
Yakın plan: Psycho
Sinema perdesinin büyüsünden sıyrılıp, bir duş perdesinin ardındaki gölgeye doğru... Bu yazımızda Hitchcock'un usta yorumuyla seyircilerinin güvenli alanını ihlal eden, "Psycho" filmine yakın bir bakış atıyoruz.
Dünya tarihinin ilk sinema filmi olarak kabul edilen Lumiere Kardeşlerʼin L'arrivée d'un train en gare de La Ciotat’ını (Bir Trenin Ciotat Garıʼna Varışı) filme almasının ardından 65 yıl geçmişti. Bir yandan Spartacus (1960) gibi destansı anlatıya sahip filmler sinema salonlarında gösterime girerken, diğer taraftan “spagetti western” denilen düşük bütçeli vahşi Batı filmleri Avrupa ve Amerikaʼda popülerliğini koruyordu. Fransa’da “yeni dalga” denilen yeni bir sinema akımı başlamıştı. Jean- Luc Godard ve François Truffaut gibi yönetmenler, Cahiers du Cinéma dergisinde bu akıma yön verip, çektikleri filmlerle görsel anlatılarını seyircilerle buluştururken; auteur teorisini (la politique des auteurs) sinema sözlüğüne kazandırıyordu. “Auteurˮ kelimesi Fransızcada “yazarˮ anlamına gelir ve temel olarak bir filmin yönetmeninin, tıpkı bir romanın yazarı gibi, filmin asıl yaratıcısı ve "yazarı" olduğu fikrini savunur.
Auteur teorisinin Amerikaʼdaki en önemli iki temsilcisi hiç şüphesiz Stanley Kubrick ve Alfred Hitchcock’tur. Özellikle de Hitchcockʼun kendine özgü stili, kara mizah ve gerilim unsurunu istediği gibi perdeye yansıtması, ünlü yönetmenin imzası gibidir. Hitchcock gibi yönetmenler ve seyircileri arasında kurulan bağ hakkındaki belki de en doğru değerlendirme Engin Geçtanʼın, Hayat isimli kitabında şu satırlarla yer alır: “Jung, sanatı, sanatçının evrensel arketipleri kendi kişilikleri aracılığıyla ifade etmesi olarak tanımlamıştı, ortaya çıkan yaratıcılık ürünü hem artistin hem de onu izleyenlerin katarsislerini sağlar.” Şimdi sizleri bu sıra dışı yönetmenin 65 yıl önce çektiği Psycho (1960) filminin gizemli yollarında dolaşmaya davet ediyorum...
Yol tarifi için konum bilgilerini açıp, arama kısmına yazdığımız yer:
Bates Motel
Yağmurlu bir gecede, Bates Motelʼe otomobilinin kornasına basarak sesini duyurmaya çalışan bir müşteri gelir. İsminin Marie Samuels olduğunu ve Los Angelesʼtan geldiğini söyleyen bu güzel kadına, oteli işleten Norman el alışkanlığıyla uzandığı, daha sık kullanıldığı için aşınmış anahtarlıktaki 2 numara yerine, ofisin hemen yanındaki ve özel amaçları için kullandığını öğreneceğimiz 1 numaralı odayı verir. Odasını Marieʼye tanıttıktan sonra, Norman akşam yemeği için güzel müşterisini konağa davet eder. Fakat Normanʼın annesi buna şiddetle karşı çıkar. Bu hadisenin üzerine Norman, Marieʼye misafir odasında yemeyi önerir. Burada önceki sahnede Marieʼnin odasında narin temalarına rastladığımız kuşların, yırtıcı versiyonlarıyla karşılaşırız. Normanʼın sözlerine adeta dikkat kesilen ve saldırıya her an hazır bekleyen yırtıcı kuş figürleri ve odadaki küçük kuşlar, Marie'nin kırılgan yapısı ve Norman'ın iç dünyasındaki karanlık kişiliği arasındaki kontrastı yansıtır. Marie bu odada kapana kısılmış küçük bir serçeye benzer. Normanʼın Marieʼye söylediği “Siz... Kuş gibi yiyorsunuzˮ sözleri bakış açısını yansıtır. İlginç olan şudur ki Norman sonrasında cümlesine şu şekilde devam eder: “Kuş gibi yemek, deyimi aslında yanlıştır. Çünkü kuşlar aslında çok yer.ˮ Bu odada kuşların açgözlülüğünden bahseder gibi bir anlam taşıması, bir yandan serçeye benzeyen Marieʼnin Bates Motelʼe gelmeden önceki ahlaki seçimine bir atıf niteliğindedir.
