08 Eylül 2025

“The Voice of Hind Rajab”: Sesini duyabildiniz mi?

Hind Rajab'ın son çığlığı: Gazze'deki İsrail işgalinde hayatını kaybeden 5 yaşındaki Hind Rajab'ın trajik hikayesi. Venedik Film Festivali'nde alkışlar arasında gösterilen "The Voice of Hind Rajab" belgeseli, dünyanın gözü önünde yaşanan bu insanlık trajedisini gözler önüne seriyor.

Venedik Film Festivali'nin loş ışıklı, devasa salonunda seyirci, 21 dakika boyunca ayakta, hiç dinmeyen bir alkış tufanı koparıyordu. Perdede gösterilen son kareler kaybolmuş, jenerikler bitmişti ama izleyenlerin gözlerindeki o donuk şok, yüreklerindeki o ağır acı, salonu terk etmeyi reddediyordu. Venedik Film Festivali Jüri Büyük Ödülü’nü alan film için yapıla alkış, filmin teknik başarısı ile birlikte, anlattığı şeyin katlanılmaz ağırlığına, dünyanın bir köşesinde unutulmaya yüz tutmuş bir çığlığa duyulan saygı duruşuydu. Bu, Tunuslu yönetmen Kaouther Ben Hania'nın “The Voice of Hind Rajab” filmiydi. Ve perdede yankılanan, henüz beş yaşında, karla oynamayı, oyuncak bebeklerle konuşmayı seven bir kız çocuğunun, telefonun diğer ucuna sıkışmış, son üç saatlik yaşamının kayıtlarıydı.

O ses, artık bir ses kaydının çok ötesinde; çağımızın en karanlık soykırımlarından birinin, insanlığa dair ne varsa sorgulatan, simgesel bir enkazı. Tıpkı Napalm bombasından kaçan, çıplak bedeniyle dünyanın vicdanını sarsan Kim Phuc gibi; Suriyeli savaş muhabiri Zeina Erhaim'ın “Suriye'de savaş çocuk olmaya zaman tanımıyor” sözleri gibi; ya da Akdeniz'in soğuk sularına gömülen küçük Alan Kurdi’nin kıyıya vuran cansız bedeni gibi... Hind Rajab da bir çocuğun masumiyetiyle, bir savaş makinesinin acımasız çelik soğukluğu arasındaki o uçurumu, tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi.

“Bize ateş ediyorlar. Tank tam yanımızda. Arabanın içindeyiz, tank tam yanımızda!”

Hikâye, Gazze Şeridi’nin bombalarla paramparça olmuş sokaklarında, 29 Ocak 2024’te başlıyor. İsrail işgali altındaki Gazze Şehri'nden kaçmaya çalışan bir aile: Hind, amcası, halası ve üç kuzeni. Yolculukları, siyah bir Kia'nın içinde, bilinmeyen bir güvenli limana doğru umutla ilerlerken, bir anda bir tank mermisinin hedefi haline geliveriyor. Ani, sert ve acımasız bir darbe. Sessizlik. Sonra çığlıklar. Araç, bir mezar, bir sığınak ve bir mahşer yerine dönüşüyor aynı anda. Yetişkinlerden geriye kalan, sessizliktir. Hayatta kalan iki çocuk: 15 yaşındaki Layan Hamadeh ve yaralı, korku içindeki küçük Hind.

İşte o anda, modern zamanların en dehşet verici 'canlı yayını' başlıyor. Layan, titreyen parmaklarıyla Filistin Kızılayı'nı (PRCS) arar. Sesinde ölümün soğuk nefesi, gözyaşlarına karışır: "Bize ateş ediyorlar. Tank tam yanımızda. Arabanın içindeyiz, tank tam yanımızda!" Operatörün sakinleştirmeye çalışan sesi, bir anlığına orada, o an, bir insanlık köprüsü kurmaya çalışır. Sonra, makinalı tüfek sesleri. Layan'ın son çığlığı, telefonun diğer ucunda keskin bir sessizliğe gömülür. Bu, bir kız kardeşin, bir kuzenin, bir çocuğun son sözleridir. Ve dünya, o ses kaydını dinlerken, bu sessizliğin anlamını düşünmek zorunda kalır.

