04 Eylül 2025

Xi Jinping’in dünyayı yeniden şekillendirme stratejisi

Xi Jinping’in diplomatik maratonu: Batı’ya meydan okuma, Rusya ile ortaklık, Hindistan’la iş birliği ve Türkiye’ye köprü rolü… Çin artık dünyanın fabrikası değil; küresel düzenin mimarı olma peşinde. Xi Jinping’in “Çin Rüyası”, yeni bir dünya düzeni mi yoksa yeni bir gerilimin başlangıcı mı?

Dünya siyaseti son on yılda öylesine hızla değişti ki, sanki 20. yüzyılın dengeleri tarihin tozlu raflarına kaldırıldı. Bu değişimin merkezinde ise tek bir ülke var: Çin. Bir zamanlar “dünyanın atölyesi” olarak tanımlanan, ucuz işgücüyle batı markalarının fabrikalarını dolduran bu ülke artık bambaşka bir kimliğe bürünüyor. Bugün Çin, yalnızca küresel ticaretin değil, diplomasi ve güvenliğin de kurallarını yeniden yazmak isteyen bir aktör. Ve bu dönüşümün mimarı hiç kuşkusuz Xi Jinping.

Xi’nin liderliğe gelişiyle birlikte Çin, Deng Xiaoping’in yıllarca uyguladığı “gücünü gizle, zamanını bekle” anlayışını bir kenara bıraktı. Deng döneminde Çin’in önceliği ekonomik kalkınmaydı; dış politikada ise mümkün olduğunca görünmez olmayı tercih ediyordu. Oysa Xi, daha ilk yıllarından itibaren farklı bir yol seçti: Çin artık beklemiyor, sahneye çıkıyor. Kendi deyimiyle “Çin Rüyası”nı gerçekleştirmek için küresel siyasetin merkezine yürüyor.

Çin dünyayı Batı’ya bırakmak istemiyor

Xi’nin dış politika vizyonunun en temel taşı çok taraflılık. Ama bu, Batı’nın anladığı tarzda birçok taraflılık değil. Çin, ABD’nin hegemonik gücüne alternatif olacak bir düzen peşinde. Pekin’in söylemine göre, tek kutuplu dünya geride kaldı; artık birçok merkezin söz sahibi olduğu çok kutuplu bir düzenin zamanı geldi.

Bu iddia kulağa hoş geliyor. Özellikle de yıllardır Batı’nın politikaları karşısında kendini dışlanmış hisseden Küresel Güney ülkeleri için. Xi, bu ülkelere BM’de daha fazla söz hakkı verilmesi gerektiğini savunuyor. Ama bir yandan da kendi oyun alanını yaratıyor. Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) bunun en somut örneği. Çin’in öncülük ettiği bu örgüt, Rusya’dan Hindistan’a, Pakistan’dan Orta Asya’ya kadar geniş bir bölgeyi kapsıyor. Resmî amacı terörle mücadele olsa da Pekin’in asıl hedefi açık: Batı merkezli kurumlara alternatif bir blok inşa etmek.

Böylece Çin, bir yandan BM gibi mevcut kurumlarda reform çağrıları yaparken, diğer yandan kendi kurduğu yapılarla küresel sahnede yeni güç merkezleri yaratıyor. Yani hem “içeride” hem “dışarıda” oynuyor.

Kuşak ve Yol: Çin’in 21. yüzyıl masalı mı, borç tuzağı mı?

Çin’in küresel iddiasını en görünür kılan proje şüphesiz Kuşak ve Yol Girişimi (BRI). 2013’te Xi’nin duyurduğu bu devasa proje, tarihî İpek Yolu’nun modern bir yorumu gibi lanse ediliyor. Yollar, limanlar, demiryolları, enerji hatları… Adeta dünya haritasını yeniden çizen dev bir altyapı ağı.

Rakamlar baş döndürücü: Şu anda dünya nüfusunun %65’i bu projeye dâhil ülkelerde yaşıyor. Küresel GSYH’nin neredeyse yarısı bu ağın içinde. Çin için BRI, sadece ticaret rotalarını çeşitlendirmek değil; aynı zamanda enerji güvenliği sağlamak, batı bölgelerinin kalkınmasını hızlandırmak ve Çin şirketlerine yeni pazarlar açmak anlamına geliyor.

Ama işin bir de karanlık yüzü var. Batı medyası projeyi sık sık “borç tuzağı diplomasisi” olarak nitelendiriyor. Sri Lanka’nın Hambantota Limanı’nı borçlarını ödeyemediği için 99 yıllığına Çin’e kiralaması bu iddianın sembolü haline geldi. Pakistan’dan Afrika’ya birçok ülkede benzer kaygılar dile getiriliyor: Çin, borç verip ardından stratejik varlıklara mı el koyuyor?

Pekin bu iddiaları reddediyor. Üstelik bazı araştırmalar, Çin’in borç krizine giren ülkelere çoğunlukla yeniden yapılandırma veya borç silme yoluna gittiğini gösteriyor. Yani mesele, ekonominin ötesinde jeopolitik rekabetin bir yansıması. ABD ve müttefikleri, Çin’in yükselen cazibesini gölgelemek için bu anlatıyı sürekli gündemde tutuyor.