Bu noktada Marieʼden bahsetmemiz gerekiyor. Bates Motelʼe gelmeden önceki ismi Mary Craneʼdi. “Craneˮ kelimesinin “turnaˮ anlamına gelmesi eser sahibinin kuş sembolünü ne kadar önemsediğinin başka bir göstergesidir. Filmin başında kamera, adeta bir kuş gibi süzülerek aralık bırakılmış bir pencerenin camından içeri girdiğinde Maryʼnin hikâyesini öğreniriz. Sevgilisi Samʼle öğle arasında kaçamak yaparak, ikinci sınıf otellerde buluşmak zorunda kalmanın artık Mary için ne kadar zor olduğundan bahsettikleri bir konuşmaya şahit oluruz. Maryʼnin Samʼle gerçek anlamda bir araya gelmesinin tek yolu, Samʼin babasından kalma borçlarının kalkması ve eski karısının nafakasını öderken üzerindeki yükünün hafiflemesi gibi görünür.
Aynı gün çalıştığı emlak ofisine gelen zengin bir müşteri, kızının düğünü için hediye edeceği evin 40.000 dolarlık ödemesini, nakit olarak yapınca paranın bir bankanın kiralık kasaya konulması görevi Maryʼe verilir. Zengin müşterinin şu sözleri kritik bir rol oynar: “Ben mutsuzlukla ne yaparım bilir misin? Onu parayla defederim. Sen... Mutsuz musun?ˮ Mary, filmimizin ana temasını oluşturan ahlaki seçimini bu noktada yapmıştır. Nakit paranın bankaya teslim edilmesinden sonra eve gitmek için izin ister. Mary, bu parayı kendi mutsuzluğunu def etmek için kullanmaya çoktan karar vermiştir. Bir turna gibi kendi mutluluğuna göç ederek Samʼin yanına gitme planını yapar. Çantasını hazırladığı esnada annesinin ve babasının yan yana çekilmiş olan fotoğraftaki bakışları Maryʼnin üzerindedir. Bu sahne Maryʼnin etik değerlerinin yıkımını temsil eder. Bavulunu alıp zarfın içine koyduğu 40.000 dolarla evden ayrılır. Fakat talih Maryʼden yana değildir. Bunu anlamak bakmamız gereken sonraki yer ise...
Parçalanmak: Norman Batesʼin zihni
Marie geldiği gece Norman’la yaptığı yemek sohbetinden sonra, fikri değişir ve çaldığı parayı geri verme kararı alır. Sabah yola çıkmak için plan yapar. Marie’nin yola çıkmadan önceki gece duşa girme fikri, sinema tarihinde unutulmaz ve önemli bir yere sahip olan sahnenin doğuşuna sebep olur. Norman, ziyaretçileri dikizlemek için açtığı delikten Marieʼyi izler. Bu kez Normanʼın bu ahlaki seçimi, Marieʼnin sonuna zemin hazırlayacaktır. Norman evine doğru yol alır fakat üst kata, annesinin yanına çıkamaz. Normanʼa göre o, annesine ihanet etmiştir. Nasıl bir suç işlediğini ise annesi Normanʼın gözünden görmüştür.
Anne kişiliği yapı olarak Normanʼın bir başka versiyonudur. Norman için nasıl ki annesiyle arasına kimse giremiyorsa, anne karakteri için de Normanʼla arasına da başka kimse giremez. Anne, Marieʼyi içinde yaşadığı suçluluk duygusundan arındığı sırada, Normanʼın dünyasından koparır. Norman, Marieʼnin odasına koşup cansız bedenini bulduktan sonra, geçirdiği şokun etkisiyle bir kuş resmini yere düşürür. Marie artık gitmiştir.
