Öncelikle Ani’yi kamuoyunda pek duymuyor, resmî tarih anlatılarında pek ismiyle karşılaşmıyoruz, bu sebeple de tarihimizdeki ve coğrafyamızdaki öneminden de bihaberiz. Ani’yi önemli kılan nedir? Tarihsel süreçte bize ne anlatır burası?
Kars'ın 45 km doğusunda Türkiye-Ermenistan sınırının sıfır noktasında, iki ülkeyi birbirinden ayıran Arpaçay’ın hemen kenarında kurulmuş olan Ani, 2016 yılından beri UNESCO’nun dünya miras listesinde bulunan bir ören yeri. Yani ülkemiz mevzuatları çerçevesinde “ören yeri” statüsünde bir yer. Tabii alışılmış tanımlar var Ani ile ilgili. Özellikle en yaygını “Ani Harabeleri”dir. Biz bu tanımlamaya şiddetle karşı çıkıyoruz. Çünkü Ani’deki eserler harabe değildirler, mimari kalıntılardır. Bir diğer tanımlamada ise “Ani Antik Kenti” tanımlamasıdır. Antik kent ifadesi “eski bir kenti” ifade etmesi bakımından temelde doğru bir tanımlama. Maalesef biz literatürde antik kentleri hep Roma kentleri için kullanıyoruz. Ama Ani, bir Roma kenti değil. Ani’de Romalılara ait hiçbir kalıntı yok. Hatta Bizans’a dair de hiçbir kalıntı yok. O yüzden kavramsal olarak Ani Antik Kenti ifadesi doğru bir tanımlama olsa da algı açısından Roma kentlerini ifade ettiği için biz antik kent tanımlamasına da karşı çıkıyoruz. Ülkemiz mevzuatları çerçevesinde ören yeri statüsünde olduğu için ören yeri demenin daha doğru olacağını düşünüyoruz ve bu kullanımı tercih ediyoruz.
Ani, 5.000 yıllık bir şehir, yani milattan önce 3.000 yıldan itibaren yerleşime sahne olmuş bir coğrafya. Geç kalkolitik çağlardan itibaren yerleşime sahne olmuş ve günümüze değin 5.000 yıllık bir dönem geçirmiş. Kent 5.000 yıllık ama Ani'nin bugünkü görünümü tamamen Orta Çağ'a ait. Orta Çağ'da ilk kez Kamsarakanlılar adlı yerel bir sülalenin Ani'ye hâkim olduğunu görüyoruz. Kamsarakanlıların kim olduğunu bilmiyoruz. Belki 30-40 kişilik, belki 90-100 kişilik küçük bir sülale olduklarını söyleyebiliriz. Ve Kamsarakanlılar daha sonra burayı para karşılığında Bagratlılara satmışlar. Bagratlılar da bu coğrafyada (Van'dan Artvin Ardahan'a kadar uzanan dikey bir hat üzerinde) dört kol hâlinde yaşayan bir hanedan, bir beylik aslında. Van'da Vaspurakan dediğimiz Bagratlılar, Kars'ta Vanant Bagratlıları, Ani Bagratlıları ve Artvin Ardahan Bagratlıları olmak üzere dört kol hâlinde bu coğrafyada hüküm sürmüşler. Ermeniler diyor ki bizim atamız, Gürcüler diyor ki hayır bizim atamız. Bazı Türk bilim adamlarının ise bunların Orta Asya'dan Anadolu'ya göç etmiş Hristiyan Türkler olduğu konusunda fikirleri var.
