}
05 Ağustos 2025

Dr. Fatih Muslu: "Gazze'de yaşananlar insanlık için bir test"

Dr. Fatih Muslu, Gazze'ye destek yürüyüşlerinin Avustralya'nın iç ve dış politikasını nasıl etkilediğini değerlendirdi. Muslu'ya göre, bu kitlesel eylemler hükûmeti geleneksel Batı yanlısı tutumunu sorgulamaya ve Filistin'e yönelik söylemini değiştirmeye itiyor.

Gazze'deki gelişmelere karşı Avustralya'da bu denli büyük bir toplumsal hareketin ortaya çıkması, ülkenin çok kültürlü yapısını ve iç siyasi dinamiklerini nasıl etkilemektedir? Bu durum, hükûmetin gelecekteki iç ve dış politika kararlarını ne ölçüde şekillendirebilir?

Sydney Harbour Köprüsü'nde on binlerce Avustralyalının katıldığı "March for Humanity" yürüyüşü, Avustralya tarihinde Filistin lehine yapılan en geniş katılımlı gösterilerden biri olduğunu söyleyebilirim. Her ne kadar Avustralya, coğrafi olarak Orta Doğu’ya uzak olsa da on binlerce insanın Gazze'deki katliama ve soykırıma tepki olarak sokaklara çıkması ülkedeki hassasiyeti gösteriyor. Polis kaynakları 90 bin civarında katılımın olduğunu söylese de bu sayının çok fazla olduğu görülüyor. Açıkçası bu protestolar farklı etnik ve dinî grupları barındıran Avustralya toplumunun ortak insani değerler etrafında birleşebildiğini göstermesi açısından oldukça değerli. Nitekim Dışişleri Bakanı Penny Wong da bu durumu hükûmet olarak olumlu karşıladıklarını ifade etti.

Bu tür kitlesel tepkiler dünyanın neresinde olursa olsun siyasi alana etkisi kaçınılmaz olacaktır. Avustralya gibi göçmen yoğun bir toplumda hükûmetin göçmen kökenli topluluklara daha ihtiyatlı yaklaşmasını zorunlu kılabilir.  Ayrıca Avustralya gibi Batı ittifakının bir parçası olan bir devlet açısından dış politikada koşulsuz Batı yanlısı tutumun da toplumun tamamı açısından kabul edilmediği de söylenebilir. Ülkede şu anda Avustralya İşçi Partisi liderliğinde bir sol hükûmet iş başında. Geleneksel olarak İsrail’e yakın duran bir dış politika tercih edilmiş olsa da artan toplumsal baskı en azından hükûmetin retoriğinin tonunu değiştirmişe benziyor. Tabii ki bu gösteriler hükûmetin dış politikasını radikal biçimde değiştirmeyecektir. Ama en azından söylem düzeyinde bile olsa bir değişimin olması olumlu bir gelişme olarak görülmeli. Avustralya’nın dünya genelindeki İsrail karşıtı bir pozisyona evrilmesi oldukça önemli gelişme olacaktır. Yakın dönemde Filistin’i tanıma yönünde bir değişim bile beklenebilir. Bu kapsamda Dışişleri Bakanı Penny Wong’un Filistin devletini tanımanın an meselesi olduğunu söylediğini biliyoruz. Ayrıca Canberra yönetiminin İsrail hükûmetinin aşırı sağcı bakanları Tamar Ben-Gvir ve Bezalel Smotrich’e yaptırım uyguladığını da biliyoruz.

