22 Ekim 2025

Enfes bir Akşam: Gerçek hayatın neresindesiniz?

Netflix'in “Enfes bir Akşam” dizisi, Türkiye'nin sosyolojik gerçeklerinden tamamen kopuk bir evren sunuyor. Lüks mekânlar ve ekonomik kaygısız karakterlerle ördüğü bu yapay dünya, gündelik hayat mücadelelerinden o kadar uzak ki izleyiciyle bağ kuramıyor.

Boğaz’ın lacivert sularına yansıyan lüks yalılar, minimalist tasarım harikası daireler, her biri dergi kapaklarından fırlamış gibi duran karakterler ve hepsinin derdi; varoluşsal sancılar, geçmişin travmatik gölgeleri ve aşkın karmaşık labirentleri... Hoş geldiniz “Enfes bir Akşam”ın parıltılı dünyasına. Bu dünya, görsel bir şölen vaat ediyor ancak Türkiye gerçeğine dair söyleyecek sözü neredeyse yok. Bu dizi, bir yapımdan ziyade küresel bir devin yerel kültürü “paketleme” ve “satma” biçiminin neden olduğu bir temsil krizinin simgesi.

Seyirci ekrana kilitlendiğinde ne görüyor? Ekonomik kaygılardan, gündelik hayatın sıradan ama yakıcı gerçeklerinden tamamen azade, sosyolojik bağlamı silinmiş karakterler. Kahramanımız, bir sanatçı ya da üst düzey bir CEO olabilir. Günü, İstanbul’un en prestijli mekânlarında, maddi hiçbir sıkıntı hissetmeden, kendi içsel buhranlarını çözmekle geçer. Kira, fatura, işsizlik, toplu taşıma kalabalığı, gelecek kaygısı gibi Türkiye’de ortalama bir bireyin hayatını şekillendiren unsurlar, bu dünyaya girmeye fazla “sıradan” ve “itibarsız” görünüyor.

Sosyo-ekonomik sterilizasyon

“Enfes bir Akşam”ın karakterleri, adeta birer sosyo-ekonomik vakum içinde yaşıyor. Onların krizi; midelerini değil, ruhlarını acıtıyor. Bu, elbette ki meşru bir dramatik tercih. Ancak sorun, bu tercihin Netflix Türkiye kataloğunda neredeyse bir kural hâline gelmesi ve Türkiye’nin sosyal dokusuna dair hiçbir iz taşımaması. Buradaki “kopukluk”, karakterlerin zengin olmasından değil, zenginliklerinin ve kaygısız yaşamlarının, onları her türlü toplumsal gerçeklikten yalıtılmış, havada asılı bir konuma getirmesinden kaynaklanıyor.

Diyaloglar, sanki gerçek hayatta hiç konuşulmayacak kadar edebî ve felsefi. Karakterler, bir kahve içerken dahi derin varoluşsal sorgulamalara giriyor. Oysa Türkiye’de gündelik sohbetlerin merkezinde, hayat pahalılığı, siyasi gerginlikler, iş stresi gibi son derece somut ve maddi kaygılar vardır. Dizinin dilinin bu gerçeklikten bu denli uzak olması, yerel izleyici ile ekran arasına görünmez bir duvar örer. İzleyici, “Bu insanlar benim ülkemde mi yaşıyor?” sorusunu sormaktan kendini alamıyor.

Mekânın idealleştirilmesi ve sosyo-coğrafi homojenlik

“Enfes bir Akşam”, İstanbul’u anlatıyor. Ama hangi İstanbul’u? İstanbul’un sadece %1’inin deneyimleyebildiği, lüksle bezenmiş, estetik kaygılarla düzenlenmiş bir İstanbul’u. Anadolu’nun kasabaları, İstanbul’un varoşları, emekçi semtleri, sıradan insanların yaşadığı apartman daireleri bu evrende yok. Mekân seçimi, bir arka plan olmaktan çıkıp, küresel izleyiciye “satılabilir” bir Türkiye imajı yaratma çabasının bir parçası elbette.