Bugünkü dünya düzeninde Bagratlılara en çok sahip çıkanların Ermeniler olduğunu da söylemek gerekir. Ve Bagratlılar dünyada Hristiyanlığı kabul eden siyasal anlamda ilk topluluk olduğu için Ani'de çok sayıda kilise ve şapel inşa etmişler. Ve Ani bir nevi Bagratlıların hac merkezi, dinî merkezi hâline gelmiş. 961 yılında Ani'nin ilk şehircilik anlamdaki kuruluşu da yine Bagratlılarla birlikte başlamış. Bagratlılar 1045 yılına kadar Ani'yi yönetmişler ve şehrin ilk çekirdeğini de kurmuşlar. Tabii Ani çok stratejik bir konumda hem Orta Asya'dan Ön Asya'ya hem de Kafkasya'dan Anadolu'ya geçişin ilk noktasında bulunuyor. Diğer taraftan şehrin üç tarafı akarsularla çevrili olduğu için doğal bir savunma sistemine sahip. Sadece kuzeye açılan cephesi geniş bir düzlüğe baktığı için burada da çift katlı sur sistemi kullanılmış. Dolayısıyla Orta Çağ kaynaklarında bölgedeki en güçlü, en korunaklı kalelerden diye bahsedilir. İşte Ani'nin hem bu stratejik korumu hem güçlü surlara sahip olması gibi nedenleri etrafındaki büyük devletlerin her zaman iştahını kabartmış. Bunlardan biri de hiç şüphesiz Bizans. Bizans birkaç kez Ani'yi işgal etme girişiminde bulunmuş ama bunda başarılı olamamış ve bir tuzağa, hileye başvurmuşlar. Dönemin Bagratlı emirini Kutsal Haç ve İncil vaadiyle kandırarak başkent İstanbul'a davet etmişler. Ve Ani'nin zorla Bizans'a devredildiğine dair bir senet imzalatmışlar. Ani hiç savaşmadan, mücadele etmeden Bizans'ın eline geçmiş 1045 yılında. Bizans, o dönemin Bagratlı emirini de Marmara denizinde bir adaya tutsak etmiş ve ardından da idam etmiş. Bizans'la birlikte Ani'nin bir 19-20 yıllık karanlık dönemi başlamış. Yani bir nevi fetret dönemi diyebileceğimiz bir dönem. Bizans hem Ani'nin imarına hiçbir katkıda bulunmamış hem de özellikle kentte yaşayan Ermenilere zulmetmeye başlamış mezhepsel farklılıklardan dolayı. Tüm dinî özgürlükleri başta olmak üzere ticari ve sosyal özgürlüklerini de ellerinden almışlar. Bir nevi Ermeniler için zulüm dönemi başlamış. Bu dönem tam 19 yıl boyunca sürmüş.
1064 yılına geldiğimizde biz artık Selçuklu Türklerini Ani önlerinde görmeye başlıyoruz. Sultan Alparslan amcası vefat edince oğlu olmadığı için yeğeni olarak Büyük Selçuklu tahtına çıkmış ve Sultan Alparslan ilk seferini “Rum Gazası” adıyla Anadolu'ya düzenliyor. Sultan Alparslan'ın nihai hedefi Ani'yi fethetmek. Çünkü Sultan Alparslan, Ani'yi fethettiğinde hem Türkmenlere geniş yaylak ve kışlaklar sunacağını hem de Batı dünyasına, Hristiyan dünyasına, Bizans'a ilk büyük korkuyu vereceğini çok iyi biliyordu. Ve Rum Gazası ordusunun bir kolunun başında kendisi diğer kolunun başında da oğlu Sultan Melikşah ve Veziri Nizamülmülk'le birlikte ordu ikiye ayrıldı ve ani önlerinde bu iki ordu buluştu. Tam bir ay sürdü buradaki kuşatma. Bakınız bir ay o dönem için çok uzun bir zaman. Bahsettiğimiz dönem 11. yüzyıl. Bir ay siz savaşamazsınız. Ordunuza açlık girebilir, isyan çıkabilir, hastalıklar başlayabilir, salgınlar olur. Bir sürü bunun riski var. Ama Sultan Alparslan hiç geri adım atmamış ve bir ay süren zorlu bir kuşatma neticesinde 16 Ağustos 1064 günü Ani’yi fethedilmiş. Ani artık Türklerin eline geçmiş.
