Avrupa saraylarının skandalları: Taçların ardındaki karanlık sırlar

Haberin Eklenme Tarihi: 19.08.2025 17:00:00 - Güncelleme Tarihi: 19.08.2025 17:13:00

Taç, başı yüceltmez; çoğu zaman gölgelerin en karanlığını taşır.

Norveç kraliyet ailesinden gelen son haber, Avrupa hanedanlarının hâlâ skandalların pençesinde olduğunu gözler önüne serdi. Veliaht Prenses Mette-Marit’in oğlu Marius Borg Høiby, dört tecavüz dâhil 32 ayrı suçtan yargılanıyor. Hukukun üstünlüğünün önünde artık “mavi kan” da dokunulmaz değil. Sarayın kısa, mesafeli açıklaması -“Mahkemeler karar verecek, başka yorum yok”- aslında çok şeyi fısıldıyordu: ayrıcalıkların eskisi gibi mutlak olmadığı bir çağda, skandalın duvarlardan taşarak kamusal alana sızması artık kaçınılmaz.

Høiby davası tekil bir olay değil; Avrupa kraliyetlerinin yüzlerce yıldır tekrar eden “ahlaki çöküş” döngüsünün güncel halkası. Michael Farquhar’ın ifadesiyle: “Mavi kanlılar Tanrı’nın seçilmiş kulları değil, sadece rezalet yaratmaya en elverişli konumdakilerdi.”

Peki bu rezaletler neden bitmiyor? Çünkü skandal, Avrupa monarşilerin ta kendisi: güçle, şehvetle, ihtişamla, yolsuzlukla iç içe geçen bir varoluş biçimi.

Zulmün meşrulaştığı skandallar

Roma İmparatoru Claudius’un arenada yere düşen gladyatörün boğazının kesilmesini emretmesi ya da Büyük Petro’nun sakal yasağı koyup kendi elleriyle diş çekmesi, skandalların eski çağlarda ne kadar pervasızca yaşandığını gösterir. Bu dönemlerde skandal, ahlaki bir sapma değil, iktidarın kudretini sergilemenin bir yoluydu. Halkın ahlak normlarını çiğnemek, cezalandırılacak değil, kutsanacak bir ayrıcalıktı.

Fransız Kralı XV. Louis’nin, kız kardeşlerle dolu hareminde yaşadığı şehvet düşkünlüğü de aynı zihniyetin ürünüdür: “Kralların ahlaksızlığı, Tanrı’nın lütfu ile dokunulmazdır.”

Algının gücü ve itibarın çöküşü

Marie Antoinette’in masumiyetine rağmen “Elmas Kolye Olayı”nda halk gözünde suçlu ilan edilmesi, skandalın doğasının değiştiği bir döneme işaret eder. Kitle iletişiminin ilk dalgaları -broşürler, gazeteler- artık monarşilerin itibarıyla oynayabiliyordu. “Algı gerçeğin önüne geçtiğinde, taç sadece bir süs değil, bir boyunduruk olur.”

Bir yüzyıl sonra Mayerling Olayı patladı: Avusturya-Macaristan Veliaht Prensi Rudolf’un metresiyle birlikte trajik ölümü, hanedanın üzerindeki çürümeyi gözler önüne serdi. Habsburgların örtbas çabaları, gerçeği gizleyemedi; imparatorluk dağılmaya giden yolda güven kaybını telafi edemedi.

Skandalın modern tiyatrosu

Yirmi yüzyılda İngiliz kraliyet ailesi, skandalların küresel bir reality show’a dönüşmesinin merkezi oldu. VIII. Edward’ın Wallis Simpson için tahtı bırakışı, tarihin en romantik ama aynı zamanda en anayasal krizlerinden birini doğurdu. 1990’larda ise Charles-Diana-Camilla üçgeni, dünyanın gözleri önünde yaşanan bir melodramdı. Diana’nın gözyaşları, medyanın “ışık tanrıları” tarafından ölümsüzleştirildi. Kraliçe II. Elizabeth’in kendi deyimiyle “Annus Horribilis” (“korkunç yıl”), monarşinin kırılganlığını gözler önüne serdi.

