Türkiye’de darbe girişimleri
Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihinde çok sayıda darbe ve darbe girişimiyle demokrasisi tehdit altına girdi. Darbeler kadar darbe girişimleri de siyasi istikrara derin izler bıraktı. 27 Mayıs 1960 Darbesi’nden sonra 21 Ekim 1961 Protokolü de bu derin izlerden ilkiydi: Eski Başbakan Adnan Menderes’in idamından üç hafta sonraydı. 15 Ekim 1961’de Demokrat Parti’nin oy tabanının “mirasçısı” Adalet Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ve Yeni Türkiye Partisi oyların %62’sini alarak 277 milletvekili çıkartmış; buna karşılık Cumhuriyet Halk Partisi 173 milletvekili çıkartmıştı. Bu durum, “Menderes’in zaferi” olarak nitelendirildiği için orduyu rahatsız etmişti. Bu sebeple Silahlı Kuvvetler Birliği, seçimlerin millî iradeyi tam olarak yansıtmadığını ve yeni bir darbenin gerektiğini savunarak 21 Ekim 1961’de Millî Birlik Komitesi’nin İstanbul kanadına bağlı 10 general ve 18 albay toplanmış, en geç 25 Ekim 1961’e kadar yönetime el koyacaklarını kararlaştıran “21 Ekim Protokolü”nü imzalamıştı. Peki o günün siyasi konjonktürü, Tercüman gazetesinde nasıl kamuoyuna aktarılmıştı? Tercüman’ın 21 Ekim 1961 tarihli yayının manşetine “Türkiye’de ilk hükûmet buhranı başlamak üzere: AP millî koalisyona girmiyor, CHP kendileri dışında yapılacak bir koalisyonu da destekleyecek” haberiyle açmıştı: “Adalet Partisi Genel merkezinin bugün yaptığı açıklamadan sonra dört partinin millî bir komisyon hükûmeti teşkil etmesi fikri suya düşmüştür. Bütün partiler, millî koalisyon fikri üzerinde birleşmek temayülü gösterdiği hâlde bu fikri açıkça reddeden ilk parti AP olmuştur. AP’nin CHP’nin iştiraki bulunacak bir koalisyona kati şekilde katılmama kararı alması, memleketi ciddi bir siyasi buhranın içine sokmaktadır. AP Genel Merkezi bu kararı ile 24 Ekim’de yapılacak olan grup toplantısını da bağlamak istemektedir. Bugün koalisyon hükûmeti teşkili konusunda partiler arasında önemli bir temas olmamıştır. CHP Meclisi ile CKMP ve YTP Genel İdare kurulları yarın (bugün) toplanarak seçim sonrası meselelerini müzakere edecek koalisyon konusunda da çıkar yol arayacaktır. Yine bu toplantılarda partiler grup meseleleri tespit edecekler ve Cumhurbaşkanlığı adayı üzerinde duracaklardır. Mevcut havaya göre CHP, CKMP ve YTP dört partinin iştirak edeceği millî bir koalisyon hükûmetine taraftardır. CKMP ile YTP, CHP dışındaki bir koalisyonun nasıl teşkil edilebileceği hususunda henüz karar vermemişlerdir. AP’nin dörtlü millî koalisyona karşı cephe alması CHP ve CKMP’yi ciddi meseleler karşısında bırakmıştır. AP Merkez İdare Kurulu, bugün saat 11.00’de başlayan bir toplantı yapmıştır. Bu toplantıda Cumhurbaşkanlığı adaylığı meselesi ele alınmış, daha sonra da koalisyon teşkili üzerinde durulmuştur. Müzakerelere devam ederken AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala ile Devlet Bakanı Sıtkı Ulay, sık sık telefonla görüşmüşlerdir. Gümüşpala bu görüşmelerde toplantının hayasını Ulay’a nakletmiştir. Toplantı sonunda yayımlanan tebliğde tarafız bir seçim yapan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne teşekkür edilmiş ve partinin koalisyon hususundaki görüşü şu şekilde ifade olunmuştur: ‘Merkez İdare Heyetimiz, CHP ile dörtlü bir koalisyon mevzuundaki görüş ve kararını ayrıca Cumhurbaşkanlığı adaylığı hakkındaki mütalaasını 24 Ekim 1961 Salı günü saat 14’te yeni Büyük Millet Meclisi’nde yapılacak grup toplantısında müzakere edecek ve karara varacaktır.’ Tebliğin mutlak ifadesi karşısında bilgisine başvurduğumuz AP Genel İdare Kurulu üyesi ve Samsun Milletvekili Kâmuran Evliyaoğlu, AP’nin, CHP’nin dâhil olduğu dörtlü bir koalisyona girmeyeceğini söylemiştir. Bu şekilde tebliği açıklayan Evliyaoğlu, dörtlü koalisyona sadece CHP dâhil olacağı için girmeyeceklerini ifade etmiştir.”
Protokolün varlığı kendini günler sonra gösterecekti, yani toplantılardan sonra… Tartışmalar devam etti fakat SKB’nin onursal başkanı durumunda bulunan Cevdet Sunay’ın müdahalesiyle protokoller askıya alındı, siyasi partiler sonunda uzlaşma yolunu tercih etti. 24 Ekim’de Çankaya’da AP’den Ragıp Gümüşpala, YTP’den Ekrem Alican, CHP’den İsmet İnönü, CKMP’den Osman Bölükbaşı; Cevdet Sunay, Cemal Gürsel ve generallerin önünde Yassıada mahkûmlarına af çıkarılmayacağına, Emekli İnkılap Subaylar Derneği’ne bağlı subayların orduya geri alınmayacağına ve Cemal Gürsel’in cumhurbaşkanı seçilmesi için çalışacaklarına dair protokolü imzaladılar. Böylelikle 25 Ekim 1961’de askerî rejim sona ermiş oldu. 25 Ekim 1961’de Tercüman bu olayı nasıl manşetine taşıdı, gelin o güne dönelim. 