Sultan Alparslan, Türk fetih geleneklerine uygun bir şekilde ilk öncelikle şehrin en büyük kilisesi konumunda olan katedrali camiye dönüştürmüş ve ilk cuma namazını da burada kıldırmış. Bu fetih özellikle İslam dünyasında büyük yankı uyandırmış ve İslam dünyasını büyük bir sevince boğmuş. Dönemin Abbasi Halifesi, bir fetihname yayımlayarak Sultan Allparslan’a “Ebu’l-feth” unvanı vermiş bu sebeple. Ani bu anlamda Anadolu Türk tarihi açısından oldukça kıymetli bir şehir. Şimdi burada Malazgirt Zaferi’ne de değinmek lazım. Resmî tarih anlatısındaki bilgi şudur: Türkler Anadolu'ya ilk kez 1071 yılında Malazgirt'ten girmiştir. Doğru değil. Aslında Sultan Alparslan Anadolu'ya ilk kez 1064 yılında Ani’den giriş yaptı. Türklerin Anadolu'ya açılan kapısı Ani’dir.
“Ani Anadolu'daki Türk-İslam tarihinin başlangıç noktası”
Genel tarih anlatılarındaki kalıp bilgileri de yıkıyor aslında söyledikleriniz. Anadolu’da Türk varlığına dair ilkler de burada o zaman, öyle değil mi?
Tabii, fetihle birlikte Ani'de bir şehir vücuda getiriliyor. Dolayısıyla Ani'de inşa edilen her eser, Anadolu'daki Türk-İslam mimarisi için ilk olma özelliği taşıyor. Yani Türklerin Anadolu'da inşa ettiği ilk cami, ilk mescit, ilk hamam, ilk mezarlığımız, ilk çarşımız, ilk konutlarımız, ilk sarayımız burada. Dolayısıyla Ani hem Anadolu'daki Türk-İslam birliğinin hem de Anadolu'daki Türk-İslam şehirciliğinin, Türk-İslam mimarisinin başlangıç noktası oluyor. O açıdan çok kıymetli. Maalesef Ani'yi bilmiyoruz, bilenlerimiz de yanlış biliyor. Özellikle geçmiş dönemlerde yapılan algılar nedeniyle biz Ani'yi bir Ermeni başkenti olarak biliriz. Hâlbuki külliyen yalan. Evet Ani'de Ermeniler yaşamıştır. Biz bunu inkâr etmiyoruz, kabul ediyoruz. Ama Ani hiçbir zaman Ermenilere başkentlik yapmamıştır. Başkent dediğiniz şeyin üst çatısında bir devlet olması gerekir. Yani devletlerin başkenti olur. Oysa burada yaşayan Bagratlılar bir devlet değildi, beylikti. Zaman zaman İslam halifelerine, zaman zaman Bizans’a vergi veriyorlardı. Savaş zamanı asker gönderiyorlardı. Özellikle Batılı bilim adamları Bagratlılardan hep krallık diye bahseder. Bu kasıtlı bir tanımlamadır. Ermenistan'ın Ani’yi kadim başkent olarak ilan etme çabasından ileri gelen bir davranış şeklidir bu. Biz de bunu tamamen reddediyoruz. Çünkü çağdaş kaynakların ifadeleri tamamen ortada. Ani'deki kazılarda çıkan buluntular tamamen ortada. Dolayısıyla bir taraftan Ermenilerin bu hak iddialarını reddederken, öte taraftan Selçukluların, Selçuklu Türklerinin, Sultan Alparslan'ın da Ani'deki haklı payını bizim her yerde haykırmamız gerekiyor. Ben burada yedi yıldır kazı başkanlığı görevindeyim. Her fırsatta, her ortamda, her konuşmalarımızda, her makalemizde, kitaplarımızda, yayınlarımızda Ani'nin bu tarihteki haklı rolünü vurgulamaya, anlatmaya çalışıyoruz.
Selçuklularla birlikte Ani artık yükseliş dönemine geçti. Bagratlılar çok sayıda kilise ve şapel inşa etmişti, Selçuklular da cami, mescit gibi ibadethanelerin yanı sıra bir şehirde olması gereken her şeyi de Ani’ye kazandırmışlar. Ve Ani -yine çağdaş kaynaklarının ifadesiyle söylüyorum- 100 bin civarı bir nüfusa erişiyor. Bakınız bu çok önemli bir rakam. Bahsettiğimiz dönem 11-12. yüzyıllar ve 100 bin civarı bir nüfustan bahsediyoruz. O dönem Bizans'ın başkenti İstanbul’un nüfusu 400 bin. Yani İstanbul'un dörtte biri bir nüfusa sahip bir yerden bahsediyoruz. Peki bu nüfusu sağlayan şey ne? Ticaret. Çünkü Ani aynı zamanda İpek yolu güzergâhının önemli kollarından birini oluşturuyor. Orta Asya'dan gelen ticari ürün Anadolu'ya ilk olarak Ani’den girmiş oluyor. Bu zengin ticari örüntünün başlangıç noktasında olması sebebiyle Ani sürekli göç almış. Göç alınca da işte 100 bin civarı bir nüfusa erişmiş.
