Perde arkası: Peru-Meksika diplomatik krizi

Haberin Eklenme Tarihi: 6.11.2025 13:23:00 - Güncelleme Tarihi: 6.11.2025 13:26:00

Uluslararası diplomasinin soğuk ve rasyonel dilinin ardında, çoğu zaman tutkular, ideolojik hesaplaşmalar ve kişisel kaderler yatar. Kasım 2025'te Peru'nun Meksika ile diplomatik ilişkileri kesme kararı, işte böyle bir arka plana sahipti. Bu, iki ülke arasındaki bir anlaşmazlıktan ziyade, bir eski başbakanın kaderi, bir kıtanın ideolojik bölünmüşlüğü ve uluslararası hukukun sınırlarında oynanan yüksek riskli bir strateji oyunuydu. Perdeyi aralayıp, bu tarihî krizin gerçekte ne anlama geldiğine bakalım.

Olay, görünürde basitti: Peru'nun eski Başbakanı Betssy Chávez, Meksika'nın Lima'daki büyükelçilik konutuna sığındı ve Meksika bu talebi kabul etti. Ancak bu basit hamle, üç yıldır birikmiş olan siyasi öfkenin patlamasına neden oldu. Peru Dışişleri Bakanı Hugo de Zela'nın “şaşkınlık ve derin üzüntü” ile açıkladığı bu karar, aslında bir nevi son damlaydı.

Peki, bir sığınma talebi neden bu kadar büyük bir krize dönüştü? Cevap, Betssy Chávez'in kimliğinde ve temsil ettiği geçmişte yatıyor. Chávez, Aralık 2022'de Kongre'yi feshetmeye kalkışan ve ardından hızla görevden alınıp tutuklanan eski Başkan Pedro Castillo'nun kısa süreli kabine şefiydi. Peru adalet sisteminin gözünde o, “isyana suç ortaklığı” gibi ağır bir suçlamayla karşı karşıya olan ve 25 yıla kadar hapsi istenen bir isimdi. Onun büyükelçiliğe sığınma zamanlaması da oldukça manidardı; mahkeme kayıtları, duruşmalara katılmadığı için hakkında tutuklama emri çıkarılmak üzere olduğunu gösteriyordu. Yani bu hamle, adli süreçten kaçmak için atılmış taktiksel bir adım olarak yorumlandı.

Hukuk mu, ideoloji mi?

Krizin kalbinde, 1954 tarihli Caracas Diplomatik İltica Sözleşmesi'nin iki tarafça tamamen zıt yorumlanması yatıyor. Meksika, bu anlaşmaya sıkı sıkıya bağlı olduğunu iddia ediyor. Sözleşme, sığınma hakkı veren devletin, başvuran kişinin siyasi zulme maruz kalıp kalmadığını “nitelendirme” hakkına sahip olduğunu söyler. Meksika da bu hakkını kullanarak Chávez'in siyasi sebeplerle hedef alındığını öne sürdü.

Peru ise bu yoruma öfkeyle karşı çıkıyor. Onlara göre Chávez, “adi” bir suç olan darbe girişimine karışmıştı. Bir devletin anayasal düzenine yönelik böyle ciddi bir suçun siyasi kabul edilmesi, Peru'nun yargı egemenliğine ve iç işlerine kabul edilemez bir müdahaleydi. Meksika'nın bu hamlesini dostça olmayan bir eylem olarak nitelemeleri de bu yüzdendi. Aslında bu, uluslararası hukuk terminolojisinde alışılmadık, kasıtlı olarak provokatif bir dildi. Peru, “Bu bir hukuk meselesi değil, bir egemenlik meselesidir” diyordu.

Üç yıllık bir birikimin zirvesi

Ancak bu kriz, bir gecede patlak vermiş değildi. Bu, 2022'deki kurucu travmanın kaçınılmaz sonuydu. Pedro Castillo'nun görevden alınması, Meksika için bir dönüm noktası olmuştu. O zamanki Başkan Andrés Manuel López Obrador (AMLO) ve onun halefi Claudia Sheinbaum, Castillo'nun devrilmesini bir darbe olarak nitelendirmekte ve ardından gelen tüm Peru hükûmetlerinin meşruiyetini sorgulamakta son derece ısrarcıydı.