Bu, “küreselleşme” (glocalization) stratejisinin tipik bir sonucu. Netflix, küresel bir marka olarak, yerel kültürü olduğu gibi sunmuyor; onu, küresel pazarda rahatça tüketilebilecek, estetik açıdan çekici, politik olarak risksiz bir “meta” hâline getiriyor. Boğaz manzarası, tarihî yarımada, lüks mekânlar… Bunlar, Türkiye’nin “marka değeri” yüksek, güvenli ve ticari açıdan cazip unsurları. Sonuçta, Türkiye’nin inanılmaz sosyo-kültürel çeşitliliği, tek tip, homojen ve erişilmez bir İstanbul fantezisine indirgeniyor.

Otantiklik mi, küresel çekicilik mi?

Netflix’in resmi söylemi, yerel içeriklerin “otantik” olması gerektiği yönünde. Netflix yetkilileri, bir dizinin öncelikle kendi ülkesindeki izleyici tarafından sevilmesi gerektiğini ifade ediyorlar. Ancak aynı zamanda, bu içeriklerin Amerikalı ve diğer uluslararası izleyicilere de hitap etmesi bekleniyor. İşte tam da bu noktada “otantiklik çifte bağı” ortaya çıkar.

Yerel olarak “otantik” olmak, Türkiye’nin ekonomik eşitsizliklerini, sınıfsal çatışmalarını, sosyal hareketliliklerini, kısacası hayatın çetin gerçeklerini yansıtmayı gerektirir. Ancak bu unsurlar, küresel bir platform için risk olarak algılanabilir. Politik olarak nötr, herkese hitap edebilecek, “evrensel” temalar (aşk, ihanet, kişisel gelişim) daha güvenli bir yatırımdır. “Enfes bir Akşam” da bu güvenli alanda dolaşmayı tercih eder. Karakterlerin lüks içindeki varoluşsal bunalımları, bir New Yorkluya, Londralıya veya Seullüye de hiçbir kültürel bariyer olmaksızın aktarılabilir.

Bu durum, “transkreasyon” sürecinin çarpık bir şekilde işlemesine neden olur. Transkreasyon, bir içeriğin hedef kitle için yeniden tasarlanmasıdır. Ancak bu yeniden tasarım, sosyolojik derinlikten ödün verip, sadece görsel ve tematik bir uyarlamaya dönüştüğünde, ortaya “aspirasyonel bir gerçeklik” çıkar. Yani diziler, izleyicinin içinde yaşadığı gerçekliği değil, ulaşmak istediği idealize edilmiş hayali yansıtır. Bu, bir kaçış sunar ama aynı zamanda izleyiciyi kendi gerçekliğinden kopararak bir yabancılaşmaya sürükler.

 “Enfes” ama sahte bir akşam

“Enfes bir Akşam”, teknik olarak kaliteli, oyunculukları güçlü ve görsel olarak etkileyici bir yapım olabilir. Ancak Türkiye’nin sosyal dokusuna dair söylediği hiçbir şey yok. Bu dizi ve benzerleri, küresel sermayenin yerel kültürü nasıl metalaştırdığının, onu gerçek katmanlarından sıyırıp, pazarlanabilir, steril bir pakete dönüştürdüğünün çarpıcı bir kanıtı.

Yerel izleyicinin “gerçek hayattan kopuk” eleştirisi, boş bir söylem değil, derin bir yabancılaşmanın ve temsil krizinin dışavurumudur. İzleyici, ekranda kendi hayatının, mücadelesinin, kaygısının ve sevincinin yansımasını görmek ister. Ona, ulaşılması imkânsız bir lüks ve stilize bir buhran sunmak, bir süre sonra inandırıcılığını yitirir.

Netflix Türkiye’nin sürdürülebilir başarısı, Boğaz’ın parıltılı sularında lüks yalılar aramaktan değil, Anadolu’nun geniş coğrafyasında, sıradan insanların sıra dışı hikayelerinde, toplumsal gerçekliğin çetin ama bir o kadar da zengin topraklarında gizli. “Enfes bir Akşam”ın sunduğu, gerçeklikten uzak, “enfes” ama son derece sahte bir akşam. Ve Türk izleyicisi, bu sahteliği giderek daha yüksek sesle ifşa ediyor. Gerçek sanat, yüzleşmekten kaçınmaz; kaçışı değil, içine dalmayı sever. Netflix’in Türkiye’deki macerasının gerçek anlamda “otantik” olabilmesi için, bu cesareti göstermesi gerekiyor.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...