Aynı zamanda kentteki Bizans zulmüyle yaşayan Ermeniler de artık huzura kavuşmuşlar Selçukluların fethinden sonra. Çünkü Selçuklular başta dinî özgürlükleri olmak üzere ticari ve sosyal özgürlüklerini de teslim etmiş. 1199 yılına kadar Selçuklular burayı huzur içerisinde yönetmiş. 1199'a geldiğimizde artık Selçuklu hâkimiyeti zayıflamış bölgede ve Ani, Gürcü Krallığı'nın eline geçmiş. Tabii Gürcüler burada hiçbir zaman huzura erememişler. Önce Kıpçaklar saldırmış, Harzemşahlar saldırmış derken 1239 yılında da Moğollar Anadolu'ya ilk kez Ani’den giriş yapmışlar ve Ani'yi yerle bir etmişler ve tüm Anilileri de kılıçtan geçirmişler. Hatta çağdaş kaynaklar buradaki Arpaçay'ın günler boyu haftalarca kıpkırmızı aktığını ifade ederler bu Moğol katliamından dolayı. Böylelikle buradaki Gürcü yönetimi Moğollara vasi hâle gelmiş. Ardından İlhanlı hâkimiyeti söz konusu olmuş Ani’de. Onlar da aslında Moğolların Müslümanlaşmış hali. Gürcüler bu kez İlhanlılara vasi olmuş. Karakoyunlular, Akkoyunlular derken 1534 yılında da Kanuni Sultan Süleyman, Irak seferine giderken Ani'yi Osmanlı topraklarına dâhil etmiş. Ama Osmanlı Ani'den çok Kars'a önem vermeye başlayınca buradaki ticaret Kars'a kaymış. Ticaret gidince doğal olarak buradan göç etmeye başlamış insanlar. 1604'te Safevilerden Şahapbas'ın bir işgali söz konusu, bu işgalden de Ani daha çok zarar görmüş. 1634'te büyük bir deprem yaşanmış ve artık savaşlardan, işgallerden, istilalardan, depremlerden bunalan Anililer de yavaş yavaş burayı terk etmişler. Yani 17. yüzyıldan sonra Ani'deki yaşam neredeyse tamamen bitmiş diyebiliriz. Rus işgaline kadar böyle sürmüş. 93 Harbi olarak bildiğimiz 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi'nde Ani bu kez Rusların işgaline girmiş. Ve tam 40 yıl boyunca bu işgal devam etmiş ve kentteki ilk arkeolojik kazılar da o dönemde başlamış. Nikolai Marr adında bir bilim adamı bu kazılara öncülük etmiş. Nikolai Marr ne arkeolog ne sanat tarihçisi ne tarihçi ne dil bilimci… Oryantalist bir bilim adamı olmasına rağmen 14 yıl boyunca Ani’deki kazıları yönetmiş ve tabii Nikolai Marr’ın amacı sistematik bilimsel bir kazı yapmak değil, eser aşırılığı. Özellikle Hristiyan sanatına, Hristiyan mimarisine ait ne varsa korumuş, Türk-İslam sanatına ait hele de kitabe gibi belge niteliği taşıyan ne varsa yok etmiş. Götürebildiklerini götürmüş. Bugün Ermenistan'ın başkenti Erivan'daki Ulusal Tarih Müzesi'nde koca bir Ani bölümü var. Nikolai Marr’ın götürdüklerinden oluşuyor o bölüm.
