Filmde modern bir derviş karakteri üzerinden insan ilişkilerini ve toplumsal değerleri aktardığınızı görüyoruz. Bu karakter aracılığıyla izleyiciye vermek istediğiniz temel mesaj nedir?
Şerafettin Kaya: Filmde yaptığım iş, temelde bir farkındalık yaratmak üzerine kurulu. Bunu modern bir derviş karakteri aracılığıyla aktarıyorum. Karakter, camiden kiliseye, oradan Mevlevihane’ye uzanan, kendi iç dünyasında sessizce gözyaşı döken bir insan; insanlığın ortak arayışlarını kendi içinde taşıyor. Yan karakterler ise daha çok geleneksel mahalle yaşamına bağlı, sanattan uzak veya sanattan uzaklaştırılmış kişiler. Filmde teknolojiye yer yok; temel mesaj, birbirimizi anlamak için göz göze gelerek iletişim kurmamız gerektiği. Ben de kendi gözlemlerimden, dostlarımdan, arkadaşlarımdan ve hayatın içinde karşılaştığım iyilerle kötülerden derlediklerimi izleyiciye aktarmayı amaçladım.
Filmde, unutulmaya yüz tutmuş iyilik kavramını yeniden hatırlatmayı amaçladığınız söylenebilir. Bu doğru mu?
Ş.K.: Geçmişte komşuluk, yardımlaşma ve dayanışma gibi değerler hayatımızın vazgeçilmez bir parçasıydı. Ancak bugün, ne yazık ki bu duygular kötü niyetli insanların elinde anlamını yitirebiliyor. İyilik kisvesi altında insanların içten gelen güzel hisleri istismar edilip bambaşka amaçlara yönlendiriliyor. Dünyamız, sanki birilerinin başkalarını daha kötü hâle getirmek için çabaladığı bir düzene dönüştü. Biz de bunu hatırlatmak istedik. Ben de bu film aracılığıyla insanların yüreğine küçük bir çakıl taşı atarak o duyguyu yeniden canlandırmak istedim.
Bu kadar katmanlı bir hikâyeyi anlatan bir filmin senaryosu nasıl bir süreçte ortaya çıktı?
Ş.K.: Böyle bir filmin senaryosunu oturup bir günde yazmak zaten imkânsız. Hatta bir ayda ya da bir yılda tamamlamak da mümkün değil. Bu proje en az 3-4 yıllık bir sürecin ürünü. Çünkü içinde film olan bir film, filmde bir oyun, oyunun içinde bir tiyatro sahnesi var. Yani birbirine geçmiş çok katmanlı bir yapı söz konusu. “Ben İyi Biri Olmadan Önce” alışılmışın dışında bir film. Biz bu filmde en küçük ayrıntıları bile büyüteçle gösteriyoruz; bazen de tamamen anlamsız gibi görünen şeyler yapıyoruz.
Bu hikâyeyi izleyenlerin, kendi iç dünyalarında nasıl bir yolculuğa çıkmalarını hayal ediyorsunuz?
Ş.K.: Aslında her izleyici kendi yolculuğunu bu filmde bulacak. Biz bir kapı aralıyoruz, gerisini izleyicinin dünyası tamamlıyor. Kimi için bir hatırlayış, kimi için bir sorgulama, kimi içinse sadece bir his meselesi olacak. Ben sinemayı, cevap vermekten çok sorular sorduran bir alan olarak görüyorum. Eğer film bittikten sonra bir süre sessizlik oluyorsa, demek ki o film bir yere dokunmuş demektir.
“Bağımsız sinema cesaret isteyen bir alan”
Modern bir dervişin gözünden insan ilişkileriyle iyilik ve kötülük arasındaki ince çizgiyi sorgulayan film, yönetmen Şerafettin Kaya’nın da dediği gibi bir farkındalık alanı yaratmayı amaçlıyor. Siz bu kadar derin temalar taşıyan, bağımsız ve cesaret isteyen bu projeye dâhil olurken sizi en çok etkileyen, bu filmin bir parçası olmaya iten temel motivasyon neydi?