Bir süre sonra özel bir dedektifin, Bates Motelʼe gelip Marie (Mary) hakkında sorular sormasına karşılık tutarsız yanıtlar veren Normanʼın şüphe çektiğini fark eden annesi, bu kez kendi odasına yaklaşan ve bütün gizemi çözmek üzere olan dedektifi de ortadan kaldırır. Annesine göre Normanʼı ondan ayırmaya kimsenin gücü yetemez. Yaşananların üzerine dedektifi de birilerinin aramaya geleceğini düşünen Norman, annesini bodrum katta bulunan meyve kilerinde saklamaya karar verir.
Psikanaliz ve kültürel çalışmalarıyla ünlü, sosyolog ve filozof Slavoj Žižekʼe göre Bates Motelʼe oldukça yakın olan Batesʼlerin konağı bir tasarım olarak Norman Bates karakterinin zihnini temsil eder. Bodrum, zemin ve birinci kat arasında geçişler yapan Norman için bu aşamalar filmde id (alt benlik), ego (benlik), süper ego (üst benlik) olarak işlenir. Freudʼa göre id ve süper ego birbirine sıkıca bağlıdır. Filmin ilerleyen kısımlarında Normanʼın annesini itirazlarına rağmen birinci kattan, bodrum kata taşıması da sembolik olarak annesinin hüküm sürdüğü süper egodan ide indirmesini işaret eder. Bu esnada anne üst kattayken başta tehditkâr ve hatta bazı söylemlerinde müstehcen davransa da zemin kata doğru yol aldıkça sakinleşir. Zemin katın efendisi ego, yani Normanʼdır.
Filmin çözümlendiği aşamanın ise bodrumda olması ve Normanʼın yatak odasının bir yetişkinden çok, çocuk odasına benzemesiyle bağlantılıdır. Norman, oedipus kompleksinden kopamamış, bu yüzden süper ego gelişimini tamamlayamamış, annesinin baskın etkisi altında kalmış ve kendi benliğini tam olarak inşa edememiştir. Bunun sonucunda babasının ölümünün ardından, annesinin hayatına giren ikinci bir erkeğin varlığını kabullenemediğini, annesini ve sevgilisini kıskançlık sebebiyle öldürdüğünü öğreniriz. Norman, annesini öldürdükten sonra süper ego katına annesini yerleştirmiştir. Filmin son sahnesinde ise tıpkı Robert Louis Stevenson’ın Dr. Jekyll ve Mr. Hyde (Strange Case of Dr Jekyll and Mr Hyde) isimli öyküsünde olduğu gibi süper egonun, yani annesinin Normanʼı tamamen ele geçirdiğini görürüz. Norman artık yoktur. Yerine, iki genç kadını daha öldürdüğünü öğrendiğimiz annesi geçmiştir.
Peki sinema tarihinde böylesine derin izler bırakan, insan ruhunun labirentlerinde kaybolmuş bu unutulmaz karakterin yaratılış öyküsü nasıl başlamıştı? Bize bu sorunun yanıtını sadece bir kişi verebilir: Psycho kitabının yazarı olan Robert Bloch. Robert Blochʼa göre Norman Bates karakterinin inşası için en etkili olan isim, 16 Kasım 1957 yılında yakalanan Amerikalı seri katil ve ceset hırsızlığı suçlarından hüküm giymiş, Plainfield Kasabı veya Plainfield Hortlağı olarak bilinen:
Ed Gein
Wisconsin'in ıssız kırlarında, tecrit edilmiş bir çiftlik evinde yaşayan Ed Gein, komşularının gözünde sadece tuhaf ama kimseye zararı olmayan, yalnız bir adamdı. Ancak bu mütevazı görünüşünün ardında, akıl almaz bir dehşetin karanlık gölgesi gizliydi. En az iki cinayetten sorumlu olduğu kanıtlanan Gein, yerel mezarlıklardan gizlice çıkardığı cesetlerle de evini ürkütücü bir sanat eserine dönüştürmüş; insan derisinden abajurlar, kemiklerden yontulmuş sandalyeler ve kafataslarından şekillendirilmiş kâselerle korku filmlerini aratmayan bir dünya yaratmıştı. Bu kendine has dünyayı anlamak için ise Gein'in annesi Augusta ile kurduğu saplantılı ve hastalıklı ilişkiye yakından bakmak gerekiyor.