Açıkçası Gazze’de yaşananlar dünyadaki tüm toplumlar açısından bir turnusol işlevi görüyor. Kanaatimce İsrail’in gözünü kırmadan sürdürdüğü katliamları ve tüm Gazze’yi açlığa mahrum etmesi insanlık açısından bir test. Bu testte kimler başarılı olacak göreceğiz. Ama şunu söyleyebilirim ki tüm bu yaşananlar toplumsal alandan siyasi alanı da etkilemeye başladı. Avustralya da bu durumdan muaf değil. Örneğin geçtiğimiz günlerde İşçi Partisi Senatörü Fatima Payman’ın İşçi Partisi’nin parti disiplinini aşarak Yeşiller’in Filistin’i tanıma yönündeki önergesine destek vermesi ve partisinden istifa etmesi bile değişimin habercisi. Artık hiçbir siyasi parti Gazze’de insanlığa karşı işlenen suçlarına karşı tepkisiz kalamaz. Seçmen davranışını takip etmek gerekir.

“Avustralya, ABD ve İngiltere çizgisinde bir dış politika izliyor”
Geleneksel olarak ABD ve Batı blokuyla yakın ilişkiler içinde olan Avustralya'nın, Filistin'e destek yürüyüşü gibi kitlesel eylemlerle karşı karşıya kalması, ülkenin dış politikasında bir değişime yol açabilir mi? Avustralya, bu olaylar sonrası İsrail-Filistin çatışmasına yönelik duruşunu yeniden gözden geçirmek zorunda kalır mı? Avustralya hükûmeti antisiyonizm ve antisemitizm kavramlarına nasıl bakıyor?

Avustralya geleneksel olarak ABD ve İngiltere çizgisinde bir dış politika izliyor. Doğal olarak İsrail’e destek verdiğini de biliyoruz. Canberra yönetimleri İsrail’i eleştiren bir tutumdan kaçınmıştır. İki devletli çözüm gibi meselelere olumlu baksa da söz konusu İsrail olunca temkinli bir pozisyona sahip. Ancak 7 Ekim’den itibaren ortaya çıkan tablo bazı şeylerin eskisi gibi olmayacağının işaretlerini vermiyor değil. Dünya genelinde olduğu gibi Filistin’e destek eylemleri ve halkın sokaklara çıkması bir baskı unsuruna dönüşmüş durumda. Toplumsal seviyede bu durum İşçi Partisi’nin geleneksel çizgisini sorgulamaya itiyor. Başbakan Anthony Albanese’nin Gazze meselesinde önceki hükûmetlere kıyasla daha eleştirel bir söylem benimsediğini görüyoruz. Buna bir örnek olarak Aralık 2023’te Avustralya BM’de İsrail’i işgal altındaki topraklarda işgaline son vermeye çağıran bir karara destek verdi. Netanyahu’nun bu adıma tepki verdiğini de gördük.

Tüm olumlu sinyallere rağmen bu gelişmeler kısa vadede Avustralya’nın dış politikasında köklü bir değişime yol açmayacaktır. Radikal değişim beklentisi gerçekçi olmaktan uzak. Fakat orta ve uzun vadede özellikle kamuoyu baskısı ve diaspora temelli siyasal örgütlenmenin etkisiyle Filistin meselesinde bir tutum değişikliği söz konusu olabilir. Filistin devletini tanıma girişimi bu kapsama sokulabilir. Bu ortamda tanıma olmasa bile söylem değişikliğini görmek mümkün olacaktır. Bundan sonra ateşkes çağrıları daha yüksek sesle dile getirilebilir. İnsani yardımın artırılması ve BM gibi uluslararası örgütlere daha fazla vurgu yapılabilir.

Avustralya’nın geleneksel dış politika çizgisinin iki devletli çözüme uzak olmadığını biliyoruz. Fakat her halükârda İsrail’in güvenliği meselesi de gündeme geliyor. Yani Canberra yönetimi, bir yandan müttefiklerine sadık kalmaya çalışırken öte yandan içeride yükselen vicdani tepkiyi karşılayacak ayarlamalar yapmaya çalışmaktadır. Sonuç olarak, bu kitlesel eylemler Avustralya’nın dış politikasında tamamen köklü bir eksen değişikliği yaratmasa bile, ton ve vurgu değişikliklerine yol açmaya başladı. Avustralya artık İsrail’e yönelik eleştirileri daha açık dile getiren bir ülke.