Gül Gülsün Yıldız: Bu filmde yer almamın en güçlü nedeni, bağımsız bir yapım olmasıydı. Türkiye’de gişe kaygısıyla yapılan filmler zaten oldukça zorken, bağımsız sinema bu anlamda daha da cesaret isteyen bir alan. Ayrıca senaryonun yazım sürecinden çekim aşamasına kadar verilen emeği biliyordum. O emeğin bir parçası olmak, bu yolculuğun içinde bulunmak istedim.
Canlandırdığınız karakterin filmdeki yerini ve hikâyeye kattığı anlamı nasıl tanımlarsınız?
G.G.Y.:  Filmdeki her karakterin hikâyenin akışı içinde bir görevi var. Benim karakterim, çocuğunun sokakta oynamasını istemeyen bir anne. Kızını arkadaşlarıyla oynadığı oyundan alıyor. Oysa çocuk, oyunla büyür. Ama evde iktidar annedir ve onun sözü geçer. Hayatta istediği rolü oynayamayan insanlar, çoğu zaman güçlerini kendinden zayıf olanlar üzerinde denemeye başlarlar. Çocuk da oyundan alınınca, elindeki parayla arkadaşlarının oyuncaklarını satın alarak onları da oyun dışı bırakıyor. Güç bu kez onun eline geçiyor. Aslında filmdeki tüm karakterler, kendinden güçsüz gördüğünü bir şekilde oyunun dışına itmeye çalışıyor. Benim karakterim de bu döngünün bir parçası.
Sizce film, izleyicide ne tür bir duygu ya da düşünce uyandırmayı hedefliyor?
G.G.Y.: Her filmin bir ana fikri vardır elbette ama her izleyicide bıraktığı duygu farklı olur. Çünkü bir filmi nasıl yorumladığınız, yaşamınıza, bakış açınıza ve kültürel birikiminize bağlıdır. Bence bu film, toplumun emeğiyle ayakta duran ama hayalleri olan kesimine bir ayna tutuyor. Sıradan insanların, sıradan yaşamlarının içindeki derin hayalleri ve insani çatışmaları anlatıyor.
Oyunculuk sürecinizde bu rol size ne kattı? Sizi nasıl dönüştürdü diyebiliriz?
G.G.Y.: Ben daha önce bu yaş grubundaki çocuklarla hiç çalışmamıştım. Mahalleden gelen, oyunculukla yeni tanışan çocuklarla önce prova yaptık, sonra çekimlere geçtik. Çocukların ne kadar hızlı öğrendiğini, söylenenleri yapmak için nasıl çabaladıklarını görmek beni çok etkiledi. Bir noktadan sonra gerçekten oyun oynamaya başladılar ve bundan keyif aldılar. Oyunculuğun en temel kuralı olan “oynadığın rolden zevk al” ilkesini çok kısa sürede içselleştirdiler. Bu süreç bana da tazelenme duygusu kattı.
Sizce “Ben İyi Biri Olmadan Önce” filmi, günümüz insanının “iyi biri olma” arayışına nasıl bir ışık tutuyor?
G.G.Y.: Bu aslında zor bir soru. Çünkü kötülüğün cezalandırılmadığı, hatta zaman zaman ödüllendirildiği bir çağda yaşıyoruz. İyiliğin saf ama aynı zamanda güçsüz olarak görüldüğü bir dönemdeyiz. Bu film, tam da buna dikkat çekiyor. “Ben iyi biri olmadan önce şunları yapardım” söylemi bir ironi aslında. İyiliğin cezalandırılmaması gerektiğini hatırlatıyor. Kısacası diyor ki: kötülük kötüdür, iyilik iyidir. Bu kadar basit ama bir o kadar da derin bir mesaj.
