Rüştü Şardağ: Zamanı aşan nağmelerin bestekârı
Rüştü Şardağ’ın melodileri, Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan müzik tarihimize uzanan güçlü bir hafızanın sesi oldu. Hem besteleriyle hem güfteleriyle nesilleri etkileyen Şardağ; Türk musikisine eşsiz izler bırakan, şarkıları bugün hâlâ kalplerimizde yaşayan bir ustaydı.
“Bu kadar yürekten çağırma beni, bir gece ansızın gelebilirim… Beni bekliyorsan, uyumamışsan, sevinçten kapında ölebilirim.” Sözleri Ümit Yaşar Oğuzcan’a ait rast makamındaki bu şarkıyı belki onlarca sanatkârdan duymuşuzdur, hatta belki de siyasetçilerden… Zira bu şiiri ve Şardağ’ın akılda kalıcı bestesini dinleyiciler; 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’yla tanımıştı. Aşk şarkısı gibi kulakta tınısa da popülerleşmesi tam anlamıyla siyasi izler taşıyordu. Anlatılanlara göre harekâttan önce Rum radyosu; Türkiye’nin müdahalesini bekleyen Kıbrıslı Türk mücadelecileri kışkırtmak ve ümitsizliğe düşürmek için “Bekledim de gelmedin, hiç mi beni sevmedin…” şarkısını sıkça çalmaktaydı. Kıbrıs Türkleri ise Bayrak Radyosu’ndan “Bu kadar yürekten çağırma beni, bir gece ansızın gelebilirim” şiirinin Rüştü Şardağ tarafından rast makamıyla şarkı formuyla bestelenmiş hâlini yayımlayarak karşılık vermişlerdi. Ses Yaşar Özel’e aitti… Bugün dahi şarkıyı mırıldandığımızda onun sesiyle hatırlarız ilginçtir ki… Müziğin toplumsal hafızadaki, siyasetteki ve ulusal tasavvurdaki yeri; bu noktadan görüldüğü üzere kuşkusuz çok büyük. Elbette bu şarkıların yaratıcıları da öyle… Ümit Yaşar Oğuzcan kadar o şarkıyı ölümsüzleştiren faktör Rüştü Şardağ’ın müzikal nakışlarıydı. Bunu başarmak, yani güfte kadar ezgiyle de eşsiz bir eser yaratmak; nesillere aktarmak, kuvvetli bir tesir inşa etmek ancak ustalık gerektiren bir işti. Ustalıktan da öte aslında; büyük bir aşkla müzik kültürünün içinden yetişmenin getirdiği iş…
O şarkının bu kadar efsaneleşeceğini bilmem, Rüştü Şardağ tahmin etmiş miydi? Ama diğer eserlerine baktığımızda da çağları atlayan; hepimizin ruhuna, zihnine, kalbine işlediği bir melodisi daha olduğunu görürüz. Bazen sadece bestesi, bazen sadece kalemi, bazense her ikisi birden onun dimağından süzülmüş şarkılardır hepsi: Müzeyyen Senar’dan duyup mest olduğumuz bayati makamından “Benzemez kimse sana”, güftesiyle hayat verdiği ve Mediha Demirkıran’dan işittiğimiz nihaventten duyulan “Aşk bu değil yapma güzel”, hüzzam diziyle süsleyip bestelediği ve Zeki Müren’den işitip de özlem içinde yandığımız “Uzun yıllar ötesinden hatırını sorayım mı?”, Safiye Ayla’nın sesinden bambaşka hâle bürünen güftesiyle “Manada güzel, ruhta güzel, tende güzelsin”, Mualla Mukadder’in tatlı nağmeleriyle radyolardan yayılan “Şimdi hatırda mıdır âşık-ı nalan acaba”, Ayla Büyükataman’dan hatırımızda kalan “Unutulmaz adında dudakta kal sevgilim”, İnci Çayırlı’dan dinlerken zamanı dondurmak istediğimiz “Rüya gibi uçan yıllar biraz durun durun biraz”…
İlla evinizden TRT radyosu dinlemenize ya da dönüşünü takip ettiğiniz bir plağa ihtiyacınız yoktur bu şarkıları bilmenize… Belki annenizin diline takılmıştır, belki bir televizyon programında denk gelmişsinizdir, bir eğlence mekânında ya da… Bir film diyaloğunda, bir müzikalde… Haydi bir de nostaljik esintilere vurgun dostunuz varsa muhakkak biraz mırıldanmıştır.
