}
06 Kasım 2025

Enes Erbay: “Salonda film izleme deneyimi festivallerle yaşayacak”

13. Boğaziçi Film Festivali’nin Artistik Direktörü Enes Erbay’la bu yılın temalarını, Filistin özelinde şekillenen programı ve genç sinemacılara açılan alanları konuştuk. Erbay, “farklı sesleri bir araya getirme” hedefiyle festivalin çok sesli yapısını anlattı.

Boğaziçi Film Festivali bu yıl 13. kez sinemaseverlerle buluşuyor. “Barışın, vicdanın ve insan hikâyelerinin sesi olma” hedefiyle yola çıkan bir festivalin bugün geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Festivalin bu yılki genel vizyonu ve teması hangi duygulardan besleniyor?

Biz festival içeriğini oluştururken Filistin'de yaşananlar özelinde bir farkındalık yaratmak istedik. O yüzden bu sene özellikle hem açılış filmimizi hem de açılış filmiyle birlikte 5 filmlik bir Filistin seçkisi oluşturduk. Yarışma filmlerimize ek olarak izleyiciyi Filistin seçkisi üzerinde 5 filmle birlikte buluşturmayı hedefliyoruz. Bu senenin bizim için özel teması o.

Tam da bu noktada sormak isterim. Açılış Annemarie Jacir’in “Palestine 36” filmi ile yapılıyor. Ayrıca Filistin sinemasının özel bir seçki olduğunu söylüyorsunuz. Bu seçkinin festivalin genel ruhuyla kurduğu ilişkiyi nasıl tanımlarsınız?

Beş tane film gösterince tabii ki dünya değişmeyecek. Ama biz göstereceğimiz işlerle birlikte ne kadar çok insanın bu meseleyle ilgili farkındalığını oluşturabilirsek ve ne kadar çok insanın vicdanına dokunabilirsek o kadar başarılı ad ediyoruz kendimizi.

“Mümkün olduğu kadar farklı sesleri bir araya getirmeye çalışıyoruz”
Festivalin uluslararası programında dünyanın farklı coğrafyalarından filmler de yer alıyor. Sizce bu yılın küresel sinema atmosferi hangi temalar veya anlatı biçimleri üzerinden şekilleniyor? Boğaziçi Film Festivali bu küresel diyalogda nasıl bir rol üstleniyor sizce?

Biz her uluslararası kategori oluşturduğumuz zaman hem uluslararası kısa filmlerde hem de uluslararası uzun metraj filmlerde mümkün olduğu kadar çeşitliliğe önem veriyoruz. Kataloğumuzu inceleyeceğiniz noktada göreceksiniz ki Japonya'dan da film var, Amerika'dan da var, Avrupa'dan, İran'dan, Rusya'dan filmler var. Festival bünyesinde mümkün olduğu kadar farklı sesleri, farklı bakış açılarını bir araya getirmeye çalışıyoruz. Bir filmi kabul ettiysek muhakkak o filmden bir ekip üyesini -yönetmen olur, oyuncu olur- festivalde ağırlıyoruz ve izleyicimizle birebir buluşturmayı hedefliyoruz. Dolayısıyla bu çok sesliliği ve farklı bakış açılarını -filmlerin ötesinde- doğrudan izleyiciyle bir araya getirmek bizim için çok önemli.

“Film yapmak ve filmi izleyiciye ulaştırmak günümüzde çok zorlaştı”
Boğaziçi Film Festivali, genç yönetmenlere ve bağımsız sinemaya alan açma çabasıyla da biliniyor. Sizce bu yılki program, yeni kuşak sinemacıların sesini nasıl duyuruyor ve onlara nasıl bir üretim alanı sunuyor?

Aslında festivalin ulusal, yani Türk sineması özelindeki misyonu, aslında ülkemizdeki başka birçok film festivaliyle ortaklaşıyor. Her film festivalde olduğu gibi biz de o yıl ülkemizde üretilmiş hangi işler varsa kendi kriterlerimize göre değerlendirip o filmlerden bir seçki oluşturuyoruz. Mümkün olduğu kadar yeni sesleri bünyemizde katmaya çalışıyoruz. Ben ulusal uzun seçkisini oluştururken özellikle “Her yerde de aynı filmler var” algısından kaçmak adına; daha yeni, daha taze yönetmenlerin, genç yönetmenlerin işlerini seçkiye muhakkak almaya çalışıyorum.

Geçtiğimiz yıllardan beri süregelen bir ekosistem de yaratmaya çalıştık. Bu seneki seçkiden anlayacağımız üzere başardığınızı da görüyorum. Geçtiğimiz senelerde yapmış olduğumuz Bosphorus Film Lab etkinliğinde bizden post prodüksiyon desteği almış bir film tamamlandı ve bu sene o filmi festivalin ulusal uzun metraj yarışma kategorisinde izleyecek izleyiciler. Murad Zaloğlu’nun “Güneşin Altında Yeni Bir Şey Yok” filmi bunun önemli bir örneği. Bunun da çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Film yapmak, filmi izleyiciye ulaştırmak günümüzde çok zorlaştı. Dolayısıyla film festivallerinin bu noktada çok önemli bir misyon üstlendiğini düşünüyorum. Biz de festival olarak buna mümkün olduğu kadar çok katkı sağlamaya çalışıyoruz.