BRI’nin başka tartışmalı boyutları da var. Çevre örgütleri, projelerin doğayı tahrip ettiğini, hatta bazılarını “tarihin en riskli çevresel girişimi” olarak nitelendiriyor. Çin ise “Yeşil İpek Yolu” gibi sloganlarla bu eleştirilere yanıt vermeye çalışıyor. Her şeye rağmen Kuşak ve Yol, Çin’in küresel güç olma arzusunun simgesi haline gelmiş durumda.

Askerî ve dijital güvenlik

Xi’nin dış politikasında güvenlik, dar anlamda askerî meselelerden çok daha geniş bir çerçevede ele alınıyor. Çin buna “bütüncül güvenlik” diyor. Yani tanklar ve füzeler ile birlikte ekonomi, kültür, internet ve hatta iklim de güvenliğin parçası.

Bu yaklaşımın bir boyutu, Uygur meselesiyle doğrudan bağlantılı. Çin, ŞİÖ üzerinden “terörizm, ayrılıkçılık ve aşırıcılıkla mücadele” söylemini öne çıkarıyor. Pekin, Sincan’daki politikalarını bu çerçevede meşrulaştırmaya çalışıyor. Batı ise aynı uygulamaları “insan hakları ihlali” olarak tanımlıyor. Bu çelişki, Çin’in güvenlik anlayışının Batı’yla en sert çatıştığı alanlardan biri. Bir diğer boyut ise siber güvenlik. Çin, “siber egemenlik” adı altında kendi internetini sıkı denetime tabi tutuyor. Veri transferlerini sınırlıyor, kendi yasalarını dayatıyor. Güneydoğu Asya’daki siber dolandırıcılık şebekeleriyle mücadele ederken de bu sert yaklaşımı bölgesel iş birliğine taşıyor. Yani internet bile Çin’in dış politikasının bir enstrümanı haline geliyor.

Xi’nin bitmeyen koşusu

Xi Jinping’i farklı kılan bir diğer özellik, diplomasiye ayırdığı olağanüstü mesai. Sıklıkla “diplomatik maraton” yürütüyor deniyor. Bunun anlamı, Çin’in artık pasif bir izleyici değil; sahada sürekli aktif bir aktör olduğudur. ABD ile ilişkilerde ton giderek sertleşiyor. Xi, “yeni bir Soğuk Savaş istemiyoruz” dese de iki ülke arasındaki ekonomik ve teknolojik rekabet neredeyse her alana sirayet etmiş durumda. Çin, ABD’nin “zorbalık” dediği politikalarına karşı kendi alternatif düzenini öne çıkarıyor.

Rusya ile ilişkiler daha farklı: Ortak düşman Batı olunca, iki ülke birbirine daha çok yaklaşıyor. Enerji iş birliği, doların küresel hakimiyetine alternatif arayışlar ve NATO karşıtı duruş, bu yakınlaşmanın temel taşları.

Hindistan ise ayrı bir denklem. İki ülke sınırda zaman zaman gerilim yaşasa da Xi, “Ejderha ve Fil bir araya gelmeli” diyerek iş birliği çağrısı yapıyor. Uçuşların yeniden başlaması, ticaretin artması bu pragmatik yaklaşımın işaretleri.

Türkiye de Çin için kritik. Uygur meselesi iki ülke arasında hassas bir dosya olsa da Pekin Ankara’yı Kuşak ve Yol’un merkezinde bir köprü olarak görüyor. Ekonomi ve güvenlik iş birliği, çoğu zaman insan hakları tartışmalarının önüne geçiyor.

Geleceğin düzeni

Bugün Çin, ekonomik bir dev olmanın ötesinde diplomasi ve güvenlikte de oyun kurucu. Xi’nin “Büyük Ülke Diplomasisi”, Deng Xiaoping’in mütevazı politikalarının çok ötesinde. Peki bu nereye varacak? Bir ihtimal, Çin’in yükselişi küresel düzeni daha dengeli ve çok merkezli hale getirebilir. Küresel Güney ülkeleri, Batı’nın dayattığı kurallara mahkûm kalmadan kalkınma şansı bulabilir. Diğer ihtimal ise, Çin’in yükselişi yeni gerilimlerin kapısını aralar. ABD-Çin rekabeti derinleşirse, 21. yüzyılın büyük krizleri bu eksende şekillenebilir. Kuşak ve Yol’un çevresel riskleri, borç tartışmaları ve güvenlik meseleleri dünya gündeminden kolay kolay düşmeyecek.

Şurası kesin: Çin artık geri dönülmez bir şekilde küresel sahnenin merkezinde. Xi’nin hayali olan “Çin Rüyası” sadece bir ülkenin değil, tüm dünyanın kaderini değiştirecek güçte. Ve bizler, bu dönüşümün tam ortasında yaşıyoruz.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...