Sudan’da insanlık krizi: Uzaydan görülen kan!
Haberin Eklenme Tarihi: 4.11.2025 15:11:00 - Güncelleme Tarihi: 4.11.2025 15:15:00Sudan'da dökülen kanın izleri o kadar derin, o kadar yaygın ki artık uydu görüntülerine sızan bir gerçekliğe dönüştü. Bu, retorik bir abartı değil, Dünya'nın yörüngesindeki teknolojik gözlerin bile tespit edebildiği bir insanlık ayıbının somut kanıtı. İnsanlık, bir kez daha, tarihinin karanlık bir sayfasını, müdahale etmek bir yana, ürkek ve çıkar hesaplarıyla dolu bir seyirci konumunda izliyor. Hiç kimse, olan bitenden habersizmiş, kimse görmüyormuş gibi davranma lüksüne artık sahip değil. Çünkü bu trajedi, 18 aydır, tüm çıplaklığıyla ve pervasızca, dünyanın gözleri önünde sahneleniyor.
Geçtiğimiz hafta, bu uzun ve acımasız trajedide yeni ve korkunç bir dönüm noktası daha yaşandı. Sudan'ın Darfur bölgesindeki stratejik ve sembolik öneme sahip El Fasher şehri, aylar süren amansız bir kuşatmanın ardından Hızlı Destek Güçleri (RSF) tarafından ele geçirildi. Ancak bu ele geçiriş, geleneksel bir savaşın sonucundan ziyade, sistematik bir insanlık krizinin, bir felaketin habercisiydi. Şehrin düşüşünün hemen ardından başlayan toplu katliamların hızı, yoğunluğu ve vahşeti, deneyimli savaş gözlemcilerini dahi şoke ederek, onları bu manzarayı Ruanda soykırımının ilk 24 saatiyle kıyaslamaya itti. Bu, savaşın değil, yok etme arzusunun bir tezahürüydü.
Bir doğum hastanesinde cehennem
Yaşanan vahşetin boyutlarını anlamak için sadece bir örnek bile yeter de artar. Bir doğum hastanesinde, yeni hayatlara umutla gözlerini açmak üzere olan bebeklerin, onları dünyaya getirmeye çalışan annelerin ve onlara destek olan ailelerin sığındığı bu kutsal mekânda, yaklaşık 500 kişinin acımasızca öldürüldüğü bildiriliyor. Hayatın başlangıcına, en saf hâline tanıklık etmesi gereken bir yer, bir anda, insan nefretinin ve şiddetin en uç noktasını temsil eden bir ölüm mezbahasına dönüştü. Kaçmayı başarabilen bir avuç insanın, travmanın etkisiyle titreyen sesleriyle anlattıkları ise yürekleri parçalıyor: Silahsız siviller, herhangi bir yargılama olmaksızın, sokak ortasında, evlerinde, sığındıkları hastanelerde infaz ediliyor. RSF milisleri, sivillere karşı o kadar kontrolsüz ve şiddetli bir katliam dalgası başlattı ki bu katliamın en somut kanıtı olan yere sıçrayan insan kanının oluşturduğu karanlık ve ürkütücü gölgeler, gökyüzündeki uyduların soğuk, metalik lenslerine bile yansıdı. Uzay, insanlığın bu korkunç başarısına sessizce tanıklık etmek zorunda kaldı.
Ancak bu son katliam, aslında uzun süredir devam eden, planlı ve kasıtlı bir insanlıktan çıkarma kampanyasının sadece doruk noktasıydı. El Fasher aylardır sıkı bir kuşatma altındaydı. Şehirde yaşayan yüz binlerce masum insan, kasıtlı olarak açlığa ve susuzluğa mahkûm edilmişti. Modern savaş tarihinin en eski ve en acımasız taktiklerinden biri olan aç bırakma politikası, tüm çıplaklığıyla uygulanıyordu. Kaçmaya çalışanlar, ölüm ve toplu tecavüz riskiyle karşı karşıya kalırken, şehirde kalmak zorunda olanlar ise sürekli bombalanıyor ve hayatta kalabilmek için hayvan yemiyle beslenmeye, ağaç kökleri yemeye çalışıyordu. Bu, Orta Çağ savaşlarını anımsatan bir vahşetti.
El Fasher'in düşüşü, ortaya çıkan ve sosyal medyaya sızan videolarla kolektif hafızamıza kazınan bir kabusa dönüştü. Görüntülerde, yerel halkın, ellerini kaldırmış, bir insanlık emaresi, bir merhamet işareti umuduyla milislere yalvardığı görülüyor. Ancak karşılığında duydukları, bir RSF komutanının soğuk, duyarsız ve neredeyse makineleşmiş sesiyle söylediği o akıl almaz sözler oldu: “Hiçbiriniz esirgenmeyecek. Size asla merhamet etmeyeceğim. Bizim işimiz sadece öldürmek.” Bu ifade, yaşanan tüm vahşetin, tüm planın özeti gibi. İnsanlık onurunun, yaşam hakkının tamamen reddi. Uzun süredir RSF'ye direnen, Darfur'daki son direniş noktalarından biri olan bu şehrin düşüşünden sonra neler olacağı ise akıllara durgunluk veriyor. Zira bu sözler, bir tehdit olmaktan çok, bir ilan, bir manifesto gibi.
