09 Ekim 2025

Kutbü’n-nâyî: Niyazi Sayın

Nefesini sanatla, ahlakla ve irfanla yoğuran büyük neyzen Niyazi Sayın; neyin sesinde insanın iç yolculuğunu, ayrılıktan vuslata uzanan bir arayışı dile getirdi. Onun nefesi, sadece bir müzik değil, gönüllere işleyen bir dua, çağlar ötesine süzülen bir sırdı.

Bişnev in ney çün şikâyet miküned

Ez cüdatiha hikâyet miküned

Bir ayrılık hikâyesi anlatır ney; özlemi, Elest Bezmi’nden uzak kalmanın hüznünü söyler bize. Mevlana da Mesnevi’sine bu beyitle başlar. “Dinle” der; “Şu neyin nasıl şikâyet etmekte olduğunu dinle. Onun nevâsı ayrılık hikâyesidir.” Neyin ruhumda çağırdığı ses, bu özlem yakarışıydı benim de. Bu sesi ardı sıra takip edip de ders almaya başladığımda hocamın ısrarla dinlememi söylediği Niyazi Sayın’ın icraları olmuştu; zira müzik ancak fem-i muhsinden öğrenilirdi. İlk hocam bu sebeple Niyazi Sayın’dı, kayıtlarını dinlediğim, neyin anlattıklarına kulak verdiğim ses onun nefesinden dökülen notalardı.

Türk musikisinin ulu çınarı Niyazi Sayın, yalnızca ney sazının teknik sınırlarını genişleten bir virtüöz değil, aynı zamanda sanatını "iyi ahlakın bir neticesi" olarak gören bilge bir filozoftu. Onun hayatı ve sanatı, birbirinden beslenen disiplinlerin, derin bir manevi arayışın ve köklü bir geleneğin modern dünyadaki en rafine yansımasıydı. Sayın'ı anlamak, sadece bir müzisyeni değil, sanat yoluyla kâmil insana ulaşma idealini benimsemiş bir "hâkîm"i anlamaktır. Bu nedenle onun portresi, notaların ve tekniklerin ötesinde, bir hayat felsefesinin dökümüydü.

12 Şubat 1927'de Üsküdar'da başlayan hayat yolculuğu, onun sanat anlayışını şekillendiren kültürel ve manevi bir iklimde geçti. Müzikle olan ilk bağının kurulmasında ise babasının etkisi büyüktü; çocukluk ve gençlik çağlarında babasının gramofonundan dinlediği Tanburi Cemil Bey plakları, kalbine ve zihnine müziği aşkla işlemiş, ilerleyen yıllarda hayatını çevreleyecek bir dünyanın içine atmıştı. İlk ve ortaokulu Paşakapı’da, liseyi de Haydarpaşa ve Beyoğlu’nda okurken; bu etki kendini ağız ve el armonikası çalmasıyla kendini gösterdi.

Bu ilhamla çıktığı bu yolda ise asıl dönüm noktası, 1947'de tanıştığı ebruzen, mücellit ve manevi rehber Mustafa Düzgünman oldu. Düzgünman'ın tekkesi, Sayın için hem dinî eserleri meşk ettiği bir sanat atölyesi hem de bir irfan mektebiydi. Burada ebru, fotoğrafçılık, tespihçilik, sedef kakmacılığı gibi sayısız zanaatın inceliklerini öğrenirken, aslında sanatlar arasındaki gizli bağı ve hepsinin temelindeki ortak ruhu keşfediyordu.

Niyazi Sayın için bu farklı uğraşlar birer hobi değildi, neyine üfleyeceği nefesin beslendiği kaynaklardı. Kendisinin de ifade ettiği gibi, "Tek taraflı sadece neyi elinize alıp çalarsanız hiçbir şey yapamazsınız." Bir gülün estetiğini, bir ebrunun ahengini, bir tespihin sabrını içselleştirmemiş birinin neyinden çıkacak sesin eksik kalacağına inanırdı. Bu çok yönlülük, onun icrasına yansıyan derinliğin, zenginliğin ve entelektüel birikimin temelini oluşturdu.

Bir ekolün doğuşu: Nefesin teknikle bütünleşmesi

İlk sazı, Beyazıt Çadırcılar’daki Osman Dede’den 10 liraya aldığı neydi. O neyle Gavsî Baykara’dan henüz iki ders almıştı ki henüz yolun başındayken ondaki cevheri keşfeden Hattat Necmeddin Okyay tarafından doğruca Neyzen Halil Dikmen’e götürülmüştü. Dolayısıyla ney ile ilk teması Gavsî Baykara ile olsa da sanatını yoğurduğu asıl usta, 15 yıl boyunca rahle-i tedrisinde bulunduğu Neyzen Halil Dikmen oldu. Halil Dikmen, Galata Mevlevihanesi’nin son neyzenbaşısı Emin Dede’nin öğrencisiydi. Emin Dede ise Aziz Dede, Hüseyin Fahrettin Dede ve Hakkı Dede gibi büyük neyzenlerin tedrisatından geçmiş klasik üslubun önemli temsilcilerindendi. Böylelikle Niyazi Sayın, klasik üslubun önemli meşk halkalarından birine dâhil olmuştu artık.

