Türk irfan dünyası açısından çok kıymetli bir aile olan Ayverdiler hiç şüphesiz “hanımefendi ve beyefendi” sıfatlarını bütün incelikleriyle kendilerine en çok yakıştıranların başında geliyor. Siz de o ailenin bir ferdi olarak kaleme aldığınız “Ayverdiler-Bir Âilenin Kısa Hikâyesi” adlı kitabı yayımladınız. Kudema sözün bereketinin sözü edilenden geldiğini belirtirler, bendeniz de “Usul olmadan vusul olmaz” diyerek söze Kenan Rifâî Hazretleri ile başlamak isterim. Ayverdi ailesinin Kenan Rifâî Hazretleri ile tanışması nasıl oluyor?
Ayverdi ailesi denilince üç isim ön plana çıkar: Sâmiha Ayverdi, onun ağabeyi Ekrem Hakkı Ayverdi ve Ekrem Hakkı Bey’in eşi İlhan Ayverdi. Kenan Rifâî Hazretleri ile muhabbeti olduğu doğrudur. Dr. Server Hilmi Bey, Kenan Rifâî Hazretlerinin hem çocukluk arkadaşı hem de Galatasaray Lisesi’nden sınıf arkadaşı. İlk intisap eden de kendisi. Ondan sonra da Büyük dayımız Dr. Server Hilmi Bey’in kız kardeşi Meliha Hanım, Sâmiha Ayverdi’nin annesi, benim de büyük anneannem oluyor. Onlar Kenan Rifâî Hazretlerine intisap edince ailede öncü olmuş oluyor. Ben yaş itibarıyla Kenan Rifâî Hazretlerini görmedim. Kendisi, annem bana hamile olduğu dönemde vefat etmiş. Ancak hem anne hem de baba tarafından Kenan Rifâî Hazretlerine müntesip bir aileden geldiğimi ifade edebilirim. Günümüzde de Ayverdi ailesine mensup insanların Kenan Rifâî Hazretlerine olan muhabbeti, hürmeti ve bağlılığı sürmektedir.
Sâmiha Ayverdi’nin Kenan Rifâî ile olan ilişkisine değinecek olursak herhâlde Semiha Cemal Hanımefendi’den söz etmeden geçemeyiz.
Anneannem, Semiha Cemal ile çocukluk arkadaşı. Bebeklikten itibaren bütün ömürleri beraber geçmiş. Sâmiha Ayverdi eline kalem alan bir insan değil. Süleymaniye İnas Mektebi’nden mezun. Hususi dersler de almış. Mesela fevkalade Fransızcası vardı, keman çalardı… Semiha Cemal ise öğretmenlik yapmaya başlıyor, malumunuzdur kendisi Türkiye’deki ilk felsefe hocalarındandır. Tercüme faaliyetlerine girişiyor ve kader bu ya 31 yaşında rahmetli oluyor. Anneannem Sâmiha Ayverdi “Onun yerine ben ölseydim” diyecek kadar çok üzülüyor. Kenan Rifâî Hazretleri “Sen onun yerine yazacaksın” diye emir buyurunca başlıyor yazmaya… Yazdıkça yazıyor, yazdıkça yazıyor…
Bir büyük sözü nelere kadir… Sâmiha Ayverdi’nin yazdığı yazılara siz de birinci elden şahitlik ettiniz. Bize Sâmiha Anne’nin bir gününü anlatmanızı istesem neler söylersiniz?
Anneannem her yönüyle velut bir kişilikti. 24 saatini dolu dolu geçirir ve insanlara yararlı olabilmek adına kullanırdı. Anneannem hiçbir zaman kendisine “edebiyatçıyım” dememiştir. 1993 yılına kadar dizinin dibinde oturmuş biri olarak bunları rahatlıkla ifade edebilirim. Kapıyı tıklatır, odasına girerdim. Beni dinlerdi. O zaman çocuğum, delikanlıyım. Başlarız konuşmaya, o anlatır, ben anlatırım. Sohbeti bitiririz. O bıraktığı yerden yazmaya devam ederdi.