Şarkıların ölümsüz izleri muhakkak karşımıza çıksa da maalesef yaratıcılarından bihaber olabiliyoruz. Dilerseniz birlikte bir bestekâr ve güftekârın müzik dolu hayatına birlikte girelim. Plak koleksiyonunuz yoksa YouTube veya Spotify gibi müzik dinleme uygulamalarınızı hazır edebilirsiniz; bu eşsiz sanatkârı şarkılarıyla yad edebilmemiz için…
İlk şarkı: Behiye Aksoy’un sesinden “Aşk bu değil, yapma güzel”
Şarkılarını dilimizden, kalbimizden düşürmediğimiz Rüştü Şardağ; 1915’te musikinin her yere işlendiği Halep şehrinde açar gözlerini. O zamanlar Halep hâlâ Osmanlı toprağıdır… Dağılmak üzere bir imparatorluğun zengin kültürel kodları bu yüce şehirde atmaktadır. Dönemin Alay Kâtibi Mehmet Atıf Bey ile Melek Hanım’ın özenle büyüttüğü evladı olarak hayata hazırlanır Rüştü Şardağ. Henüz bir yaşındayken ailesi İstanbul’un Beylerbeyi semtine yerleşir; dolayısıyla musikiyle harmanlanan başka bir şehrin kollarında büyür sanatkâr. Nağmelerin gönlünü sarmasında ilk etken de hem bu iki şehrin dokusu hem de babasının musikiye olan tutkusu olur. İlk musiki derslerini babasından alır.
Babasının tedrisatı, yeteneklerine işlerken; öte yandan Lemi Atlı, Tanburi Fuat Bey ve Kemani Ziya Bey gibi dönemin önemli üstatlarından musiki alanında istifade etmeye başlar. Artık adımlarından emin hareket etmesinin zamanı yaklaşır onun için. Her adımda ruhunu, dimağını, kalbini besleyen nice kıymetli isimlerle bir araya gelir. O günleri konuk olduğu TRT'nin “Bizim Sesler Bizim Sazlar” adlı radyo programında şöyle anlatır:
“Üsküdar'da ortaokula gidiyordum. Evimizde musiki meşkleri yapılıyordu. Babam musikinin makam ve usullerini bana öğretmiş; bir kardeşime keman, bir kardeşime ud dersleri aldırmıştı. Kendisi biraz ney üflüyordu. Bu sırada bu bilgilerle ben döşenmiş, cihazlanmış bir halde ortaokula gittiğim yıllardaydı. Üsküdar Musiki Cemiyeti'ne uğruyordum. Zaman zaman oradaki meşkleri izliyordum.”
Bu zengin musiki birlikteliği, elbette ilerleyen dönemlerinde eserlerine feyz ve ilham kaynağı olarak işlenir.
Gençlik çağı müzikle geçerken bir yandan da akademik eğitimine devam eder Şardağ. İlk ve ortaokulu İstanbul’da tamamladıktan sonra Balıkesir Necatibey İlköğretmen Okulu’na gider, ardından da Ankara’ya Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’ne… 1938’de buradan mezun olmasının ardından Orta Doğu Amme Enstitüsü İdarecilik Bilimleri Fakültesi’nde fonetik ve diksiyon ihtisası yapar, o esnada da okullarda edebiyat dersleri vermeye başlar. Musikiyi de asla bırakmaz, formasyonuna musiki dâhil olur her daim. Eğitimi dile ve musikiye de öyle doğrudan etki eder ki eserleri kusursuzca şekillenir… İlk şiir ve öyküleri 1937’de Varlık dergisinde yayımlanır; sonra Seçilmiş Hikâyeler, Yenilik ve Hisar dergilerinde yayınlarını sürdürür… Peki ya ilk besteler?