25 Ekim günü manşette “3 Kuvvet Komutanı liderlerle görüştükten sonra partiler ordu ile anlaştı, Yassıada mahkûmları için bir ‘af’ düşünülmeyecek, siyasi partiler cumhurbaşkanlığına aday göstermeyeceklerini kabul etti” bizi cümlesi karşıladı önce: “Ordu mensupları hakkında inkılap hükûmetlerinin ve inkılap idaresinin çıkardığı kanunlar ve aldığı kararlar tadil olunmayacak.” Haberin detayları şöyle: “Dört parti lideri ile Genelkurmay Başkanı, Kuvvetler Kumandanları, Kuvvet Kumandanlıklarının Kurmay Başkanları bugün saat 9’dan sonra Çankaya Cumhurbaşkanlığı köşkünde Başkan Gürsel’in riyasetinde toplanmışlardır. Bu toplantıda siyasi partilerin liderleri ile ordu temsilcileri arasında tam bir mutabakata varılmıştır. Bu mutabakatın esası ihtilalin tabii neticesi olan mevzuatla siyasi partilerin herhangi bir değişiklik talebinde bulunmamasıdır. Bunun yanında yarın başlayacak olan B. M. Meclisi faaliyetinin tamamen demokratik esaslara ve meri bulunan yeni Anayasa’nın prensiplerine uygun şekilde yürütülmesi hususu da tabii bir durum olarak mütalaa edilmiştir. Ordu ile siyasi parti liderlerinin vardığı mutabakata göre Yassıada mahkûmları için bir af düşünülmeyecektir. Ordu mensupları hakkında inkılap hükümlerinin ve inkılap idaresinin çıkardığı kanınlar ve aldığı kararlar tadil olunmayacaktır. Cumhurbaşkanlığı seçiminde siyasi partiler aday göstermeyecektir. Bu hususlarda ordunun ileri sürdüğü istekler parti liderleri tarafından yerinde görülmüştür. Ordu ile siyasi partiler arasında varılan mutabakatta partilerin Cumhurbaşkanlığına aday göstermeme kararı alması Cemal Gürsel’in şansını artırmaktadır. Şimdilik Gürsel’e karşı çıkan tek aday Samsun Senatörü Ali Fuat Başgil’dir. Başgil de partisi tarafından aday gösterilmeyecektir. Prof. Israr ettiği takdirde kendisi sadece Samsun milletvekilleri ile senatörleri tarafından aday gösterilecektir. Meclis içinde partiler Cumhurbaşkanı oylamasında ve hükûmetin teşkili işinde yeni Anayasa’nın çerçevesi içinde tamamen serbest hareket edeceklerdir. Çankaya toplantısında Başbakan’ın tayini ve hükûmetin teşkili meseleleri bahis konusu edilmemiş, bu hususta da karar alınmamıştır. Dün gece yarısına doğru başlayıp sabaha karşı biten toplantıdan sonra Devlet Başkanı Cemal Gürsel saat 09.45’te siyasi parti liderleri ile Genelkurmay Başkanı, Kuvvetler Kumandanları ve Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanlarını tekrar bir toplantıya çağırmışlardır. Toplantıya önce CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, onu takiben de AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala, CKMP Genel Başkanı Osman Bölükbaşı ve YTP Genel Başkanı Ekrem Alican gelmişlerdir. Saat 09.45’e doğru Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, Kara Kuvvetleri Kumandanı Orgeneral Muhittin Onur, Hava Kuvvetleri Kumandanı Korgeneral İrfan Tansel, Deniz Kuvvetleri Kumandanı Koramiral Necdet Uran, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerinin Kurmay Başkanları Anara Örfi İdare Kumandanı Korgeneral Ali Keskiner peş peşe otomobillere uzun bir konvoy hâlinde Atatürk Bulvarı’nı ağır ağır kat ederek Çankaya köşküne gelmişlerdir. Konuşmalar aralıksız saat 12.38’e kadar devam etmiştir. Gazeteciler köşke sokulmamışlar ve bahçenin giriş kapısında toplantının bitmesini beklemişlerdir. Köşkle gazeteciler arasında en az 500 metre kadar bir mesafe bulunduğundan bir kısım basın mensupları liderlerin çıkışlarını dürbünle takip etmek zorunda kalmışlardır. Dürbünlü gazeteciler, çıkışları yüksek sesle arkadaşlarına nakletmişler, onlar da olayları bu suretle naklen takip edebilmişlerdir. Olayı dürbünle takip eden gazetecilerin söylediklerine göre toplantıdan ilk önce birbirinin koluna girmiş olarak CHP ve CKMP liderleri çıkmışlardır. İnönü merdivenden inerken Bölükbaşı’ya yol vermek istemiş fakat Bölükbaşı buna müsaade etmeyerek İnönü’nün merdivenleri önden inmesi için geri çekilmiştir. İsmini tespit edemediğimiz Tuğgeneral ile Hava Kuvvetleri Kumandanı Korgeneral İrfan Tansel Gürsel’in Cumhurbaşkanı olması hususunda tam bir mutabakata varıldığını açıklamışlardır. Tuğgeneral ‘Gürsel Cumhurbaşkanı olacak mı?’ sorusuna karşılık olarak ‘Yüzde bin’ demiştir. İrfan Tansel de aynı mahiyette bir açıklamada bulunmuştur. Orgeneral Cevdet Sunay’ın Türk ordusunun hislerine tercüman olarak yayımladığı mesaj aynen şöyledir: ‘Aziz milletimiz, yeni Anayasa’mızın ışığı altında ve geniş bir hürriyet havası içinde yapılmış olan seçim sona ermiş bulunmaktadır. İkinci Cumhuriyet’in arifesinde Atatürk devrimlerinin ve 27 Mayıs İnkılabı ruhunun sarsılmaz muhafızları olan Türk Milleti Gençliği ve Silahlı Kuvvetleri geleceğin vatana ve millete yeni sadetler getireceğinden emindir. Artık kardeşlik hisleri ile bütün gayelerin memleketin kalkınması uğrunda harcanacağı muhakkaktır. Silahlı Kuvvetler ihtilal devresini gayet müşkül şartlar içinde fazilet ve dirayetle idare ederek bugünleri sağlamakta en büyük hissesi olan Başkomutan Gürsel’e minnettardır. Mevcut ve meri Anayasa çerçevesinde demokratik rejimin işlemesi mevzuunda ordu ile siyasi partiler arasında hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Ve bu hususta tam bir mutabakat vardır. Her iki meclisin vatanperver ve mümtaz üyelerine Silahlı Kuvvetler adına bu duygularımızı belirtmeyi tarihî bir vazife addetmekteyim, iyi niyetlerinin müşkül vazifeleri başarmakta en büyük yardımcıları olmasını Allah’tan dilerim. Aziz milletimize Silahlı Kuvvetlerin sevgi ve saygılarını sunarım.”