Kendisine gelen pek çok mektup olduğunu biliyoruz ve Sâmiha Ayverdi’nin her mektubu özenle okuyup cevap verdiği de bir hakikat. O konu hakkında neler söylersiniz?
Kendisine günde üç beş mektup gelirdi. Şu an Ayverdi Enstitüsü’nde kendisine gelen 5 bin mektup var. Ve bunlar 14 kitap hâlinde neşredildi. Hatta bir keresinde Pakistan’dan gelen bir mektubun üzerinde, “İstanbul Müftüsü Sâmiha Ayverdi’ye…” diye bir not vardı. Onu hâlen muhafaza ediyorum. Hapishanelerden de mektup gelirdi.
Mektupların sayısı bir hayli fazlaymış… Başka dikkat çeken mektup hikâyesi var mıdır?
Vehbi Güneri isimli vatandaş, orman davasından ötürü haksız yere hapishaneye düşüyor. Eşi de çocuklarını alıp ailesinin yanına dönüyor ve boşanıyor. Anneannem ile hapishaneden mektup aracılığıyla uzun seneler iletişim kuran Vehbi Bey, hapishaneden çıktıktan sonra bir müddet anneannemin evinde kalıyor ve sonrasında evlendiriliyor. Biz çocukların Vehbi Dayı diye hitap ettiğimiz bu güzel insan, genç diyebileceğimiz yaşta vefat ettikten sonra Konya’da Üçler Mezarlığı’na defnediliyor.
Aile tarihçiliği ülkemizde ne yazık ki istenilen düzeyde gelişmedi. Siz ailenin bir ferdi olarak bugün konuştuğumuz kitabı da katacak olursak üç kitap yazdınız şimdiye değin aileniz hakkında. Yazarlık serüveniniz ve Ayverdilerin anlatılmamış hikâyesini anlatma fikri nasıl ortaya çıktı?
Bir sene öncesine kadar elime hiç kalem almamıştım. Ama bir zuhurat oldu ve bir sene içerisinde “Ayverdiler: Bir Âilenin Kısa Hikâyesi”, “Yetmişinden Sonra Akılda Kalanlar” ve “Neye Beyhûde Emekler” adlı kitapları okuyucularla buluşturdum. Bu nedenle kendime “yazar” veya “edebiyatçı” diyemem.
“Ayverdi ailesi, değer muhafazakârıydı”
Bendeniz için Sâmiha Ayverdi’nin şahsi inkişafımda müstesna bir yeri vardır. O sebeple rû be rû görüşememiş olsak da isminin anıldığı her ortamda Sâmiha Anne diyerek söze başlamayı âdet edinmişimdir. Sâmiha Anne’nin hane yaşantısını da bu sebeple hep merak etmişimdir. Sizi o günlere geri götürsek o geniş sofraları ve kalabalık evi anlatmanızı istesek…
Anneannemin yaşadığı üç evi de gördüm. Hayatının en uzun dönemini geçirdiği Fatih’in Fevzipaşa Caddesi’nde bulunan 173 numaralı 3 katlı apartmanda birlikte otururduk. Anneannem orta katta, biz ise üst katta idik. Anneannem, annesi Meliha Hanım, Habeş Nergis Bacı, Hayriye Abla, Çankırı’nın Soğanlı Köyü’nden gelen Ramiz hep birlikte yaşıyorduk.
Ramiz’in hikâyesi de hayli ilginçti diye hatırlıyorum.
Üvey annesi tarafından istenmeyen bir çocuktu Ramiz ve hastaydı. Babası onu Ekrem Hakkı Ayverdi’nin 175 numaralı evine getirip bıraktı. Anneannem kendi eliyle Ramiz’e portakal suyu hazırlar, beslenmesini en iyi şekilde sağlardı. Vefatına kadar o da burada yaşadı. Ayverdi ailesinin emektarlarına ve hane halkının her birine ayrı ayrı ev alınarak veya yapılarak verilmiştir. Ben de “muhafazakâr” ailenin bir parçasıydım.