İkinci şarkı: Mediha Demirkıran’ın nazlı nağmeleriyle “Bahçende safa hükmediyorken solayım”
Güftesi kendisine ait ilk bestesi de o yıllarda ortaya çıkıverir. Bu ilk bestenin hikâyesi, kendi hayatının ritmiyle beraber şöyle aktarılır Şardağ tarafından: “Efendim benim tabi esas yolum bestecilik değildi. Ben bütün dinleyicilerimin de bunu bildiğini tahmin ediyorum. Edebiyat hayatıma günlük gazetelerde Türk edebiyatına dair eleştirel yazılarla başladım. Edebiyat tarihi ve Doğu edebiyatı, İran edebiyatı çevirileri ile kitap yayınını sürdürüyorum. Ancak belediyedeyken bir gün İzmir Radyosu'nu kurmak görevini bana verdiler ve ben bu görevi yaparken bir sene idareten ek müdürlüğünü yaptığım bu çatıda İzmir Radyosu'nda besteleri dinlerken çocukluğumda babamdan aldığım musiki ve makam bilgisi ve bazı mırıldanışların ben de bilinç üstüne doğru çıktığını hissettim ve bir beste yapmayı düşündüm. Korktum o besteyi hemen yayınlamaktan. Bir dostuma açıkladım. Güçlü bir müzisyen dostuma. Onun kanısını, onumunu görünce yayınladım. O beste bütün Türkiye'ye yayıldı. Onu izleyerek bazı besteler de yapmaya başladık. Bizi galiba dinlendiriyor. Biraz da mutlu kılıyor. Onun için arada böyle bestelerimiz oluyor.”
O şarkı rast makamından “Bahçende safa hükmediyorken solayım” adlı şarkıdır. Öyle çok beğenilir ki radyoda duyulduğu andan beri; Mualla Mukadder, Selma Sağbaş, Mediha Demirkıran, Alaattin Yavaşça gibi büyük isimler tarafından sık sık okunur. Ve bestelerin ardı sırası gelir. Kendi de bahsettiği üzere artık TRT İzmir Radyosu’nun kurucularından biridir; o esnada radyonun idaresi elinin altındayken ve yönetiminde yüzlerce eser onlarca güzel sesin içinden ülkeye yayılıyorken kendi şarkıları da bu beğenilen eserlerin başını çeker. 1950’den 1968’e dek süren idarecilik serüveninde ayrıca İzmir Belediyesi’nde yazı işleri müdürlüğü yapmaya devam eder Şardağ. Belediye başkan yardımcılığı ile bir nebze siyasete yaklaşır ama asıl büyük adımı daha sonra, 1983’te İzmir Milletvekilliği ile atacaktır.
Üçüncü şarkı: İnci Çayırlı’nın kudretli tınısından “Rüya gibi uçan yıllar biraz durun durun biraz”
Belediyeden emekli olmasıyla Ege Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Okulu’nda ve Manisa Gençlik ve Spor Akademisi’nde dersler verir… Gazete; zaten hayatının edebiyatla kesişen yerde hep vardır: Ulus, Cumhuriyet, Vatan, Tan ve Güneş… birçok gazetede yazıları yayımlanır. Yazılarının çoğu edebiyatla ilgilidir dolayısıyla. Kendisinin de bahsettiği gibi Doğu, özelde de İran edebiyatına özel bir ilgisi vardır ve bu ilgi ona 1971'de İran'ın Büyük Şükran Madalyası'nı kazandırır. Gerek gazetecilik bölümünde gerekse edebiyat bölümünde birçok öğrenci yetiştirir ömrü boyunca. Ama en önemli katkılarını da musikide yapar; Güneri Tecer, Sezen Aksu, Sevim Tuna ve Gönül Yazar gibi birçok ismin hocası olur.
1983’te İzmir Milletvekili seçilmesinin ardından dahi Kültür ve Turizm Bakanlığı İzmir Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nu kurarak müziğe hizmet etmeye devam eder. Bir müddet burada sanat danışmanlığını sürdürür. Ömrünün son demleridir artık ve o süreç dahi sanatla, edebiyatla, müzikle geçer…
27 Kasım 1994’te hayata gözlerini yumar sanatkâr ama birbirinden değerli eserlerini musikimize miras bırakarak ismini yaşatmaya devam eder. Müzeyyen Senar’ın sesinden son şarkıyı dinleyelim şimdi… Eşsiz şarkılarıyla müzik dünyamıza, kültürümüze sunduğu katkıları ifade eder gibi:
Bestesi ve güftesi kendisine ait bayati şarkıyla “Benzemez kimse sana, tavrına hayran olayım”…

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.