Aradan çok uzun zaman geçmedi, siyasi ortam yeniden gerginleşti. 26 Ekim 1961’de Türkiye’nin 4. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel seçildi. Bu ortam CHP-DP tartışmalarına tekrar zemin hazırladı ve AP yanlıları 27 Mayıs 1960 Darbesi’nin aleyhinde propaganda başlattılar. Bu gerginlik cuntacılar için bir fırsat niteliğindeydi. 19 Ocak 1962’de Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay başkanlığında düzenlenen, yüksek rütbeli subayların katıldıkları bir başka toplantıda Harp Okulu Talat Aydemir, Jandarma Okulu Kumandanı Albay Necati Ünsalan ve birkaç komutan daha askerî müdahalenin kaçınılmaz olduğunu savundular. Birkaç hafta sonra 9 Şubat 1962’de İstanbul Balmumcu’da toplanan 57 general ve albaydan 37’sinin askerî müdahalenin 28 Şubat’a kadar yapılması yolunda protokol imzaladılar. Talat Aydemir ise protokole sonradan katıldı. 19 Şubat günü Genelkurmay Başkanı ile Albay Talat Aydemir, Albay Selçuk Atakan, Albay Necati Ünsalan, Hava Kuvetleri Komutanı İrfan Tansel, Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Önür ve Jandarma Genel Kumandanı Abdurrahman Doruk arasında bir görüşme gerçekleşti ve Selçuk Atakan ihtilalin hiyerarşik düzende yapılmasına, aksi takdirde istifalarını vereceklerine yönelik bir teklifte bulundu. 20 Şubat’ta ise hükûmet ve Genelkurmay, belirli birlik kumandanları ve maiyetleri için hızlıca atamada bulunda ve bazı isimleri gözaltına almaya başladı. Bunun durdurulması için ise direnişe geçildi. Albay Talat Aydemir o gece Kara Harp Okulu’na gelince Hava Kuvvetleri tarafından “Harp Okulu alarma geçti” denildi, böylece Meclis Muhafız Taburu, ardından da Tank Taburu karşı alarma geçti. Tank Taburu’nun civarındaki 2. Piyade Alayı ve Binbaşı Fehmi Gürcan komutasındaki Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Süvari Grubu da hükûmete bağlı kuvvetlere karşı alarma katıldılar. Bu ayaklanmadan Talat Aydemir sorumlu bulunmuştu. Bu sebeple 21 Şubat sabahı Genelkurmay, darbe girişimcisi üç subayın, yani Talat Aydemir, Necati Ünsalan ve Selçuk Atakan’ın görevlerinden başka yere atandıklarını açıkladı. 22 Şubat’ta bu atamalara karşı çıkan ve atamaların durdurulması ısrarında bulunan Talat Aydemir, Kara Harp Okulu’nu üs olarak kullanarak bir darbe girişimi başlattı. Harp Okulu öğrencilerini ve kendisine sadık subayları organize ederek hükûmete karşı bir direniş sergilemeyi amaçlıyordu. O gün Genelkurmay, Aydemir’in yerine Kurmay Albay Semih Sancar’ı Harp Okulu Komutanı olarak atadı. Bu atama Aydemir’i yolundan döndürmedi, taleplerinde ısrarlıydı: Atamaların durdurulmasını, gözaltına alınan subayların serbest bırakılmasını, Hava Kuvvetleri’ndeki bazı cuntacıların cezalandırılmasını istiyordu. Fakat kurmuş olduğu bu direniş hattı, ordu içinde destek bulmadı ve hükûmet ile Genelkurmay’ın müdahalesiyle kontrol altına alındı. 23 Şubat sabahı, Talat Aydemir direnişi sonlandırdığını açıklayıp teslim oldu. Olayları gelin o günün, yani 23 Şubat 1962’nin Tercüman yayınından takip edelim. Tercüman’ın manşeti o gün şöyleydi: “Rejim yıkılmak istendi: Harp ve Jandarma Subay Okulu ve Zırhlı Muhabere Eğitim Merkezlerinin bir kısmı bazı hareketlere teşebbüs ettiler.” Yaşananları haberin detayında beraber okuyalım: “Ankara’da hazırlanan askerî harekât bugün öğleden sonra tatbik mevkiine konulmuştur. Haberi yazdığımız şu sırada (saat 00.01) dört partinin lideri de Hava Kuvvetleri Kumandanlığı’nda emniyet altındadır. Hava Kuvvetleri herhangi bir askerî harekâtın yanılmaması fikrini desteklemektedir. Memleketteki huzursuzluğa bir son verilmesi ve 27 Mayıs İhtilali’nin korunması hususunda tam bir fikir birliğine varmak üzere parti liderleri bu sabah Başbakan İnönü ile ayrı ayrı görüşmüşler, daha sonra da Çankaya köşkünde toplanmışlardır. Dört partinin lideri, yani Bölükbaşı, Gümüşpala, Alican ve İnönü Çankaya’da bit araya geldikleri vakit saat 16’ydı. Müzakereler sonunda bir tebliğ yayımlanması kararlaştırılmıştı. Liderler Çankaya’da toplantı hâlinde iken askerî harekât başlamıştır. Bunun üzerine Çankaya köşkü Muhafız Alayı tarafından sarılmıştır. Çankaya Muhafız Alayı Kumandanı da tevkif edilmiştir. Parti liderleri, Başbakan ve Cumhurbaşkanı ile Genelkurmay Başkanı radyoda okunmak üzere birer konuşma hazırlamışlardır. Cumhurbaşkanı