Yakın dönemdeyse Prens Andrew’un Jeffrey Epstein skandalı, monarşinin en ciddi krizlerinden biri oldu. Hukuki süreç, Andrew’u rütbelerinden ve unvanlarından etti. Bu, tarihte ilk kez “hukukun mavi kana dokunduğu” anlardan biriydi.

Ve tabii Harry-Meghan meselesi. “Megxit” ile başlayan süreç, bir aile içi tartışmanın ötesinde, küresel bir PR savaşıydı. Harry’nin otobiyografisi Spare, Nazi kostümü giydiği geceden uyuşturucu kullanımına kadar detaylarla monarşiyi içeriden sarsan bir bomba oldu.

Küçülmenin ve krizlerin skandalları

Skandal sadece Windsorların tekelinde değil. Danimarka Kraliçesi II. Margrethe’in torunlarının prenslik unvanlarını geri alması, modern monarşilerin vergi mükelleflerinin gözünde “yük” olmaktan kurtulma çabasının sancılı bir örneği. Bu karar aile içinde huzursuzluk yaratırken kamuoyunu da ikiye böldü.

İspanyol, Belçikalı ve Hollandalı hanedanlarda da zaman zaman benzer çatlaklar yaşanıyor: evlilik dışı ilişkiler, mali yolsuzluk iddiaları, gizli lüks harcamalar… Her biri, monarşilerin toplumsal meşruiyetini yeniden tartışmaya açıyor.

Skandalların üç değişmez teması

Avrupa kraliyet skandalları yüzyıllardır üç ana eksende dönüyor:

  • Cinsellik ve sadakatsizlik – XV. Louis’den Prens Andrew’a, Diana-Charles dramından Harry’nin itiraflarına kadar.
  • Finansal suistimal – Elmas Kolye’den günümüzdeki lüks harcama krizlerine.
  • Gücün kötüye kullanımı – Claudius’un arenadaki zulmünden, Habsburgların Mayerling örtbasına kadar.

Bu temalar, skandalın tarihsel sürekliliğini kanıtlıyor.

Medya çağında skandalın dönüşümü

Bir zamanlar saray duvarlarının ardında kalan rezaletler, artık sosyal medyanın hızında yayılıyor. Marie Antoinette’in başını yiyen “broşürler”, yerini 24 saat yayın yapan televizyonlara bıraktı, şimdi ise Twitter ve TikTok, skandalın gerçek mahkemeleri.

Prens Harry’nin aile içi kavgaları Instagram postlarına, Meghan Markle’ın açıklamaları Netflix belgesellerine dönüştü. Monarşi artık sadece mahkemelerin değil, “beğeni”nin ve “takipçi”nin de önünde hesap vermek zorunda. “Eskiden krallar, Tanrı’ya hesap verirlerdi; şimdi halkın algoritmalarına.”

Skandalların bitmeyen döngüsü

Avrupa kraliyetleri, yüzyıllardır skandallarla var oluyor. Claudius’un gladyatör arenasından, Marie Antoinette’in mücevherlerine; Diana’nın gözyaşlarından, Andrew’un mahkeme dosyalarına; Høiby’nin suçlamalarından, Harry’nin Netflix kameralarına kadar.

Her skandal, bireysel ahlaksızlığın ötesinde, monarşinin halkla olan bağını sınayan bir test vazifesi görüyor. Bugün Avrupa monarşilerinin geleceği; şatafatlı taçlardan çok, şeffaflığa, hukuka ve medyaya uyum sağlayabilmelerine bağlı.

Mavi kan hâlâ akıyor ama artık kırmızı lekeleri gizlemek mümkün değil.