“Muhafazakâr” derken neyi kast ettiğinizi biraz açabilir misiniz?
Muhafazakârlığı sadece kılık kıyafet olarak düşünmeyelim. “Değer muhafazakârlığı” meselesinden söz ediyorum. Aile fertlerine hürmet, bağlılık, ahlaki ve manevi ölçüleri koruma diye tanımlayabilirim.
Sâmiha Ayverdi’nin evine gelen, onu ziyaret edenlerden söz etmenizi istesem neler söylersiniz?
Anneannemin yakınında olanlar teklifsiz gelirdi, biraz daha mesafeli olanlar ise randevulu bir şekilde ziyarete gelirlerdi. İhvan ile sohbetleri de olurdu pek tabii. Safiye Erol, Sofi Huri, Nezihe Araz ve Nihad Sâmi Banarlı da evin ziyaretçileri arasındaydı. Çoğunlukla Kenan Rifâî Hazretlerinin sohbetleri üzerine konuşulurdu. Siyaset konuşulmazdı ancak Türkiye’nin o dönem gündemini meşgul eden hadiseler masaya yatırılırdı. Ayverdilerin muhabbet pınarı hiçbir zaman kurumamıştır. Bu sohbetlerin bir kısmı Doktor Ziya Cemal Bey ve Nazlı Hanımefendi tarafından, büyük bir kısmı ise Sâmiha Ayverdi tarafından yazıya dökülmüştür. Benim doğumumla birlikte babamın vefatı olan 10 Kasım 1961 tarihine kadar tuttuğu günlükler “Sinan’ın Günlüğü” adı altında kitaplaştırılmıştır. Bu eserde çocuk terbiyesinden aile yakınlarının ve memleketin sosyal hayatından kesitlerde bulunmaktadır.
“Ahmet Yakupoğlu; resimlerini parayla asla satmaz, hediye ederdi”
Sâmiha Ayverdi'nin Kütahyalı ressam Ahmet Yakupoğlu’nun fırçasından portresi bir hayli meşhur… Ahmet Yakupoğlu ile diyaloğunuz nasıldı?
Ekrem Hakkı Bey’in küçük oğlu rahmetli Aligül Ağabey resme çok kabiliyeti varmış, çizimleri çok iyiymiş. Ekrem Hakkı Bey bakmış ki oğlunun kabiliyeti var resme. Yakın dostu Süheyl Ünver’den bir resim hocası bulmasını istemiş, o da Ahmet Yakupoğlu’nu yönlendirmiş. Böylece Ahmet Yakupoğlu ile Ayverdi ailesi arasındaki ilişki de başlamış. Dolayısıyla daha ben doğmadan Ahmet Yakupoğlu ile bizim ailenin münasebeti vardı. Annemin de babamın da yakın arkadaşlarından biri Ahmet Yakupoğlu’ydu. Gelir aylarca evimizde kalırdı. Bizimle oyunlar oynardı. Hiç unutmam, pardösüsünün cebine muz, portakal, mandalina koyar, bana getirir, “Çocuk geç bakalım karşıya” derdi ve birbirimize portakal yuvarlardık.
1950’li senelerde yaptığı küçük ebatlı resimler vardır Ahmet Yakupoğlu’nun. Bu resimlerini asla parayla satmaz, eşine dostuna hediye ederdi. Bu resimlerden en büyük nasibi alan iki kişi vardır. Süheyl Bey ile kızı Gülgün Mesara diğeri de annemdir. Bana da eşime, çocuklarıma hitaben çok resim vermiştir. Bir gün dedim ki “Bana ne olur kendi resmini yap.” “Yapamam efendim, yapamam” diye cevap verdi. İki sene uğraştım. Neticede yaptı. Başında sürekli taktığı bir takke vardı, hep onunla gezerdi. “Takka” derdi ona. Resminin ismi de “Takkalı” oldu zaten… Altına da ithaf yazdı: “Kabul buyurduğu için Sinan Bey’e…”
Sâmiha Ayverdi ile aynı apartmanda, aynı evde büyümek, orada çocuk olmak nasıl bir histi?