Gürsel ile Genelkurmay Başkanı Sunay’ın konuşmaları Ankara radyosunda yayımlanmış, tam İnönü’nün konuşması yayımlanacağı sırada radyo susmuştur. Sonradan öğrenildiğine göre Etimesgut’ta bulunan Zırhlı Tugay Etimesgut radyo verici cihazlarını ele geçirmiş ve yayına mâni olmuştur. Parti liderleri ile Bakanlar, Meclis Başkanları ile Başkan Vekilleri Çankaya’dan Hava Kuvvetleri Kumandanlığı’na getirilerek emniyet altına alınmışlardır. Bu sırada YTP Genel Başkanı Ekrem Alican akrabası olan Haro Okulu Kumandanı ile görüşmek üzere Hava Kuvvetleri Kumandanlığı’ndan Harp Okulu’na gelmiştir. Başbakan İsmet İnönü de Genelkurmay Başkanlığı’na girmiştir. İnönü iki tarafa ayrılan kuvvetler arasında bir anlaşma yolu bulmak istemektedir. Heberi verdiğimiz sırada Ankara radyosu hâlâ susmaktaydı. Radyonun etrafı hava askerleri tarafından sarılmıştı. Esenboğa hava alanı fa yine aynı şekilde emniyet altına alınmıştı. Parti liderleri hükûmetle birlikte olduklarını beyan etmişlerdir. Liderler, normal rejimin devrilmesi taraftarı değildir. Şu ana kadar askerî birlikler arasında silaha bir çatışma olmamıştır. İnönü’nün konuşması Ankara radyosunda yayımlanmadığı için bir kısım halk radyo evinin önünde toplanarak gösteri yapılmış fakat kısa zamanda dağıtılmıştır. Cemal Gürsel’in Çankaya köşkünde olduğu haberi verilmektedir. Ankara’ya giriş yollarında tanklar mevzi almıştır. Şu anda Ankara’daki askerî birliklerin hangi tarafta olduklarını tayin etmek güçtür. Hükûmet hâlen Ankara il radyosunu elinde bulundurmaktadır. Bu radyoda Başbakan’ın ve liderlerin konuşmaları verildikten sonra müzik yayınına geçilmiştir. Aldığımız bir habere göre ihtilali isteyen zırhlı birlikler Ankara üzerine yürümeye başlamıştır.” Olaylar bu kadar tazeyken ve anbean aktarılırken Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay’ın “Bu ordu macera ordusu değildir, Anayasa’yı asla ihlale kalkışmaz” ifadesiyle Türkiye radyolarında bir mesaj yayımlamıştır. Tercüman’da da dökümü yayımlanan bu mesajda şunlar yazmaktaydı: “Aziz vatandaşlarım, Türk Silahlı Kuvvetlerinin şerefli mensupları, Türk Ordusu ile ilgili olarak yabancı ve düşman radyolarla maksatlı bazı haberler yayılmaktadır. Size Silahlı Kuvvetleri’nin bazı sıfatıyla hitap ediyorum: Bu haberlerin hepsi yalandır. Bunlar, Türk vatanını parlamak ve karanlık emelleri için aziz milletimizi bir kardeş kavgasına sürüklemek isteyenlerin maksatlı tahriklerinden ibarettir. Cumhuriyet Ordusu daima ileri hareketlerin öncüsü olmuştur. Hiçbir gün meşruluk dışına çıkamamıştır. Bu ordu bir macera ordusu değil, milleti canından aziz bilen, vatanın nedameti için yüreği titreyen bir ordudur. Bu ordu geriye doğru her hareketin karşısında yer almıştır. Her ne pahasına olursa olsun, bir data rejimi kurmak istemek, Türkiye’yi Orta Çağ karanlığına geri götürecek bir geriliktir. Böyle bir geriliğe Türk Ordusu hiçbir vakit âlet edilememiştir, âlet edilemeyecektir. Ordumuz, Cumhuriyet’in kurucusudur. Kendi eseri olan 27 Mayıs’ın ve onun millete getirdiği yeni Anayasa’nın ve demokratik nizamın yılmaz bekçisidir. Bu ordu, Anayasa’yı çiğneyenlerin, Anayasa’ya hıyanet edenlerin karşısına dikilmiştir. Fakat Anayasa nizamını ihlale asla kalkışmaz. Cumhuriyet Ordusu şeref yeminine sadıktır. Memlekette birtakım tahrikler olabilir. Bütün bunlara karşı mümtaz asker ve devlet adamı İsmet İnönü’nün başkanlığındaki hükûmet demokratik nizam sınırları içinde her türlü tedbiri almaya azimli ve kararlıdır. Bütün siyasi partiler istisnasız onun vatanperver gayretlerini destekleyeceklerdir. 27 Mayıs ruhu korunacaktır. Fakat bunu korumak 27 Mayıs’ın gayesine aykırı bir dikta rejimi kurmaya çalışmak değildir. Türk milleti hür dünya ile ittifak hâlindedir. Millî selametimiz bu ittifaka ve demokratik rejime bağlı kalmakla gerçekleşir. Aziz silah arkadaşlarım, Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti ve demokrasiyi her türlü iç ve dış tahrike karşı koruyacağız. Vazife başında bulunan meşru hükûmet ve büyük milletimiz, şerefli ordusunun demokrasiye, Anayasa’ya ve vatana olan sonsuz bağlılığına güvenmektedir. Sizleri ve bütün vatandaşlarımı yürekten sevgi ve saygılarla selamlıyorum.” Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel de Türkiye radyolarında Türk milletine hitaben kendi sesiyle bir mesaj yayımlamıştır. Bu mesaj şöyleydi: “Aziz vatandaşlarım, memlekette çeşitli rivayetlerin ve yersiz bazı neşriyatın zihinleri karıştırmasını önlemek için sizlere hitap ediyorum. Böyle zamanlarda ruhlara sükûnet ve kafalara ışık verecek rehberliğe ihtiyaç vardır. Başbakan İsmet İnönü birkaç gün önceki demeci ile böyle rehberlik vazifesini yapmıştır. Büyük asker ve mümtaz devlet adamı hüviyetiyle hükûmet başkanı İnönü bütün vatandaşlara ışıklı yolu göstermiştir. Bu yol, Anayasa ve normal demokratik rejime saygı yoludur. Türk milletinin büyük çoğunluğu tarafından kabul edilen Anayasamız, bütün milletin malıdır. Bu Anayasa 27 Mayıs’ın eseridir. Bu itibarla da herkesten önce 27 Mayıs’ı başaran şerefli Türk Silahlı Kuvvetleri’nin eseridir. Asker veya sivil, her vatandaş bu Anayasa’nın yılmaz bekçisidir. Aziz vatandaşlarım, 27 Mayıs korunacaktır. Onun eseri olan Anayasa ve demokratik nizam, 27 Mayıs ruhuyla birlikte her türlü tecavüz ve maceracı heveslere karşı mutlaka korunacaktır. Bugün, bu Anayasa’ya ve onun kurduğu nizama kastetmek, Türkiye’yi sonu gelmez bir iç kavgaya, dibi görünmeyen bir uçuruma sürüklemek demektir. Daha fenası, milletin varlığını, vatanın bütünlüğünü ve bağımsızlığını tehlikeye düşürmektir. Türk Ordusu daima meşruluğun yanında olmuştur. Türk Ordusu, tarihinin hiçbir gününde macera vasıtası olmamıştır. Bu ordu, Anayasa’ya hıyanet edenlerin karşısına dikilmiş fakat Anayasa’ya karşı gelmemiştir. Bugün muhalefet partileri dâhil bütün partilerin liderleri Başbakan’ın son demecinde beliren hükûmet görüşünde birleşmişlerdir. Anayasa nizamına ve demokratik rejimin teminatı olan Anayasa’mızın meşru temeli 27 Mayıs İnkılabı’nın ruhuna bağlılık hususunda bütün partiler, ittifak hâlinde bulunduklarını açıkça ifade etmişlerdir. Davranışlarıyla bu bağlılığı ispat edeceklerdir. Aziz vatandaşlarım, huzur içinde çalışınız. Türk milletinin büyüklüğü ve onun şanlı ordusunun kanun ve nizam içinde vazife duygusu, hangi istikametten gelirse gelsin, her türlü kötü hevesi önlemeye yetecektir. Hükûmet Başkanı İsmet İnönü, millete doğru yolu göstermiştir. Bu yol aziz milletimizi selamete götürecektir. Nihayet, Türk Subayı ve Türk Ordusu, sana hitap ediyorum. Seni aldatmak ve yanlış yollara sevk etmek isteyenler vardır. Onlara uyma… Bizzat şerefli ordunun yüksek haysiyetini korumasını bil. Her şeyden çok sevdiğin vatanını ve onun selametini düşün, kötülere uyma. Senin eserin olan bugünkü rejimi sana yıktırmak istiyorlar. Dikkatini çekerim. Aldanma. Parlak fikirler ileri sürerler, onlara kanma. Bil ki senin yanlış bir hareketin Türk milletinin felaketine sebep olacaktır.”
Bir yıl sonra… 20 Mayıs 1963 tarihinde, Kurmay Albay Talat Aydemir ve arkadaşlarının liderliğinde, hükûmeti devirmeye yönelik bir darbe girişimi daha yaşandı. Bu girişim, Aydemir ve destekçilerinin 22 Şubat 1962'deki başarısız kalkışmasının bir devamı niteliğindeydi. Zira gerçekleştiği bağlam 1962’deki darbe girişimine yol açan duruma oldukça benziyordu. 22 Şubat Ayaklanması’ndan sonra Aydemir, ordudan ihraç edilip emekliye ayrılmıştı anacak yeni bir girişim için planlarını sürdürmekteydi. Bir grup subay da onunla birlikteydi. Temel gerekçeleri, 27 Mayıs 1960 darbesi sonrası kurulan hükümetin ve siyasi partilerin, beklenen reformları ve “devrim” ruhunu hayata geçirememesi, ordudaki huzursuzluk ve tasfiyelerdi. Ve yine 20 Mayıs 1963 gecesi Aydemir’e bağlı birlikler, özellikle Ankara'daki Kara Harp Okulu öğrencilerinin aktif katılımıyla harekete geçerek, Ankara Radyosu'nu ele geçirdi ve darbe bildirisini yayımladılar. Amaçları, İsmet İnönü Başbakanlığındaki koalisyon hükûmetini devirerek askerî bir yönetim kurmaktı. Ancak girişim, hükûmetin ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesinin kararlı duruşu sayesinde kısa sürede bastırıldı. Özellikle Hava Kuvvetleri'nin hükûmetten yana tavır alarak darbecilerin kontrolündeki Harp Okulu üzerinde alçak uçuşlar yapması, girişimin seyrini değiştirdi. Hükûmete sadık birliklerin duruma hâkim olmasıyla darbeciler teslim olmak zorunda kalmıştır. Girişimin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından Talat Aydemir ve Fethi Gürcan gibi önde gelen liderler yargılanarak idam edilmiş, çok sayıda subay ordudan ihraç edilmiş ve darbe girişimine katılan 1459 Harp Okulu öğrencisinin tamamı okuldan atılmıştı. Bu olay, Türkiye'nin çok partili demokrasi hayatında ordunun siyasete müdahale girişimlerinin bir örneği olarak tarihe geçmişti. 20 Mayıs gecesi yaşananları tabii ki tüm kamuoyu ertesi günkü gazetelerden öğrenmişti. Tercüman’ın 21 Mayıs 1963’teki ikinci baskı yayınındaki manşetini “Dün gece ihtilal teşebbüsü oldu”, “Talat Aydemir idaresindeki bazı kimseler gece, Ankara Radyosu’nu iki defa ele geçirdilerse de hükûmet kuvvetleri tarafından bertaraf edildiler”, İhtilale Tank ve Harp Okulu teşebbüs ettiler. Hükûmete bağlı Silahlı Kuvvetler duruma hâkim, İstanbul’da sükûnet var”, “Ankara’da sabaha kadar çarpışma cereyan etti” şeklinde atmıştı. Geceyi şöyle anlatıyordu: “Sunay ve Refik Yılmaz radyoda yayımladıkları mesajda halkı sükûnete davetle endişe edecek durum olmadığını söylediler. Yerlerine çekilmeyen bazı ufak birliklere uçaklarla ateş açıldı. 