Antisemitizm ile antisiyonizmi ayırmak ise Avustralya’da da oldukça tartışmalı bir mesele. Hükûmet, antisemitizmi kesin bir şekilde kınamakla birlikte, antisiyonist söylemleri zaman zaman antisemitizmle eş değer görebiliyor. Bu da Filistin destekçisi aktivistlerin kriminalize edilmesine veya meşruiyetlerinin sorgulanmasına yol açabiliyor. Ancak toplumsal tepkiler arttıkça bu ayrımın daha açık ve titizlikle yapılması yönünde baskı oluşması muhtemel. Dışişleri Bakanı Wong’un İsrail’in uluslararası hukuka uymasını beklemek antisemitik değildir demesi oldukça önemlidir. Ayrıca Wong’a göre sivillerin korunmasını istemek veya iki devletli bir çözüm talep etmek de antisemitizm değildir. Açıkçası bu açıklama önemli bir ayrımı gösteriyor. Hükûmet antisiyonist eylemlerin büyük kısmını meşru eleştiri sınırlarında görüyor. Fakat yine de hükûmetin Kasım 2023’te Federal Polis bünyesinde bir antisemitizmle mücadele özel birimi kurması bu ayrımın zaman zaman netlikten uzak olduğunu da göstermektedir. Özetle Avustralya hükûmeti, antisemitizme karşı sıfır tolerans derken eş zamanlı olarak Filistin’e destek eylemlerini de kriminalize etmekten imtina ediyor.  Bir denge siyaseti arayışı var. Bu denge çoğunlukla İsrail tarafına kaydığını söylemek mümkün.

“Batı merkezli küresel medya, Filistin meselesinde bir algı yönetimi içerisinde”
Avustralya'da gerçekleşen bu tarihî gösterinin, Batı medyasında yeterince yer bulmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durum, küresel medya platformlarının İsrail-Filistin çatışmasına yönelik algı yönetiminde oynadığı rol hakkında bize neler söylemektedir?

Aslında Batı medyasının bu tutumuyla ilk defa karşılaşmıyoruz. Batı merkezli küresel medyanın Filistin meselesinde bir algı yönetimi içerisinde olduğunu hepimiz biliyoruz. Avustralya da bundan muaf değil. Ülkedeki tarihî Filistin protestosu Batı medyasında sınırlı yer bulması tam olarak medyanın küresel güç ilişkileriyle nasıl iç içe geçtiğini bir kez daha gösterdi. Söz konusu Filistin ya da Müslüman toplumlar olduğunda ABD ve Batılı müttefikler kitlesel tepkileri çoğu zaman görmezden geliyor ya da marjinalleştiriyor. Sonuç olarak Sydney’de 200 binin üzerindeki insanın Harbour Köprüsü’nü doldurarak “Gazze’deki soykırımı durdurun” mesajı vermesi tarihî bir an olsa da CNN ve BBC gibi kanallarda birinci haber olmamasına şaşırmamamız gerekiyor.

Batılı medyanın haber pratiği ve Müslüman toplumlara bakışı emperyal çizgiden uzak değildir. Bu pratik sürekli olarak İsrail- Filistin meselesinde bir tarafgirlik üretmeye devam ediyor. 7 Ekim’den sonra ana akım medyada İsrail’in güvenliği ve kendini savunması ön planda sunulurken Filistin halkının yaşadığı insani dram HAMAS üzerinden ikinci plana itildi. 7 Ekim her şeyin başladığı tarihmiş gibi bir algı inşa edildi. Oysa onlarca yıldır devam eden bir zulümle karşı karşıyayız. İsrail kurulduğu tarihten itibaren bölgede Filistinlilere karşı etnik temizlik uyguluyor. Maalesef İsrail’in mağduriyeti üzerine inşa edilen bu asimetrik temsil uzun zaman dünya kamuoyunun şekillenmesinde büyük bir rol oynadı. Fakat dijital medyada alternatif mecraların olması bir kırılma yaratmış durumda. Tüm dünya toplumları gerçeklerden farklı alternatif kaynaklar üzerinden haberdar olmaya devam ediyor. Yani, El-Cezire gibi alternatif medya kanallarının ve sosyal medyanın neden bu kadar önemli hâle geldiğini görebiliyoruz. Çünkü saha bize farklı bir resim sunuyor. Gazze’de tüm insanlık ölmüş durumda. Bombaların yanında açlık ve sefaletle imtihan edilen bir toplum söz konusu. Sanırım hepimiz bu imtihanda başarısız olduk.