Ardından, bir mucize ya da belki daha büyük bir işkence: Telefon yeniden çalar. Açan, sırtından, elinden ve ayağından yaralı, beş yaşındaki Hind'dir. "Arabanın içinde herkes öldü," diye fısıldar küçük, korku dolu sesiyle. Ve sonra, üç saati aşkın bir süre boyunca, dünyanın en uzun telefon görüşmesi başlar. Bu görüşme, savaş muhabirlerinin, tarihçilerin asla anlatamayacağı bir içerikle doludur. Bir çocuğun saf korkusunun, "Lütfen gel. Beni al. Gelir misin lütfen?" diye yakarışının, etrafındaki ölüm sessizliğinin ve uzaktaki bir operatörün çaresizce onu hayatta tutmaya çalışan yumuşak sesinin diyalogudur. Bu, adeta Samuel Beckett'in "Godot'yu Beklerken" eserinin, modern bir trajedideki en acımasız uyarlamasıdır. Hind, Godot'yu değil, bir ambulansı beklemektedir. Ve Godot hiç gelmeyecektir.

Bu sırada, insanlığın diğer tarafında, Kızılay operatörleri çılgınca bir koşturmacanın içindedir. İsrail ordusuyla güvenli geçiş için saatlerce görüşürler. Sonunda, bir rota onaylanır. İki paramedik, Yusuf al-Zeino ve Ahmed al-Madhoun, o küçük sesi kurtarmak için karanlık, enkaz yığını sokaklara dalarlar. Onlar, bu karanlık hikayedeki insanlığın, fedakarlığın ve umudun son temsilcileridir. Ambulans, Hind'in bulunduğu bölgeye yaklaşırken, operatörle son temaslarında, İsrail askerlerinin hedef gösterici lazerlerine maruz kaldıklarını söylerler. Sonra... sonra bir patlama. Ve sessizlik. Bu sessizlik, 12 gün boyunca sürecek bir belirsizliğin başlangıcıdır.

“Kızımı unutmayın!”

Dünya, o küçük kızın ve onu kurtarmaya giden kahramanların akıbetini sorgular. Annesi, uluslararası topluma yalvarır: “Kızımı unutmayın!” Medya, İsrail ordusuna sorar. Aldığı yanıt, "Olaydan haberdar değiliz" ve sonrasında "Araştırıyoruz" dur. Ta ki 10 Şubat'ta, İsrail birlikleri çekildiğinde, aile geri dönene kadar. Buldukları manzara, bir kabustur: Paramparça olmuş araba, içinde Hind, Layan ve ailenin diğer fertleri. Birkaç metre ötede, tamamen tahrip olmuş ambulans ve içinde iki paramedik. Tank mermisiyle açılmış bir delik, kurşunlarla delik deşik olmuş kapılar... Bu, bir kurtarma operasyonu değil, bir mezar bulma operasyonudur.

Peki ya sonrası? Sonrası, inkâr, soruşturma ve nihayetinde bir hesap sorma mücadelesidir. İsrail'in "orada askerimiz yoktu" açıklamasına karşı, The Washington Post, Sky News ve Forensic Architecture'in uydu görüntüleri, ses analizleri ve balistik incelemeleriyle yaptığı araştırmalar, gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koyar: O bölgede en az 15 İsrail zırhlı aracı vardır. Bir tank, içinde çocukların olduğu arabaya 335 mermi ateşlemiştir. Bir başka tank, ambulansı vurmuştur. Bu, bir “çatışma” değil, bir”"infazdır”.

Batı medyasının “Hind ölü bulundu” gibi faili gizleyen diline karşı, dünya çapında bir öfke dalgası yükselir. Columbia Üniversitesi'ndeki öğrenci protestocuları, işgal ettikleri binanın adını “Hind'in Salonu” (Hind's Hall) olarak değiştirir. Macklemore, onun adına bir protesto şarkısı yapar. Onun adına kurulan vakıflar, uluslararası mahkemelerde adalet arayışını sürdürür.

Venedik'te 21 dakika süren o alkış, işte bu yüzdendi. Sadece iyi bir filmi değil, unutulmaya karşı verilen bir savaşı, duyulmayan bir çığlığı duyurmak için verilen bir mücadeleyi alkışlıyordu seyirci. Hind Rajab'ın sesi, o son üç saatlik kayıt, artık sadece bir telefon görüşmesi değil. İnsanlığa sorulmuş bir sualin, vicdanlara atılmış bir çapanın, unutmamak ve unutturmamak için bir yeminin ta kendisi.

Onun sesini duyabildiniz mi? “Beni alır mısınız?” diyen o küçük, titrek sesi... Duymak yetmez. Cevap vermek gerekir. Cevap, adalet için direnmek, unutmamak ve o sesi her yerde, her koşulda duyurmaya çalışmaktır. Hind'in sesi, Gazze'nin enkazları arasından yükselerek, hepimize bu soruyu sormaya devam edecek.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...