24.00: Ankara Radyosu günlük yayınını bitirdi. Türk milletine ‘iyi geceler’, ‘refah ve saadet’ diledi. İstiklal Marşı çaldı ve radyo her gece olduğu gibi sustu. 00.05: Ankara Radyosu’nda ‘Harbiye Marşı’ çalmaya başladı. 27 Mayıs İhtilali’nin sabahında çalınan plaktı bu. 00.10: Radyoda ‘Dikkat! Dikkat!’ diye bir ses duyuldu. Ses devam etti. ‘Türk Silahlı Kuvvetleri İhtilal Karargâhının tebliğidir. Dikkat! Dikkat! Türk Silahlı Kuvvetler ihtilal genel karargâhının tebliğidir. Milletimizin çağdaş uygarlık seviyesine ulaşması için Atatürk ilkelerine bağlı olan Türk Silahlı Kuvvetleri idareyi devralmıştır. 1. Gayesi milletimizi refah, huzur ve güvenlik içinde yaşatmak olan Büyük Millet Meclisi milletimizin bekasını tehlikeye düşürmüşlerdir. Türk Silahlı Kuvvetleri Atatürk ilkelerine bağlı olarak idareye el koymak zorunda kalmıştır. 2. Büyük milletin isteklerine uygun olarak idareye el konulmuştur. Bu maksatla millet muhtaç olduğu cumhuriyeti kuracak ve bu hareketi amacına ulaştıracaktır. 3. Bu maksatla millet ve meclisi cumhuriyet senatosu ve siyasi partiler ile bütün siyasi partilere bağlı dernekler kapatılmıştır. Siyasi faaliyetler men edilmiştir. 4. Türkiye sınırları içinde vatandaşlarımızın ve ecnebilerin mal ve can emniyeti Türk Silahlı Kuvvetleri’nin emniyeti altındadır. 5. Birleşmiş Milletler Anayasası’na ve Birleşmiş Milletler’in bütün anlaşmalarına bağlıyız. 6. İdare mekanizması amirleri vazifelerinin başlarında kalacak ve Türk Silahlı Kuvvetleri onlara yardımcı olacaktır. 7. Büyük Türk Milleti, hiçbir şahıs zümre ve parti haricinde politikaya kendilerini âlet etmeyen halaskâr fedailerin daima senin emrindedir. Tam bir fedakârlık ve güven içinde bekle. (Türk Silahlı Kuvvetleri İhtilal Genel Karargâhı adına Talat Aydemir.’ 00.20: Harbiye Marşı çalıyor, bu tebliğ durmadan tekrarlanıyordu. ‘Talat Aydemir’ adı 22 Şubat ihtilal denemesine lider olarak karışmıştı. 00.25: Harbiye Marşı durmadan çalıyor. Aynı ses, yine ‘Dikkat! Dikkat!’ dedi, ‘Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 2 numaralı tebliğini okuyoruz.’ Tebliğ şöyleydi: ’21 Mayıs 1963 gün 00 saatten sonra ihtilal özel parolasını bilmeyen hiçbir kimse sokağa çıkmayacaktır. Aksi hareket eden kim olursa olsun ateş edilecektir.’ 00.35: Ankara Radyosu’nda 30 dakikadır durmadan çalınan Harbiye Marşı değişti. İzmir Marşı çalınıyordu… ‘Dikkat! Dikkat! Sayın vatandaşlar, bundan önce girişilen hareket Türk Silahlı Kuvvetleri’nin müdahalesiyle bastırılmış ve Silahlı Kuvvetler tamamen duruma hâkim olmuştur. Biraz önce girişilen hareket birkaç çapulcu ve sergüzeştçinin hareketleri olup Türk Ordusu’nun şerefli mensuplarıyla bir alakası yoktur. Bu harekete hiçbir ordu mensubu katılmamıştır. Belki bazı dedikodular olabilir fakat bunlardan hepsi yalandır ve Türk Ordusu hükûmetin elindedir. Türk Silahlı Kuvvetleri duruma hâkimdir. Türk Silahlı Kuvvetleri Deniz, Hava ve Kara Kuvvetleri hükûmetin elinde ve vazife başındadır.’ Radyo dinleyenler şaşırmışlardı… Biraz önce Talat Aydemir’in tebliğlerini yayımlayan radyo şimdi de Talat’a ‘çapulcu’ diyordu. Artık ‘Harbiye Marşı’ çalmıyordu. Dağ Başını Duman Almış, Sakarya ve İzmir Marşları başlamıştı. 01.00: Garnizon Kurmay Başkanı Yarbay Ali Elverdi duruma el koyduğunu ve radyoyu ele geçirenlerin bertaraf edildiğini, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Talat’ın kuvvetlerini toplamakla meşgul olduğunu açıklıyordu. İstanbul Radyosu da yayına başlamıştı. Tangolar, valsler, tüvistler çalınıyordu. 02.35: Ankara radyosu yayınına Harbiye Marşı ile başladı. Marş bitince radyoda 00.05’te konuşan ses duyuldu: ‘Dikkat! Dikkat! Türk Silahlı Kuvvetleri bu andan itibaren idareyi tekrar ele almıştır. Tebliğ olunur. Türk Silahlı Kuvvetleri İhtilal Komitesi adına Talat Aydemir.’ Yine Harbiye Marşı çaldı. Bu tebliğ yine okundu. Talat Aydemir duruma yine hâkim olmuştu. 03.10: Radyo yine sustu. Yine tereddütler başladı. Bu susuş 15 dakika devam etti. İstanbul Radyosu da marşlar çalıyor artık. 03.20: Ankara Radyosu sustuğu hâlde İstanbul Radyosu çalıyor ve şu tebliğ durmadan okunuyordu: ‘Türk Ordusu milletin ve hükûmetin emrinde olarak ayaktadır. Endişe edecek bir durum yoktur. Asayiş ve emniyete hâkim olan Türk Silahlı Kuvvetleri hükûmetin emrinde ve vazife başındadır. İstanbul tam emniyet içindedir. 03.25: Sonra Sakarya Marşı çalındı. Tok bir ses yeni bir tebliğe başladı: ‘Burası Ankara Radyosudur! Silahlı Kuvvetler hükûmeti desteklemektedir. Kara, Hava, Deniz ve Jandarma Kuvvetleri hükûmetin emrindedir. Talat’ın üç buçuk insanı hiçbir zaman duruma hâkim olamaz. Maceraperestler cezalarını görecektir. Endileye mahal yoktur. Ankara’nın içinde ve dışında Silahlı Kuvvetlere mensup Kara, Hava, Deniz ve Jandarma Kuvvetlerine ait bütün birlikler kumandanlarının emrinde ve memleketin istikbalini emniyette bulunduracak bütün tedbirleri almış bulunmaktadırlar. Radyo yayınları yanlış bir anlama meydan vermemek üzere ilgililer tarafından kesilmiştir. Muhterem halk efkârlarına ve Silahlı Kuvvetlerimize zaman zaman bilgi arz edilecektir. (Genelkurmay Başkanlığı)’ 04.10: Tebliğ durmadan okunuyor… Son okunuşta tebliğe imza atıldı. Orgeneral Cevdet Sunay deniliyor… İstanbul’da da tebliğler okunuyor. 