1918 yılındaki Brest-Litovsk Anlaşması’yla da Ani yeniden Osmanlılara bırakılmış. Ruslar burayı terk etmiş ama Ruslar giderken artlarına Ermenileri yerleştirmişler. Aynı vandallığı bu kez Ermeniler yapmış, buradan götürebildiklerini götürmüşler. Ve nihayet 1921 yılındaki Kars ve Moskova anlaşmalarıyla Ani artık Türkiye Cumhuriyeti'ne devredilmiş. Ermeni yetkililer Ani’yi almak için mücadele etmişlerse de dönemin Türk yetkilileri buna müsaade etmemiş ve Ani bizim sınırlarımızda kalmış.
Aslında hocam çok önemli şeylere dikkat çektiniz. Yani hem coğrafyanın yaşadığı acı tecrübeler, hakikaten katliamlar, vandallıklar, hatta çalınma vs. pek çok husus hakikaten çok önemli. Belki bunu genişletmek amacıyla biraz o dönemin kalıntılarından, eserlerinden bahsetmek belki yerinde olabilir. Çünkü bize de aslında bu verileri kazandıran şey bu kalıntılar, yapılar ve mimari oluyor. Bir sanat tarihçisi olarak Ani'yi dünya üzerindeki diğer antik kentlerden ayıran temel özellikler nelerdir sizce? Ani'nin çok katmanlı kültürel dokusu mimariye ve sanata somut olarak nasıl yansımıştır?
Ani, az önce de ifade ettiğimiz gibi Anadolu'daki Türk İslam şehirciliğinin başlangıç noktası. İlk şehrimiz burası. Dolayısıyla burada inşa edilen eserler de Anadolu'daki Türk İslam mimarisi için ilk olma özelliği taşıyor. Sultan Alparslan'ın yedi yıllık yönetiminde Anadolu’da sadece iki imar faaliyeti var. İkisi de Ani’de.
Birincisi bir kitabe. Bu, Anadolu'daki ilk Türk-İslam kitabesi. Büyük Selçuklu Devleti’ni temsilen üzerinde bir aslan kabartması da bulunan bu kitabe, dört satırlık bir emirnameyi içeriyor. Sultan Alparslan'ın o 1064 yılındaki savaşında şehrin surları zarar görüyor ve Sultan Alparslan ilk iş olarak bu surların yeniden inşasını emrediyor.
Ani'nin en önemli bir diğer eseri katedral. Bagratlılar zamanında Mimar Tridat tarafından inşa edilmiş bir kilise bu. Mimar Tridat aynı zamanda bir din adamı. Mimar Tridat bu kilisenin inşaatına başladıktan üç-dört yıl sonra Ayasofya’nın kubbesi yıkıldığı için İstanbul'a davet ediliyor. Tridat İstanbul'a gidiyor, Ayasofya’nın kubbesini onarıyor ve geri dönüp bu kiliseyi tamamlıyor. Sultan Alparslan 16 Ağustos 1064 günü Ani'yi fethedince, Türk fetih geleneklerine uygun bir şekilde, bu kilisenin kubbesindeki haçı indirip yanında özel olarak getirdiği altın hilalle değiştirerek burayı camiye dönüştürmüş Bir nevi Ani'nin Ayasofya'sı niteliğinde olan bir yapı bu.
Bir diğer yapımız Ebu'l Menûçihr Camii. Türklerin Anadolu'da inşa ettiği ilk cami bu. Aslında Sultan Alparslan 1072 yılında vefat ediyor ve yerine oğlu Sultan Melikşah geçiyor. Sultan Melikşah'ın emriyle inşa ettirilmiş bir cami. Ama Rus işgalindeki Kazı Başkanı Nikolai Marr, bu camiyi mahvediyor. Batı duvarının üzerinde de aslında bir kitabemiz var bizim. Bu kitabede de çok açık ve net bir şekilde “Bu mübarek cami Sultan Melikşah'ın emriyle yaptırıldı” diye yazar. İşte bu kitabe Ani’deki Selçuklu varlığını, Türk varlığını kanıtladığı için, kesinleştirdiği için maalesef Nikolai Marr tarafından kitabenin bulunduğu duvar yıkılıyor. Bir seyyah bu kitabeyi, bu duvarı fotoğrafladığı için kitabenin varlığından haberdar oluyoruz. Nikolai Marr bu camiyi o dönem depo olarak kullanıyor. Yani kazıdan çıkardığı eserleri burada depoluyor. Tabii işgal bittikten sonra çevredeki Müslüman ahali “caminin artık kutsiyeti bozuldu” diye burayı terk ediyor. Çünkü içerisinde haçları falan sergiliyor. 100 yıldır âtıl vaziyetteyken, biz 2021 yılında halısını döşedik, kapısını, penceresini yaptık. Şimdi hem namaz kılınır hâle geldi hem de minaresinden artık 5 vakit ezan okunuyor.