İstanbul Belediye Konservatuarı’ndaki eğitimi ve hocasından aldığı geleneksel üslubu kendi dehasıyla birleştirerek bu süreçte ney tarihinde bir devrim yarattı. Öyle ki onun icrası, ney tarihinde bir “milat” olarak kabul edilir. Bu devrimin temelinde, kusursuz bir nefes kontrolüyle elde ettiği pürüzsüz ve akıcı nota geçişleri (legato), notalara kattığı anlamsal derinlik ve Türk musikisinde daha önce duyulmamış bir ses temizliği yatıyordu. Kullandığı glissando (kaydırma) ve staccato (kesik çalma) gibi teknikler, sazına âdeta insan sesinin ifade kabiliyetini kazandırdı.

Bu arayış sadece icrayla sınırlı kalmadı. Neyin yapısal özelliklerini de yeniden ele alarak, akort ve entonasyon sorunlarını gidermek üzere sazın açkısına "kaydırma sistemi" gibi yenilikler getirdi. Bu sayede, icrası neredeyse imkânsız görülen makamların ney ile kusursuz bir şekilde seslendirilmesinin önünü açtı. Onun yaptığı bu teknik atılımlar, salt birer mühendislik çabası değil, aradığı o ilahi ahengi ve mükemmel sesi bulma arzusunun bir sonucuydu. İşte bu felsefi ve teknik bütünlük, "Niyazi Sayın ekolü" olarak anılan ve kendisinden sonraki tüm neyzenleri etkileyen tavrın doğuşunu sağladı.

Kamusal bir miras: Radyo, konservatuvar ve kayıtlar

Niyazi Sayın'ın bu derinlikli sanat anlayışı, 1954'te Dr. Nevzat Atlığ'ın davetiyle katıldığı ve yaklaşık otuz yıl hizmet ettiği İstanbul Radyosu aracılığıyla tüm Türkiye'ye yayıldı. Mesut Cemil gibi bir devle çalıştığı yıllar, onun sanatının olgunlaştığı ve geniş kitlelerce tanındığı bir dönem oldu. Radyo, onun tavrının ulusal bir standart hâline geldiği bir mecraydı; gerek neyinden süzülen taksimleriyle gerek kadim saz eserleriyle gerekse de eşlik ettiği şarkılarla…

1956-1969 yılları arasında İstanbul Belediye Konservatuvarı İcra Heyeti'nde yer aldı ve bu dönemde Münir Nurettin Selçuk gibi büyük bir ismin konserlerine neyzen olarak eşlik etti. 1976'da kurulan İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı'ndaki (Nefesli Sazlar Anabilim Başkanı olarak sürdürdüğü) hocalık görevi ise bu birikimi akademik bir disiplinle gelecek nesillere aktarma misyonunun bir parçasıydı. Bu misyon sadece Türkiye’yle de sınırlı kalmamıştı, 1980’de Amerika Birleşik Devletleri’nin Seatle Üniversitesi’nde de Türk musikisinin ruhunu coğrafyaların ötesine taşımıştı. Yetiştirdiği sayısız öğrenci de bu ruhun zarifliğini özenle taşıyarak, Sayın’ın ekolünü devam ettiren halkanın parçaları oldu…

Ayrıca Niyazi Sayın, Tanburi Necdet Yaşar gibi bir başka dev isimle birlikte Amerika, İngiltere, Fransa ve Almanya başta olmak üzere dünyanın en prestijli salonlarında birçok konser vermişti. Bu konserler, bu topraklara ait kadim bir estetiğin evrensel düzeyde nasıl bir hayranlık uyandırabileceğinin kanıtları olarak müzik dünyasının hafızasında hâlâ yer alıyor. Müzikal belleğe armağan ettiği “Sada” (2001), Necdet Yaşar ile ortak çalışması olan “Türk Müziği Ustaları” (2006) ve Kültür Bakanlığı’nca yayımlanan “Kutbü’n-Nâyî” (2009) gibi az sayıda fakat referans niteliğindeki kayıtları ise onun eşsiz nefesinin ve sanat anlayışının ölümsüz belgeleriydi.

Az sayıda bestesi vardı. Ama taksimlerindeki kompozisyonlarla erişilmesi zor icralar yaratıyordu. Bu icralar, zira adıyla anılan bir ekolle kuşaklar boyu yayılacak bir mirası doğurmuştu. Onun bu mirası, elbette icrasından, teknik açılımlarından ibaret de değildi; bünyesinde taşıdığı sanatın estetiği ve kültürel birikimi de bu mirasın derinliklerindeydi… Önce 24 Ekim 2017’de Necdet Yaşar’ı kaybettik, ardından İhsan Özgen’i 7 Ocak 2021’de… Dün, yani 8 Ekim 2025 günü ise Niyazi Sayın’ı… Belki de dün, o özlemle anılan Elest Bezmi’ne dönüş anıydı; neyin hüzünle dile getirdiği ayrılığın vuslata kavuştuğu vakit…

Biz şimdi, onun bıraktığı nefesin yankısında yaşıyoruz. Her nefeste, her notada, o yüce sükûnun izini sürüyor; sesiyle öğrettiği o incelikli dünyanın kapısını aralık tutuyoruz. Çünkü o artık yalnız bir neyzen değil; nefesiyle kalplerde yankılanan bir dua, çağlar ötesine süzülen bir sada.

Kaynaklar

Ahmet Şahin Ak. Türk Musikisi Tarihi. Akçağ Yayınları: 2018.

Mehmet Güntekin. İstanbul’un 100 Musikişinası. İBB Kültür A.Ş. Yayınları: 2010.

Mehmet Nazmi Özalp. Türk Musikisi Tarihi. TRT: 1986.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...