1. Ordu Komutanı Refik Yılmaz’ın adını taşıyan tebliğler: 1. Nolu tebliğ: ‘İstanbul ve ordu bölgesi emniyet altındadır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir parçası olan 1. Ordu, milletine Anayasa’sına ve hükûmetine sadık olarak vazifesi başında ve duruma hâkim vaziyettedir. Vatandaşların endişe ve telaşa kapılmamalarını rica ederim.’” Yaşananların halk tarafında duyulan aksi böyleydi.
Altı sene içinde Türkiye’nin siyasi geleneğinde bazı şeyler zaman geçse de aynı kalmıştı. 20 Mayıs 1969’da fiili bir askerî darbe girişimi yaşanmasa da bu tarih, ordunun siyasete açık bir müdahalede bulunduğu ve bir darbenin eşiğinden dönüldüğü kritik bir günü ifade eder. Olayların merkezinde, 27 Mayıs 1960 darbesiyle siyasetten yasaklanan eski Demokrat Partililerin (DP) siyasi haklarının iadesini öngören bir anayasa değişikliği teklifi bulunuyordu. Adalet Partisi (AP) içindeki “Yeminliler” grubunun öncülük ettiği bu teklif, Meclis'ten geçmiş ve Senato’nun onayına sunulmuştu. Bu duruma şiddetle karşı çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta kademesi, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç liderliğinde tasarının Senato’dan geçmesi hâlinde yönetime el koyacağını net bir şekilde hükûmete ve siyasetçilere bildirmişti. Bu örtülü muhtıra, Ankara’da büyük bir gerilime neden oldu. Ordunun kararlılığı karşısında siyasetçiler geri adım atmak zorunda kaldı. Başbakan Süleyman Demirel ve ana muhalefet lideri İsmet İnönü’nün devreye girmesiyle Anayasa değişikliği teklifi, Senato’da oylanmadan önce AP tarafından geri çekildi. Böylece ordunun emir komuta zinciri içinde planladığı ve 20-21 Mayıs gecesi hayata geçirmeyi düşündüğü askerî müdahale, amacına ulaştığı için fiilî bir darbeye dönüşmeden engellenmiş oldu. Bu olay, TSK’nın 12 Mart 1971 muhtırasına giden yolda siyaset üzerindeki etkisini ve kararlılığını gösteren önemli bir dönüm noktası olarak tarihe geçti. Olayın ertesi günü kamuoyuna “Senato görüşmesi bugüne kaldı” haberi yansıdı. Tercüman 21 Mart 1969’da bu haberi manşetine taşırken etrafını “İnönü Sunay’a muhtıra verdi. CHP Lideri: ‘Ordudan bir tehlike gelmez’ dedi”, “İnönü ‘İhtilal olursa bunun mesulü Genelkurmay Başkanı, Komutanlar ve Başbakandır’ dedi” cümleleri çevrelemişti. Detaylar şöyle anlatılıyordu: “Eski DP’lilerin siyasi haklarının iadesi ile ilgili kanun teklifi dün Senato’ya getirilmiş ve ‘iç tüzüğe aykırı’ olduğu gerekçesiyle görüşme bugüne bırakılmıştır. Öte yandan CHP küçük kurultayında konuşan İnönü ‘Ordudan tehlike gelmez’ demiştir. İnönü son olaylarla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Sunay’a bir muhtıra göndermiştir. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü dün CHP Küçük Kurultayı’nda eski DP’lilerin affını sağlayacak Anayasa değişikliğine CHP olarak destek olmalarının sebebini anlatmış, ‘Af ile 27 Mayıs kuvvet kazanacaktır’ demiştir. İnönü, bu konudaki görüşünü şöyle özetlemiştir: ‘Biz daha önce de söylediğimiz gibi 27 Mayıs’ın içinde de değiliz, karşısında da değiliz. 27 Mayısçılar demokratik düzene geçiş konusunda sözlerini tuttular. Son olarak Celal Bayar beni açık olarak vaziyet almaya çağırdı. İtham ederek, yumuşak sözler söyleyerek, insanlığımıza müracaat ederek, herkesin türlü mana verdiği ve herhâlde bir cevap vermek gereken bir vaziyette CHP Genel Başkanı’nı davet etti. Ben bu vaziyete cevap verdim. Başından beri af politikamızdı. Ordudan tehlike gelmez. Tehlike vardır diyorlar, bu tehlike ordudan gelecek diyorlar, inanmıyorum, gelmeyecektir. Ordunun şerefini hiç kimse bizden daha fazla anladığını iddia edemez.’ İnönü’nün konuşmasından sonra CHP Küçük Kurultayı, siyasi affın desteklenmesini kararlaştırmış, dün toplanan CHP grubunda da Anayasa değişikliği teklifinin desteklenmesi kararlaştırılmıştır.”