Filmde canlandırdığınız karakterin hikâyeye katkısını nasıl değerlendirirsiniz?
Murat Muslu: Filmde, senarist diliyle söylersek “tetikleyici olay” diyebileceğimiz, yani hikâyeyi başlatan an benim canlandırdığım garson Muhittin karakteriyle ana karakterin karşılaşmasıdır. Ana karakterin rutin hayatı, Muhittin ile karşılaştıktan sonra bambaşka bir yöne evrilir. Ana karakterin kendisi de bu dönüşümü, arkadaşıyla yaptığı bir konuşmada dile getirir. Filmdeki gevşek dokulu olay örgüsü ve merak unsuru işte buradan başlar. Ana karakter, barınma ve karın doyurma gibi temel sorunlarla uğraşırken, Muhittin’in oyuncu olma arzusu, onun karnını doyurmak için geçici de olsa kullanacağı bir “aparat” işlevi görür. Hep iyilik yapan ama çoğu zaman kötülük gören ana karakter, Muhittin’in umutlarını kullanarak kendince bir kötülük yapmak zorunda kalır. Ama bu kötülük, masum ve sonunda mutlu sona giden bir tür kötülüktür.
“Film, izleyiciye iyilik ve kötülük kavramları üzerine düşünme fırsatı sunuyor”
Film, iyilik ve kötülük arasındaki dengeyi sorgularken aynı zamanda izleyiciyi duygusal bir yolculuğa çıkarıyor. Sizce “Ben İyi Biri Olmadan Önce” ve canlandırdığınız Muhittin karakteri, izleyicide nasıl bir duygusal ya da düşünsel etki bırakacak? Bu karakterin yaşadığı dönüşüm, izleyiciye hangi insani duyguları hatırlatmayı amaçlıyor?
M.M.: Film, izleyiciye iyilik ve kötülük kavramları üzerine düşünme fırsatı sunuyor. Ana karakterin veya diğer karakterlerin içine düştükleri durumlar kimi zaman üzüntü, kimi zaman da gülümseme yaratacak. Muhittin karakteri için de benzer bir durum söz konusu. Ana karakterle olan bazı sahneleri komik unsurlar içerirken, Muhittin’in tekstildeki işini kaybetmesi veya yaşça kendisinden küçük birinin yanında çalışmak zorunda kalması gibi sahneler ise dramatik bir hüzün yaratıyor.
Senaryoyu ilk okuduğunuzda, sizi en çok etkileyen unsur neydi? Özellikle, günlük konuşma dili ile şiirsel ve metaforik anlatımın harmanlandığı bu senaryonun, sinemada nasıl bir görsel ve duygusal karşılık bulabileceği fikri sizi ne yönde etkiledi?
M.M.:  Senaryo klasik günlük konuşma dilinden ibaret değildi; içinde metaforlarla süslenmiş, şiirsel bir anlatım da vardı. Bu dilin görüntüye nasıl aktarılacağı, sinemada şiirselliğin yakalanıp yakalanamayacağı ve seyir zevkine olumlu mu, olumsuz mu katkı sağlayacağı benim için büyük bir merak konusuydu. Filmi izledikten sonra bu soruların cevabı olumluydu; anlatım hem etkili hem de akıcıydı.
Filmin “iyi biri olmak” teması sizin hayatınızla nasıl örtüşüyor?
M.M.: Hiçbir zaman bilerek kötü olmaya, kötü biri olmaya çalışmadım. Hep iyi biri olmaya, özü sözü bir, tutarlı ve güzel olanı savunmaya gayret ettim. Tabii hayatın akışı içinde, işverenim ücretimi ödemediğinde kiramı ödeyemeyip ev sahibim için belki kötü biri oldum; biten bir ilişkide sevgilim için de öyle olmuş olabilirim. İyi biri olma çabamda vicdanım genellikle rahattı ama başkalarına göre iyi veya kötü biri olabilirim. Öte yandan, eğer herkes iyi olsaydı bu kadar kötülük nasıl var oluyordu? Brecht’in “İyi Adam’a Bir-İki Soru” şiirinde dediği gibi, iyilik belki de tek başına yeterli değildir; iyi olmanın dünyaya yansıyan bir karşılığı olmalı.