Yaramaz bir çocukluk dönemi geçirmemi saymazsak aile kavramını iliklerime kadar hissetmeme sebebiyet vermiştir. Sofraya sıklıkla 10-12 kişi otururduk. Mutat ziyaretler hiç aksatılmazdı. Anneannemin yanı sıra Ekrem Hakkı Bey’in de üzerimde emeği çoktur. Sâmiha Ayverdi gibi bir mübareğin torunu olmak başlı başına büyük bir nimet zaten.
“27 Mayıs Darbesi, Ayverdi ailesini can evinden vurdu”
Eski defterleri açmak sizi yaralayabilir belki ama babanıza da değinmeden olmaz. Sâmiha Ayverdi’nin günlüğünde 27 Mayıs’a da yer verdiğini söylediniz az önce… Babanız Cemal Uluant’ın ölümünde dolaylı olarak 27 Mayıs’ın etkisi söz konusu. Babanızın ölümüne dair neler söylersiniz?
1960 Darbesi olduğunda henüz 10 yaşındaydım. Saint-Joseph Lisesi’ni ve MIT’i dereceyle bitiren, atletizm, paten ve yüzme ile ilgilenen kısaca her yönüyle donanımlı ve nitelikli bir insan olan babamın kaybı hiç şüphesiz bende ve ailede büyük bir acı yarattı. Gerek 27 Mayıs İhtilali gerek Yassıada’da bulunan Tevfik İleri, Atıf Benderlioğlu, Bahadır Dülger, Faruk Sargut gibi yakın dostlarımızın bulunması ve 29 Ekim 1961’de Cumhuriyet Bayramı münasebetiyle Taksim Meydanı’nda bir grup serserinin arabamızın etrafını çevirerek yaptıkları taşkınlıklar babama çok tesir etmiş. 10 gün sonra bir gece sıkıntı ile uyanarak düşmüş ve başını çini sobanın kenarına çarparak beyin kanamasından yirmi dakika içinde ruhunu teslim etmiş. Anlayacağınız 27 Mayıs Darbesi bir noktada Ayverdi ailesini can evinden vurdu. Allah bir daha bu ülkeye hiçbir şekilde ihtilal günlerini yaşatmasın.
Ayverdi ailesi ile Demokrat Partili ileri gelen isimler arasında da bir yakınlık söz konusuydu değil mi?
Ayverdiler kültürel değerleri yaşatmak adına muhafazakâr bir aileydi. Tek parti iktidarına mesafeliydiler. Demokrat Parti’nin kurulması ise bir nevi kırılma olduğu da muhakkak. Ayverdi ailesinin Demokrat Partililer arasında çok yakın dostları vardı. Konu siyaset ve iş dünyasına gelmişken bu noktada son olarak Vehbi Koç’a bir parantez açmak isterim.
Tabii buyurunuz.
Kendisi babamın erken vefatının akabinde kardeşimin ve benim üniversite tahsilimin sonuna kadar eğitim masraflarımızı üstlenmiştir. Üniversite’den mezun olduktan sonra Fındıklı’da bulunan ofisine giderek kendisine teşekkür ettim ve elini öptüm. Beni, “Gel bakalım Cemal’in oğlu” diyerek ayağa kalkıp karşıladı. Düşünün, babamı sevdiği için eğitim masraflarımı karşılıyor ve beni unutmuyor. Benim nezdimde kıymet-i harbiyesi olan bu durumu okuyucularla da paylaşmak istedim.
Hocam, zaman ayırdığınız ve ailenize dair bizi bilgilendirdiğiniz için çok teşekkür ederiz.
Ben de sizlere teşekkür ederim.