Bir diğer önemli alanımız Selçuklu mezarlığı. Burası bizim kazı alanlarımızdan birisi. Biz yüzeydeki bazı buluntulardan hareketle burasının bir mezarlık olabileceğini düşünmüştük. Ve hakikaten kazılar sonucu bu mezarlığı ortaya çıkardık. Burası Anadolu'daki ilk Türk İslam mezarlığı. Ahlat'tan daha eski bu mezarlıkta sekizgen gövdeli bir kümbet kalıntımız var. Onun etrafında da hem sandukalı tipte mezarlar hem de bizim akıt dediğimiz mezar odaları bulunmakta. Hatta eski fotoğraflarda aynı Ahlat’taki gibi nakışlı mezar şahidelerinin de olduğunu biliyoruz. Ama maalesef burayı yok etmişler. Biz özellikle bu mezarlığı açınca Ermeni lobisinden tepki almaya başladık. Ama biz çalışmalarımıza devam ediyoruz. Hâlen daha şu an arkadaşlarımız orada. İnşallah bu mezarlığı da tam anlamıyla ortaya çıkarıp restore etmiş olacağız.
Bir diğer önemli gördüğümüz yapı da hamam. Burası Türklerin Anadolu'da inşa ettiği ilk hamam. Biz bu hamamı ortaya çıkartana kadar Türklerin Anadolu'daki ilk hamamı Mardin'de Artuklulara mal edilirdi. Hâlbuki Mardin'den çok daha önce bu hamam Ani’de inşa edilmiş. Dünyadaki ilk suda doğumun biz bu hamamda gerçekleştiğini iddia ediyoruz. Gerekçemiz de şu: Türk bilim adamı Kadı Burhanettin 1143 yılında Ani’de dünyaya gelmiş. Bir tane kitabı var ve bugün İstanbul Süleymaniye kitaplığında bu kitap. Kadı Burhanettin kitabının ön sözünde hayatını anlatırken şöyle der ki “Annem benden önce beş tane çocuk dünyaya getirmiş. Bana olan hamileliği çok sancılı geçtiğinden dolayı hekim tavsiyesiyle Ani’deki hamamda doğmuşum.” Şimdi buradaki kritik sözcükler hekim tavsiyesi ve hamam. Biz de kazılarımızda küvet benzeri bir şey bulursak bu suda doğuma işaret edecek demiştik. Ve 2022 yılında bu küveti ortaya çıkardık. Şu anda bilimsel literatürde dünyadaki ilk suda doğumun 1803 yılında Fransa'da gerçekleştiği söylenir. Oysa 12. yüzyılda Anadolu'da Ani’de gerçekleşmiş. Bu da bize Türk İslam medeniyetinin, Türk tıbbının 12. yüzyılda ulaştığı seviyeyi göstermesi açısından oldukça kıymetli.
“Ani’deki restorasyon prensibimiz, yapıları var olan hâlleriyle dondurmak”
Hocam aslında yapılardan bahsederken aynı zamanda yaptığınız çalışmalardan da bahsettiniz arada. Kafkas Üniversitesi'nin ve sizin Ani'deki çalışmalara olan katkılarınız oldukça önemli. Son yıllarda Ani'de yürütülen arkeolojik kazı, restorasyon ve konservasyon çalışmalarının mevcut durumu hakkında bize hangi bilgileri verebilirsiniz?