“Avustralyalıların %80’inden fazlası Gazze’de ateşkesi destekliyor”
Avustralya'daki bu protesto dalgasının, gelecekteki seçimlerde veya siyasi tartışmalarda nasıl bir rol oynaması beklenmektedir?

Bu tür protestoların seçim sonuçlarını doğrudan değiştirmese bile siyasal gündemi etkileme potansiyeline sahip olduğunu kabul etmek gerekir. Gazze’de yaşananlar ve dünyadaki devletlerin İsrail’e karşı tutumları özellikle büyük şehirlerde yaşayan genç seçmenler, göçmen kökenli Avustralyalılar ve savaş karşıtı çevreler tarafından yakından takip edildiğini biliyoruz. Yapılan anketler, Avustralyalıların %80’inden fazlasının Gazze’de ateşkesi desteklediğini gösteriyor. Ayrıca hükûmetin bu konuda daha fazla adım atması da taleplerin arasında. Kaçınılmaz olarak siyasi partilerin dış politika söylemlerine daha fazla dikkat etmek zorunda kalacağını düşünüyorum. Önümüzdeki seçimlerde Filistin meselesinin siyasi partilerce nasıl ele alınacağını önem kazanabilir. Sonuç olarak, Gazze meselesi artık dünyanın bir meselesi haline dönüşmüş durumda.

İşçi Partisi'nin Avustralya’nın geleneksel çizgisini göz önüne aldığımızda Filistin ve Gazze konusunda daha temkinli bir çizgiye yöneldiğini gözlemliyoruz. İsrail’in güvenliğinin yanında Gazze’deki insani trajedinin son bulması gerektiği ve İsrail’in uluslararası hukuka bağlı hareket etmesi yönünde bir denge arayışı söz konusu. Fakat muhalefetteki bazı sağ partiler bu konuda biraz ayak direyebilir. Bu partiler açısından yoğun protestoların ulusal birliğe tehdit olarak yorumlama ihtimali söz konusu olabilir. Protesto dalgasının kısa vadede en belirgin etkisi siyasi partilerin iç dengelerinde ve rekabetinde görülebilir. Bu noktada Yeşiller Partisi, Filistin konusunda en net tavrı alan parti konumunda. Sydney’deki yürüyüşte konuşma yapan Yeşiller Senatörü Mehreen Faruqi, hükûmete İsrail’e karşı en ağır yaptırımların uygulanması çağrısı yaptı. Yeşiller Partisi’nin İşçi Partisi’ni insan hakları konusunda yetersiz kalmakla eleştirmesi önemli bir muhalif dalgayı besleyebilir. Yine bu kapsamda göçmen kökenli Fatima Payman’ın İşçi Partisi’nden istifa edip Yeşiller’in Filistin tavrını desteklemesi de önemli bir gelişme olarak görülebilir. Tüm bu yaşananlar Gazze gibi küçük bir coğrafyada İsrail saldırıları karşısında varlık yokluk mücadelesi veren Filistinlilerin artık tüm dünyanın meselesi hâline geldiğini bizlere gösteriyor. Avustralya açısından Gazze protestoları sadece dış politika meselesi değil, aynı zamanda bir kimlik ve çoğulculuk gibi meselesine dönüşmüş durumda.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...