeye devam etti ve tabanını her geçen gün daha da konsolide etti. Bu şekilde, başta 2024 seçim sürecinde ama öncesindeki ve bugüne kadar gelen süreçlerde de âdeta “manevi bir evladı” veya “düşünsel genç bir ideologu” suretinde Trump’a da sahada güç verdi.

ABD tarihinde bitmeyen siyasi saldırılar ve yakın geleceğe dair

Trump, Charlie Kirk’ü genç kuşakları kazanmak için stratejik bir müttefik olarak sahiplendiği esnada beklenmedik bir suikasta kurban vermiş olabilir. Ama aynı türden bir saldırı seçim kampanyası esnasında, aynı şekilde kendisine karşı da henüz geçtiğimiz yılın Temmuz ayında yapılmıştı ve Kirk cinayetinin faili hâlen yakalanmasa da elde edilen ilk kamera görüntüleri ve görgü tanıklarının ifadeleri, Trump’a suikast girişiminde bulunan ve olay yerinde öldürülen henüz 21 yaşındaki Thomas Matthew Crooks ile Kirk failinin aynı kuşak gençlerden ve ABD’nin “tepkili” kesimlerinden olabileceğinin sinyallerini vermekte. Şehirlerde “asayişi sağlamak” adına orantısız güç kullanımı, keyfi gözaltılar ve askeri sokağa çıkarma kararından, İsrail’in Gazze’deki soykırımına verdiği tepkisizliğe kadar Trump şüphesiz, -hele ki dijital çağın yarattığı hızlı bilgi, iletişim ve örgütlenme döneminin de etkisiyle- bir kesimin takdirini kazanıp Kirk gibi figürler altında yeni taraftarlar bulsa da diğer bir kesimin oldukça fazla, hatta “yıkıcı” olabilecek, muhalefetine zemin hazırlamaktadır.

Ancak bu esnada unutulmaması gereken bir husus, ABD’de siyasetteki dehşet ve “suikastlar geleneği”nin ise ne yazık ki son dönemdeki olaylarla sınırlı olmadığı gerçeğidir. İlk akla gelen en büyük örnek ise şüphesiz ABD tarihinin en önemli isimlerinden sayılabilecek Başkan Abraham Lincoln’ün, İç Savaş’tan hemen sonra, bir tiyatroda Güneyli sempatizan John Wilkes Booth tarafından 1865’te öldürülmesidir. Ondan önce de örneğin 1835’te Başkan Andrew Jackson, Kongre binasında bir saldırıya uğramış, silah tutukluk yapmış ve kurtulmuştur.

Belki de ABD “Vahşi Batı” geleneğinin de kültürel bir mirası olarak, bir türlü bitmek bilmeyen “bireyin silahlanma” ve “özgürce silah kullanma” tartışmaları altında, diğer ABD Başkanlarından James Garfield, 1881’de, iktidar beklentisi karşılanmayan ve “hayal kırıklığı yaşayan” kendi partisinden bir kişi tarafından; 1901’de Başkan William McKinley bir panayır yerinde “anarşist” olduğu belirtilen bir saldırgan tarafından ve en bilinen ve hafızalara kazınan örnek olarak Başkan John F. Kennedy, 1963’te Dallas’ta halka açık alanda aracıyla geçiş yaptığı anda, eski bir ordu mensubu ve “Marksist” olarak tanıtılan Lee Harvey Oswald isimli kişi tarafından vurularak hayatlarını kaybetmişlerdir. Theodore Roosevelt’den, Gerald Ford’a, Ronald Reagan’a ve en son Donald Trump’a kadar pek çoğu ise ciddi suikast girişimlerine uğramışlar ve hayatta kalmayı başarmışlardır.

Tüm bu “suikastlar tarihi” ve ABD’de bir bakıma, “siyasetin dizayn edilmesi” girişimleri ışığında, Charlie Kirk suikastı, Trump’a yönelik daha önceki saldırılar ve Trump’ın ilk başkanlık yıllarının sonundaki kongre baskını (6 Ocak) gibi olaylar, “siyasi figürlere karşı şiddet”in normalleşme tehlikesinin Amerika’da her daim en üst seviyede bulunduğunu bize gösteriyor.

Ayrıca Trump’ın “karanlık anlar” olarak bahsettiği anılan siyasi olaylara ilave, ırk temelli saldırılar (siyahileri hedef alan saldırılar, Asyalı Amerikalılara yönelik nefret suçları), kadın cinayetleri, etnik köken/kimlik üzerinden şiddet olaylarının artması, ülkesindeki çatışmalardan kaçan Ukraynalı göçmen bir kızın cinayeti gibi kimilerince münferit olaylar da bir yandan ABD’de göç politikaları ve “çok-kültürlülük” tartışmaları üzerinden, öte yandan tüm dünyada yansımaları olabilecek, dijital ve post-modern düzlemlerde “merkezî ve güçlü otoritenin başarısı/başarısızlığı” tartışmaları üzerinden, yeni dönemin daha da politikleşeceği ve çetrefilli bir hâl alacağı izlenimini veriyor.