Fethiye Camii'ndeki (Katedral) restorasyon çalışmaları devam ediyor. Burada üç etaplı bir çalışma var. Birinci etap, yapının statik açıdan durumunu tespit etmekti. O bitti. Şimdi ikinci etap çalışmalar başlanıldı. O da inşallah bu sene bitecek. Ardından üçüncü etap çalışmalarıyla buradaki restorasyon çalışmaları tamamlanmış olacak. Kazı çalışmalarından bahsettik ama bunun dışında koruma ve çevre düzenleme çalışmalarımız var. Koruma çalışmalarında da yine iki ayrı alt başlığımız var. Bir restorasyon çalışmaları, ikincisi de konservasyon çalışmaları. Bunlar korumaya yönelik çalışmalarımız. Doğrudan bakanlık tarafından yürütülen ve kazı başkanlığı olarak bizim de denetimizde devam eden çalışmalar bunlar. Bu anlamda Fethiye Cami bunların ilki, buradaki çalışmalarımız devam ediyor. Bunun haricinde geçen yıl tamamlanan Aziz Prkich Kilisesi'nin restorasyonu tamamlandı.
Bizim Ani’deki restorasyon prensibimiz, yapıları bütüncül bir şekilde restore etmek değil, var olan hâlleriyle dondurmak, konserve etmek ve gelecek kuşaklara sağlıklı bir şekilde aktarmak. Özellikle Aziz Prkich Kilisesi'nde bu yöntem uygulandı. Bir güçlendirme çalışması yapıldı. Konserve edilerek çalışmalar tamamlandı. Fethiye Camii'nde durum biraz daha farklı. Çünkü yapı bütünü neredeyse ayakta olduğu için burada bütüne yönelik bir çalışma söz konusu. Yine Ebu'l Menûçihr Camii'nde de biz kapsamlı bir restorasyon çalışması planlıyoruz ve bu bağlamda da restitüsyon ve restorasyon projeleri hazırlandı. İlgili kurullardan onaylandı ve inşallah geleceğe miras projesi kapsamında bunun da esaslı bir uygulama aşamasına geçilmesi planlanıyor. Bunun yanı sıra bizim bir de yıkık minaremiz var. Yine Selçuklu devri eseri ama maalesef Rus işgalinde yerle bir edilmiş. Minarenin kalıntıları hâlen yüzeyde duruyor. Bu minarenin de röle ve restorasyon projelerini hazırlamak üzereyiz. O minareyi de yeniden ayağa kaldırmayı planlıyoruz.
İkinci alt başlığımız konservasyon çalışmalarımıza gelince… Konservasyon, kazı başkanlığı olarak doğrudan kendi ekibimizle yaptığımız bir çalışma. Bu kapsamda da 2020 yılından itibaren Selçuklu Çarşısı'nın birinci ve ikinci etap konservasyon çalışmalarını tamamladık. Hamamın konservasyon çalışmasını bitirdik. Selçuklu konutlarının birinci etabının konservasyon çalışmaları da bitti. Şimdi konutların ikinci etabıyla kazısı bittikten sonra Selçuklu mezarlığının konservasyon çalışmalarını da tamamlamış olacağız. Tabii konservasyon bir restorasyon tekniği aslında. Var olan, toprak altından çıkardığımız kalıntıları esaslı bir restorasyona kadar ayakta kalabilmesini sağlamak için bir dondurma işlemi bu. İşte biz o işlemi gerçekleştiriyoruz.
Diğer bir ana başlığımız ise çevre düzenleme. Biz geçen yıl Ani'nin sur içi yürüyüş yollarının yapımına başladık. Maalesef Ani’de herhangi bir yürüyüş yolu yoktu ziyaretçilerimiz için. Biz de bu soruna bir çözüm bulmak amacıyla Ani'ye bir yürüyüş yolu tasarladık. Tamamen kazı başkanlığımızın bir projesiydi bu. Yine bakanlığın Geleceğe Miras Projesi kapsamında yaptık bunu. Ziyaretçilerin daha konforlu bir şekilde yürümeleri, Ani'yi ziyaret etmeleri için böyle bir projeye de başladık. Tabi uzun bir proje, çünkü Ani 100 hektarlık bir alan. Şu anda ülkemizdeki en büyük ören yeri ve en büyük de kaza alanı. O yüzden bizim yürüyüş rotamız 5 kilometre. Bu yıl bu yürüyüş yolunun da tamamını bitirmiş olacağız. Böylelikle ziyaretçilerimiz daha konforlu bir şekilde Ani’yi gezme fırsatı yakalayacaklar.