“Festivalde farklı ilgi alanlarına hitap edebilecek etkinlikler düzenledik”
Boğaziçi Film Festivali; yalnızca bir gösterim platformu değil, aynı zamanda fikirlerin, üretimlerin ve mesleki paylaşımların da buluştuğu bir platform artık. Bu çerçevede atölye, panel ve konuşmaların festivalin gelişimindeki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, bizim de çok önemsediğimiz bir şey bu. Sadece film göstermeyelim. İnsanlar aynı zamanda film yapma sürecinin öncesini, sonrasını ve diğer aşamalarını da sektördeki profesyonellerden dinleyebilsinler istedik. Bu anlamda katılımcılar noktasında da çeşitliliği sağlayabilmek adına bu sene farklı kesimlere, farklı ilgi alanlarına hitap edebileceğini düşündüğümüz etkinlikler düzenledik. Öncelikle, açılış filmimiz “Palestine 36”nın da oyuncusu olan Saleh Bakri’nin oyunculuk üzerine bir masterclass'ı olacak festival haftasında. Ayrıca Türk sinemasının uluslararası marketlerdeki yeri, satışı, potansiyeli üzerine daha sektöre ve profesyonel alana yönelik bir panel de olacak. Bir de yönetmen ve oyuncu olmak isteyen gençlere yönelik bir workshop organize ettik. Hintli yönetmen Anupam Barve iki günlük bir workshop düzenleyecek ve genç yönetmenlere oyuncu yönetimi noktasında bir eğitim verecek. Dolayısıyla bu yıl, çeşitliliği gözettik. Umuyorum, herkes festival sürecinden ve sonucundan memnun ayrılır.

“Sinema kendine mecra bulma noktasında bir dönüşüm yaşıyor”
Boğaziçi Film Festivali'nin geleceğine baktığınızda nasıl bir hedef, nasıl bir miras görmek istiyorsunuz? Festivalin önümüzdeki yıllarda hem Türkiye sineması hem de küresel sinema dünyası içinde nasıl bir konumda olmasını hayal ediyorsunuz?

Her konuda olduğu gibi sinemada da çok büyük bir dönüşüm var. Bugün Box Office rakamlarına baktığımız zaman, geçtiğimiz yıllara nazaran sinemada film izleme deneyiminde çok büyük bir düşüşün olduğunu görüyoruz. İnsanlar eskisi gibi sinemaya gitmiyorlar. Sinemayı domine eden; daha çok çocuk içerikleri ya da çizgi roman uyarlamaları, yani “bugün var, yarın yok” diyebileceğimiz işler. Sinema da kendine mecra bulma noktasında bir dönüşüm yaşıyor. Platformlar bu noktada daha fazla ön plana çıkmaya başladı. Salonda film izleme deneyimi hiçbir zaman ölmeyecek; bunu sağlayacak olan şey ise elbette film festivalleri olacak.

Bu noktada film festivallerini hem Türk sineması adına hem uluslararası sinema adına o eskiyi bekleyen bekçiler gibi görüyorum. Ana akım sinema tamamen platformlara kaydığı için salonda film izleme deneyimi her gün giderek azalıyor. Eğer bir gelecek projeksiyonu çizecek olursak uzun vadede salonda film izleme deneyimi festivaller üzerinden ilerleyecek. Düzenlediğimiz festivallerin bu noktada nasıl bir etkisi olacağını, hep birlikte deneyimleyerek göreceğiz.

Eskiyi bekleyen bekçiler olarak değerlendirdiniz az önce film festivallerini. Boğaziçi Film Festivali, Atlas Sineması, AKM Yeşilçam Sineması gibi önemli salonlarda gösterimler yapıyor. Bu noktada Boğaziçi Film Festivali’nin kültürel hafızayı yeni üretimlerle de canlandırdığını söyleyebilir miyiz?

Atlas Sineması hakikaten çok önemli bizim için. Aynı şekilde AKM Yeşilçam Sineması da öyle. Dediğiniz gibi, Atlas Sineması’nın ve diğer eski salonların varlığını devam ettirmesi, o salonu dolduracak etkinliklerle mümkün. Bu da Boğaziçi Film Festivali gibi etkinliklerle oluyor. Bu yüzden gösterim mekânlarımız bizim için de çok kıymetli. Evet, izleyiciyi salonun tarihiyle de buluşturuyoruz ve bunu da mümkün olduğu kadar sürdürmek istiyoruz.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...