9 Mart 1971 darbe teşebbüsü, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde örgütlenmiş, sol ve “Millî Demokratik Devrim” yanlısı bir cunta tarafından planlanan ancak uygulamaya konulamadan engellenen bir girişimdir. Cuntanın içinde Doğan Avcıoğlu ve İlhan Selçuk gibi sivil aydınların yanı sıra Emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun liderliğinde çok sayıda muvazzaf ve emekli subay bulunuyordu. Bu grup, artan anarşi olayları, siyasi istikrarsızlık ve Süleyman Demirel liderliğindeki Adalet Partisi hükûmetinin 27 Mayıs ruhundan uzaklaştığını düşündükleri politikalarından rahatsızdı. Amaçları, parlamentoyu feshederek iktidara el koymak ve radikal reformları hayata geçirecek askeri bir yönetim kurmaktı. Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler gibi üst düzey komutanların da başlangıçta bu plana dolaylı veya doğrudan destek verdiği ancak son anda pozisyon değiştirdikleri biliniyordu. Girişim, Millî İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) cuntanın içine sızması ve planları Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç’a bildirmesiyle başarısızlığa uğratıldı. 9 Mart günü darbe planı deşifre olunca Genelkurmay Başkanı Tağmaç ve kendisine bağlı komutanlar duruma hâkim oldu. Bu olay, bir “karşı-darbe” sürecini tetikledi. Tağmaç ve TSK’nın üst komuta kademesi, 9 Mart cuntasını tasfiye ederken, üç gün sonra -12 Mart 1971'de- hükûmete bir muhtıra verdi. Bu muhtıra, “anarşi ve kardeş kavgasını” önleyemediği gerekçesiyle Demirel hükûmetini istifaya zorladı. Sonuç olarak, 9 Mart'ta darbe yapmayı planlayan cunta üyeleri ordudan emekli edilerek veya uzaklaştırılarak tasfiye edilirken, TSK emir komuta zinciri içinde siyasete müdahale etmiş oldu. Böylece Türkiye, “Balyoz Harekâtı” adı verilen operasyonların, yaygın tutuklamaların ve partiler üstü “teknokrat” hükûmetler döneminin başladığı 12 Mart Muhtırası sürecine girdi. Tercüman’ın o günlerde manşetinde anarşi cephesinde yaşanılan olaylar vardı. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yakalanması için takipteydi. Gezmiş ve arkadaşları 4 Amerikalı havacıyı kaçırmışlardı ve 8 Mart 1971’de serbest bırakmışlardı, öte yandan ODTÜ’de ateşli çatışma yaşanıyordu. Bu koşuşturma esnasında darbe girişimi ancak 11 Mart 1971’de kamuoyuna gazete manşetlerinde aktarılabildi. Tercüman, 11 Mart yayınını “Tağmaç: ‘Ordu âdeta müdahaleye zorlanıyor’” cümlesiyle açmıştı. Başlık devam ediyordu: “Generallerin toplantısında Gn. Kr. Bşk.: ‘Silahlı Kuvvetler vazifesini müdriktir ve yurdu tehlikeye atmayacaktır’ dedi.” Darbe teşebbüsleri, planlı askerî darbeler gibi demokrasiye, toplumun sosyal, siyasal, ekonomik ve diğer alanlardaki özgürlüklerini, iradelerini zedeleyen vakalar oluyor. Bu bahsettiğimiz olaylar, temelini ya 27 Mayıs 1960 Darbesi’nden alıyor ya da 12 Mart 1971 Muhtırası’nın zeminini oluşturuyordu. Kahramanlar tanıdık, 60’larda gördüğümüz figürleri 70’lerde, hatta 12 Eylül 1980 Darbesi’nde dahi ana aktör olarak görebiliyorduk. Amaçları yönetime el koymak kadar halkın iradesini de çalmaktı. Ama buna bir son vermek de gerekti. Türkiye’nin askerî müdahale tarihi, 27 Mayıs 1960 Darbesi’yle açılan ve ordu içindeki farklı hiziplerin iktidar mücadelesine sahne olan bir gelenekle şekillenmişti. 21 Ekim 1961’deki “protokol” tehdidinden Talat Aydemir'in 22 Şubat 1962 ve 20 Mayıs 1963’teki kanlı kalkışmalarına kadar tüm girişimler, ordunun kendi içindeki bölünmüşlüğün ve emir komuta zincirinin tam olarak sağlanamamasının birer yansımasıydı. Bu girişimler, genellikle ordunun üst komuta kademesinin desteğini alamadıkları veya rakip bir askeri hizip tarafından engellendikleri için başarısız oldu. Benzer şekilde, 20 Mayıs 1969’da ve 9 Mart 1971’de planlanan darbeler de fiiliyata dökülemeden, yine TSK’nın üst komutasının karşı hamlesiyle (12 Mart Muhtırası’nda olduğu gibi) sonuçlanmış, cuntacılar tasfiye edilmişti. Bu olayların ortak noktası, mücadelenin büyük ölçüde ordu içinde kalması, sivil halkın ise sürece doğrudan müdahil olamamasıydı; siyasetçiler ise bu askerî güç oyunlarının genellikle pasif kurbanları olmuşlardı. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ise bu geleneği kökünden sarsarak hem yapılış biçimi hem de sonucu itibarıyla tarihî bir kırılma yarattı. Önceki girişimlerden farklı olarak bu kalkışma, TSK’nın geleneksel hiyerarşisi içindeki bir hizip tarafından değil, devlete on yıllardır sızmış Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensuplarınca, doğrudan emir komuta zincirini hedef alarak başlatıldı. Bu girişimin başarısızlığındaki en kritik faktör, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın sergilediği liderlik oldu. Erdoğan, kontrol altına alınan medyaya rağmen teknolojiyi kullanarak halkı doğrudan sokağa ve meydanlara, kendi iradelerini müdafaa etmeye çağırdı. Onun bu çağrısına uyan milyonlarca sivilin tankların önüne dikilmesi, Türkiye tarihinde ilk kez bir darbenin halk direnişiyle püskürtülmesini sağladı. Erdoğan’ın bu başarısı, sadece bir darbeyi engellemekle kalmamış, aynı zamanda devletin kılcal damarlarına sızan örgütü TSK ve diğer kurumlardan temizleme sürecini başlatarak ordunun siyasete müdahale etme kabiliyetini ve geleneğini büyük ölçüde sonlandırmış, sivil otoritenin gücünü askerî vesayete karşı net bir şekilde tescil ettirmiştir. Bu; yönetime, halkın iradesine artık ordunun müdahale edemeyeceğini net bir şekilde gösteren bir sürecin sembolü oldu.