Peki, Ani'nin 2016'da UNESCO Dünya Miras Listesi'ne dâhil edilmesi bölge için ne gibi fırsatlar ve sorumluluklar getirdi? Bu statünün ören yerinin korunmasına ve tanıtımına somut etkileri oldu mu? Gelecekte Ani'nin potansiyelini tam olarak ortaya çıkarmak için turizm yönetimi, alan yönetimi ve uluslararası iş birlikleri alanında atılması gereken en önemli adımlar nelerdir?
Kars son yıllarda turizm girdisi olarak ivme yakalayan bir şehir. Özellikle bunda UNESCO'nun değil de Doğu Ekspresi'nin büyük bir katkısı var. Son 4-5 yıldır Doğu Ekspresi treniyle Kars’a ve Ani'ye gelişler özellikle kış aylarında arttı. Ani de bundan doğrudan faydalanmış oluyor. Bu anlamda bakanlık yönetimi altında bir alan başkanlığımız da var, alan yönetimimiz var. Alan başkanı da benim bu arada, işler paralel bir şekilde yürüsün diye. Bakanlık bu iş için de bizi uygun görmüştü. Alan yönetiminde de Ani’nin tüm başlıklarında yani çevresiyle uyumundan tutun altyapısına, karşılama merkezinden kazı evine, yerel bilinçlenmeden tutun çeşitli etkinliklere varıncaya kadar hemen hemen her başlıkta yürütmüş olduğumuz bir alan yönetimimiz bulunmakta. Bu güncelleniyor sürekli ve UNESCO tarafından da takip edilen bir yönetim şekli bu.
Peki hocam, Ani'ye yıllarını vermiş bir akademisyen olarak bu kadim kentin taş duvarları arasında dolaşırken size hissettirdiği en derin duygu nedir? Ani'yi sadece bir tarihî bir kalıntı olarak değil, yaşayan bir miras olarak gelecek nesillere aktarırken vermek istediğiniz en temel mesaj nedir? Bizim Ani'nin ruhunu ve bugüne söylediği sözü nasıl özetlersiniz?
Ani’nin ortaya çıkardığımız özgün Selçuklu sokakları var. Her şeyden öte burada yürürken Orta Çağ dünyasına girmiş gibi hissediyorsunuz kendinizi. Çünkü Ani bu anlamda bozulmamış bir kent. Bu Anadolu'daki Türk İslam şehirlerinin formatını anlamak için de güzel bir veri. O yüzden içerisine surlardan kapıdan içeriye girdiğinizde hakikaten bir Orta Çağ’ın şehrine girdiğinizi hissediyorsunuz. Bu birinci bir duygu. İkinci olarak da ben Türk-İslam sanatı tarihçisiyim. Alanım Türk-İslam mimarisi. Özellikle manevi bir hazzı var bu işin. Hem mesleğinizi yapmış oluyorsunuz hem de işte bu toprakları fetheden Sultan Alparslan'ın yürüdüğü yerlerde, gezdiği yerlerde, savaştığı alanda çalışmış oluyorsunuz. Belki onun dokunduğu bir yerde veya oturduğu bir yerde siz de oturmuş oluyorsunuz. Bu anlamda büyük bir haz alıyorum burada çalışırken. Buradaki üçüncü hissiyatım, ekip arkadaşlarımızla ilgili. Biz sezon içerisinde yüzden fazla öğrenciyi burada ağırlıyoruz. Onlar gönüllü olarak çalışıyorlar, emek veriyorlar. Onlara hem mesleki açıdan hem tarihsel açıdan hem manevi açıdan bir şeyler öğretebilmek hazzı benim için önemli.
Son olarak şu mesajı da vermiş olalım: Ani’yi tanımamız, bilmemiz gerekiyor. Ani'yi tanırsak sahip çıkarız, biz sahip çıkarsak başkası sahip çıkamaz. Çünkü tüm eserleriyle bu şehir bizim sınırlarımızda, bizim topraklarımız üzerinde. Bu şehirde olan her eser, ister Ermeniler tarafından yapılsın ister Selçuklular ister Gürcüler isterse başka milletler tarafından yapılsın, hepsi bu toprağın eseri. Bizim hepsine sahip çıkmamız gerekir. Gelecek nesillere bunları sağlıklı bir şekilde aktarmamız gerekir.