Bu proje sonrası “iyilik” kavramına bakış açınızda herhangi bir değişim oldu mu? Özellikle, filmdeki karakterlerin ve olayların, iyilik ve kötülüğün birbirini besleyen diyalektiğini gözler önüne seren anlatımı sizi kişisel veya toplumsal düzeyde nasıl etkiledi?
M.M.: Hayır, aksine bugüne kadar sahip olduğum bakış açımı pekiştirdi diyebilirim. Ne kadar iyi olursanız olun, iyiliğiniz her zaman iyilikle karşılanmaz; çoğu zaman ise kötülükle ödüllendirilirsiniz. Hatta iyi niyetle hareket ederken istemeden kötü bir duruma düşebilirsiniz. İçinde bulunduğunuz koşullar sizi buna zorlayabilir. Özellikle kötülüğün egemen olduğu bir dünyada… Bu koşullar devam ettikçe kötülük de kendine taraftar bulmaya devam edecektir. Ama kötülük var oldukça, onun antitezini de doğurur. Dolayısıyla hem bireyler hem de toplum, iyilik ve kötülük diyalektiğiyle uzun süre yaşamaya devam edecektir.
“Amatörlüğün samimiyetini sinemaya taşıdım”
Bu filmde canlandırdığınız karakter hem hikâyede hem de izleyici algısında belirli bir rol üstleniyor. Sizin için oyunculuk açısından nasıl bir deneyim sundu?
İslam Çamyar: Filmde, tiyatro oyununun provasını yapan amatör bir oyuncuyu canlandırmak gerçekten heyecan vericiydi. Karakterim, küçük bir mahallede kafede çalışan ve daha önce tiyatroya gitmemiş, sinema filmi izlememiş birini temsil ediyor. Yani “oynamamayı oynamak” gibi bir durum vardı ve bu, oyuncu olarak bana çok şey kattı. Böyle bir deneyim hem rolün doğallığını hem de amatörlüğün samimiyetini sinemaya taşımamı sağladı.
Karakteriniz, film boyunca kendi küçük dünyasında sıradan bir hayat sürüyor. Bu bağlamda, karakterinizin filmdeki genel temaya ve hikâyenin mesajına katkısını nasıl tanımlarsınız?
İ.Ç.: Filmdeki karakterim ve arkadaşları, büyük şehrin ortasında küçük bir mahallede yaşıyor. Kültür-sanatla daha önce hiç ilgilenmemiş, tiyatroya veya filme gitmemiş 4 arkadaş. Film boyunca kendi küçük dünyalarında sıradan bir hayat sürerken, sonunda tiyatro oyununda sahne alıyor ve izleyicilerin alkışını alarak başarılı bir performans sergiliyorlar. Bu süreç, insanlara fırsat verildiğinde herkesin içindeki yetenekleri keşfedebileceğini ve hayatın içinde kabuğunu kırarak başkalarına da dokunabileceğini gösteriyor. Bence bu karakterin en büyük katkısı buydu.
Sizce film izleyicide iyilik ve insan ilişkileri üzerine nasıl bir düşünsel yolculuk başlatıyor?
İ.Ç.: Bence film, iyilik kavramını baştan ele alıyor. İzleyiciye “İyilik nedir? Ne zaman ve ne ölçüde yapılır? Karşılıksız iyilik yapanlara toplum nasıl bakar?” gibi soruları düşündürüyor. Film, iyilik yapan insanların karşılaştıkları tepkilere ve toplumdaki konumlarına da ışık tutuyor. Yani sadece iyiliğin kendisini değil, iyiliğin sosyal yansımalarını da sorgulatıyor.