Tarihin tekerrürü: Bu defa Daha yoğun ve acımasız
Bu korkunç senaryo ne yazık ki insanlık tarihi için yeni değil. Sadece 1994'te Ruanda'da yaşananları değil; aynı zamanda tam 20 yıl önce, yine Darfur topraklarında, yine benzer aktörlerin öncülü olan Cancavid milislerinin sebep olduğu soykırımın karanlık günlerini hatırlatıyor. Ancak bu sefer, her şey daha yoğun, daha organize, teknolojik olarak daha gelişmiş ve dolayısıyla daha acımasız. Geçmişin Cancavid milislerinin mirasçıları ve modernize olmuş versiyonları olan RSF, bu kez at veya deve sırtında değil; makineli tüfekler, ağır silahlar ve güçlü insansız hava araçlarıyla donatılmış, “teknik” adı verilen 4x4 araçlarla geliyor. Ve arkalarında, onları besleyen, finanse eden, silahlandıran ve bu nedenle bu vahşetin sürekliliğinden doğrudan sorumlu olan güçlü bir küresel müttefik var: Birleşik Arap Emirlikleri (BAE).
Ezici kanıtlara, uydu görüntülerine, BM raporlarına ve sayısız insan hakları örgütünün belgelediği delillere rağmen BAE, RSF'ye para akışını sağlamaya devam ediyor. Bu destek, Sudan'daki savaşın ömrünü ve yoğunluğunu katbekat artırıyor, istikrar ve barış ihtimalini her geçen gün biraz daha uzaklaştırıyor. Peki karşılığında BAE ne alıyor? Cevap, soğuk ve hesapçı reelpolitiğin ta kendisi: Büyük, stratejik konuma sahip ve kaynak zengini bir ülkede sağlam bir dayanak noktası. Ayrıca RSF kontrolündeki geniş bölgelerden çıkarılan ve kaçak yollarla ülkeden çıkarılan altının büyük kısmını elde etmek. Bu, modern bir sömürgecilik, vekalet savaşları üzerinden yürütülen bir kaynak yağması.
Ve dünyanın geri kalanı… Maalesef, dünya büyük ölçüde bir sessizliğe ve eylemsizliğe bürünmüş durumda. Sudan'daki savaş sıklıkla “unutulmuş”, “gözden kaçmış” bir savaş olarak tanımlansa da gerçekte durum daha vahim: Bu savaş, uluslararası toplumun büyük aktörleri tarafından hoş görülüyor, göz yumuluyor ve çıkar hesapları uğruna küçümseniyor. Çünkü Sudan'daki dehşetle yüzleşmek, bölgesel ve küresel siyasetin çıplak, çirkin ve derinlerdeki bağlantılarına, uçurumlarına bakmak anlamına geliyor. Örneğin, RSF geçen yıl El Fasher'ı kuşatırken, İngiliz Guardian gazetesine ulaşan kaynaklar, Birleşik Krallık hükûmet yetkililerinin, Afrikalı diplomatlar arasında BAE'ye yönelik eleştirileri bastırmaya çalıştığını iddia etti. Daha da çarpıcı olanı, geçtiğimiz hafta, RSF milisleri tarafından kullanılan İngiliz yapımı askerî teçhizatın Sudan'daki savaş alanlarında bulunduğunun ortaya çıkmasıydı. Bu durum, sessizliğin ve tarafsızlık iddialarının ötesine geçen, doğrudan bir suç ortaklığı şüphesi uyandırıyor.
İki tarafın savaşı ve küresel ahlaki çöküş
Sudan'da, birbirini kesin olarak yenemeyen, ancak ülkeyi ve halkını bir mezarlığa çevirmekte birleşen iki askerî güç var. Küresel düzeyde ise bir zamanlar en azından retoriğinde diplomatik pragmatizm ve ahlaki baskının bir karışımı olan dış politika, artık güçlü devletlerin uygun gördükleri şekilde ticari, stratejik ve siyasi çıkarlarını gözetmenin çıplak ve pervasız bir uygulamasına indirgenmiş durumda. El Fasher ve daha geniş Darfur bölgesinde yaşananların ölçeği, netliği ve uydu görüntüleri gibi somut kanıtları -uzaydan bile görülebilen suçlar- artık “bilmiyorduk” veya “haberimiz yoktu” gibi cehalet iddialarına hiçbir şekilde yer bırakmıyor. Bu, daha önce gördüklerimizin daha güçlendirilmiş, daha hızlı bir tekrarı ve herkesin neler olacağını tahmin edebileceği kadar uzun süredir devam eden bir savaşın yeni ve daha kanlı bir bölümü.
El Fasher'da ve Sudan'ın diğer bölgelerinde, nüfusun büyük çoğunluğu bir ölüm tarlasında mahsur kalmış durumda. BAE ve dolayısıyla RSF üzerinde nüfuz sahibi olan, onlarla ticari ve siyasi ilişkilerini sürdüren ancak bu şiddetin acil bir müdahale veya anlamlı bir diplomatik baskı olmadan sürmesine izin veren tüm aktörlerin -BAE, onun müttefikleri ve sessiz kalan diğer küresel güçlerin- ellerinde, orada dökülen masum kanları var. İnsanlık, bir kez daha, sınıfta kalmak, tarihin kara sayfalarında anılmak üzere.
Bu krizde her saniye önemli. Her geçen dakika, daha fazla hayat kaybı, daha fazla işkence, daha fazla travma anlamına geliyor. Sessizlik ve eylemsizlik, bir politika tercihi olmanın çok ötesinde, tarih tarafından asla affedilmeyecek, insanlığa karşı işlenmiş aktif bir suç. Sudan halkı, dünyanın onlar için harekete geçmesini, sadece çıkar değil, insanlık adına da bir adım atılmasını bekliyor. Umut, her geçen gün biraz daha azalıyor ama tamamen tükenmiş değil. Ancak bu umudun yeşerebilmesi için dünyanın Sudan'a dönüp bakması ve bu sefer, bakmakla yetinmeyip harekete geçmesi gerekiyor.