Augusta, Ed'in hayatında mutlak bir otorite figürüydü. Dindar ve katı ahlak anlayışına sahip Augusta, oğlunu dış dünyanın "günahkâr" etkilerinden, özellikle de çocuklarına hepsinin şeytanın iş birlikçileri olduğunu öğütlediği kadınlardan titizlikle korumuş, onu adeta bir fanus içinde yaşatmıştı. Ed'in sosyal ilişkileri sınırlıydı, dünya algısı annesinin dogmatik öğretileriyle şekillenmişti. Augusta'nın baskıcı ve kontrolcü kişiliği, Ed'in ruhunda derin yaralar açmış, sağlıklı bir kimlik geliştirmesine engel olmuştu. Annesinin ölümü ise Gein için bir dönüm noktası olmuş, onu gerçeklikle olan son bağlarından da koparmıştı. Augusta'nın kaybıyla birlikte Ed'in zihni karanlığa gömülmüş, annesinin otoriter varlığını kendi içinde yeniden yaratma çabası onu sapkın ve korkunç eylemlere sürüklemişti. Annesinin hayaleti, onun karanlık dünyasında yaşamaya devam ediyor, ona fısıltılarla yol gösteriyordu.
Robert Bloch, Ed Gein'in bu tüyler ürpertici hikâyesinden ilham alarak edebiyatın karanlık dehlizlerine inmeyi seçse de Norman Bates karakterini birebir Gein'in portresi olarak çizmemiştir. Bloch, Gein vakasının dehşetinden yola çıkarak, annesiyle kurduğu hastalıklı bağın esiri olmuş, iç dünyasında amansız bir mücadele veren ve nihayetinde korkunç eylemlere sürüklenen daha karmaşık bir karakter inşa etmiştir. Bloch’un kaleminden çıkan bu derin portre, Hitchcock'un sinemasal dehasıyla buluştuğunda, beyazperdenin en ikonik ve aynı zamanda en rahatsız edici figürlerinden birine dönüşmüştür. Norman Bates'in annesiyle kurduğu sağlıksız ve bağımlı ilişki, Augusta’nın Ed üzerindeki yıkıcı etkisinin bir yansımasıdır.
Norman Bates, salt bir caninin ötesinde, bastırılmış arzu ve dürtülerin, çözülememiş travmaların ve sancılı bir kimlik arayışının vücut bulmuş hâlidir. Annesiyle olan patolojik bağı, onun iç dünyasındaki çatışmaların ve kimlik bölünmesinin temelini oluşturur. Bates Motel ise Norman'ın paramparça olmuş zihninin tekinsiz bir yansıması, karanlık bir metafor olarak sinema perdesinde hayat bulur. Bu mekân, sadece fiziksel bir yapı olmanın ötesinde, anne figürünün gölgesinde yitirilmiş bir benliğin ve ruhsal çöküntünün kapana benzeyen somut bir ifadesidir.
Norman Batesʼin dediği gibi:
-Ne düşünüyorum biliyor musunuz? Bence hepimiz kendimize ait kapanlara kısılıp kalmışız ve hiçbirimiz asla çıkamıyoruz. Debeleniyor, bağırıp çağırıyoruz ama sadece boşluğa ve kendimize... Buna rağmen, bir santim bile kımıldayamıyoruz.
Kaynakça
Thoughts on Thinking. Slavoj Žižek Explains Freudian Theory in Hitchcock's: Psycho (1960) | Psychoanalysis, 2020.
François Truffaut. Une Certaine Tendance du Cinéma Français. Cahiers du Cinéma, 1954.
Jean Douchet. Hitch and his Audience. Cambridge: Harvard University Press, 1985.
Alfred Hitccock. Psycho. Paramount Pictures, 1960-1968. Universal Studios, 1968.
The Discarded Image. Psycho-How Hitchcock Manipulates An Audience, 2016.
Is This Just Fantasy? Understanding Psycho: The Uncanny, 2016.
Slavoj Žižek. In His Bold Gaze My Ruin Is Writ Large. 1992.
François Truffaut. Hitchock/Truffaut. AFA Yayınları, 1987.
Engin Geçtan. Hayat. Metis Yayınları, 2019.
Sigmund Freud. The Uncanny, 1919.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.