Bu söylem sadece lafta kalmadı. Meksika, Castillo'nun eşi ve çocuklarına sığınma hakkı verdi. Buna misilleme olarak Peru, Meksika'nın Lima Büyükelçisi'ni sınır dışı etti. Bu, diplomatik dildeki en ağır yaptırımlardan biriydi. İlişkiler, büyükelçisiz, sadece maslahatgüzar (geçici temsilci) düzeyinde, son derece kırılgan bir hâlde sürüyordu. Betssy Chávez'e sığınma verilmesi, bu zaten gerilmiş olan ipi koparan son hamle oldu. Peru, bu kez maslahatgüzarı da sınır dışı ederek, iletişim kanallarını tamamen kapattı.

Körfezin iki yakasındaki dünyalar

Bu çatışmanın perde arkasındaki en derin dinamik, iki ülkenin iç siyasetindeki köklü ideolojik ayrılıktır. Meksika, solcu bir hükûmet tarafından yönetiliyor ve kendini Latin Amerika'daki “ilerici” hareketlerin hamisi olarak görüyor. Pedro Castillo gibi isimlere verdiği destek, bu bölgesel stratejinin bir parçası. Sığınma hakkı, onlar için insani bir aracın ötesinde, ideolojik müttefiklerini korumak ve siyasi mesaj vermek için kullandıkları diplomatik bir silahtı.

Peru'da ise durum tam tersi. Castillo sonrası hükûmetler, Meksika'nın bu müdahaleci tutumunu ulusal egemenliğe yönelik bir tehdit olarak algıladı. Özellikle Başkan José Jerí yönetimi, iç işlerine karışılmasına tahammül etmeyeceğini göstermek için sert bir tavır aldı. Bu durum, Peru'nun iç siyasetteki kutuplaşmasının da bir yansımasıydı.

Domino etkisi: Bölgesel sonuçlar

Bu kopuşun etkileri sadece ikili ilişkilerle sınırlı kalmadı. Pasifik İttifakı adlı, bölgenin önemli ticaret bloğunun geleceği de risk altına girdi. Blok, Meksika, Peru, Şili ve Kolombiya'dan oluşuyor. İki kurucu üyenin diplomatik bağlarını koparması, ittifakın siyasi diyalog ayağını felce uğratabilir. Bu aynı zamanda Latin Amerika entegrasyonunun sağlığı hakkında da endişe verici bir işaret.

Daha da çarpıcı olanı, bu olayın bir benzerinin Nisan 2024'te Ekvador ile yaşanmış olması. O zaman da Meksika, Ekvador'un eski başkan yardımcısı Jorge Glas'a sığınma hakkı vermiş, Ekvador polisi Meksika Büyükelçiliği'ne baskın düzenlemiş ve Meksika da ilişkileri kesmişti. Bu paralel durum, Meksika'nın sığınma politikasının bölgede nasıl sistematik bir gerilim kaynağı hâline geldiğini gösteriyor. Peru'nun attığı adım, benzer düşünen diğer hükûmetlere de ilham verebilir ve bir “domino etkisi” yaratabilir.

Peki, bu krizden çıkış yolu var mı? Gerçekçi olmak gerekirse, kısa vadede hayır. Tarafların pozisyonları çok sertleşmiş durumda. İlişkilerin normale dönmesi için ya Peru'da Meksika'nın pozisyonuna daha yakın bir hükûmetin iktidara gelmesi ya da Meksika'nın köklü dış politika doktrininde bir değişiklik yaşanması gerekecek. Her ikisi de yakın gelecekte olası görünmüyor.

Bu kriz, uluslararası ilişkilerde hukukun araçsallaştırılabileceğinin, egemenlik ve müdahale arasındaki çizginin ne kadar ince olabileceğinin ve ideolojilerin diplomasiyi nasıl şekillendirdiğinin çarpıcı bir örneği. Betssy Chávez'in kişisel kaderi, iki ülkenin jeopolitik satranç tahtasında bir piyona dönüştü. Perde, uzun süreceğe benzeyen bir diplomatik donma üzerine kapandı. Arkasında ise Latin Amerika'nın derin siyasi bölünmüşlüğünü ve uluslararası normların giderek artan şekilde sorgulandığı bir dönemi anlatan, ders dolu bir hikâye bıraktı.