08 Aralık 2025

Ukrayna’nın “makus” geleceği ve ABD’nin rolü

ABD ve Rusya arasında yürütülen barış diplomasisi, Ukrayna’yı masanın dışına iten ve Avrupa’nın güvenlik mimarisini Washington’un öncelikleri doğrultusunda yeniden şekillendiren bir süreci işaret ediyor.

Rusya-Ukrayna Savaşı, ağustos 2025 tarihinde Alaska’da Rusya Devlet Başkanı Putin ve ABD Başkanı Donald Trump arasında gerçekleşen görüşmenin kasım ayında 28 maddelik barış planına dönüşmesiyle barış söylemlerinin yoğunlaştığı yeni bir sürece evrildi. Özellikle Ukrayna’nın NATO üyeliği, sınır güvenliği, toprak tavizi gibi konular nedeniyle Avrupa Birliği (AB) ve Ukrayna tarafından teslimiyet olarak ifade edilen bu barış planı Avrupa tarafından Ukrayna’nın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne aykırı maddeler içeren Rusya lehine bir girişim olarak değerlendirilerek eleştirildi. AB’nin ve Ukrayna’nın vetosu barış planını 28 maddeden 19 maddelik bir taslağa çevrilmesine sebep oldu. Güncellenmiş barış planı, 2 Aralık 2025 tarihinde Putin, Putin’in yanı sıra dış politika danışmanı Yuri Ushakov ve ekonomik ilişkiler özel temsilcisi Kirill Dmitriev, Trump’ın Orta Doğu özel temsilcisi Steve Witkoff, Trump'ın danışmanı Jared Kushner Moskova’da görüşüldü. Görüşme sonrası yapılan açıklamada toprak meselesi üzerinde bir uzlaşı sağlanamadığı ve statü konusunda anlaşılamadığı ancak diplomatik kanalların açık olduğu doğrultusunda açıklama yapıldı.

Ukrayna sürecin merkezinde yer almıyor

2 Aralık’ta gerçekleşen görüşmede ateşkesin sağlanması adına somut bir ilerleme kaydedilememiş gibi görünse de artık savaşın seyrinin yalnızca sahada askeri çatışmalar tarafından belirlenmeyeceği, diplomatik ve jeopolitik stratejilerin de devreye girdiğinin görülmesi açısından önemli. Diğer yandan savaş sonrası müzakerelerde Ukrayna’nın merkezde olduğu ve Avrupa ülkelerinin güvenlik garantileri ve toprak konularında belirleyici olduğu bir masa kurulması beklenirken, Avrupa ülkeleri ve Ukrayna’nın dışlandığı ABD-Rusya ekseninde barış şartlarının görüşüldüğü bir zemin oluşturulması açısından da dikkat çekiyor.

Rusya açısından ABD’yle doğrudan barış görüşmelerini yürütmek, normatif değerlerin baskın olduğu ve Batı Avrupa ülkeleri ve Doğu Avrupa ülkelerinin birbirinden farklı şartlar sunacağı bölünmüş AB’yle yürütmekten elbette daha avantajlıdır. Bir de Trump’ın barış planının Rusya’nın lehine olduğu göz önünde bulundurulduğunda Putin, hem mevcut kazanımlarını koruyor, hem stratejik pozisyonunu güçlendiriyor hem de Rusya’nın küresel meşruiyetini arttırıyor.

Hesapları ABD karıştırdı

Asıl mesele geleneksel olarak Avrupa’nın yanında durması beklenen ABD’nin doğrudan Rusya’yla masaya oturmak istemesidir. Bu politika ABD’nin Avrupa güvenlik mimarisini kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmek istemesinin sonucu olarak değerlendirilebilir. Zira barış şartları kim tarafından sağlanırsa barışın içeriğini de o aktör belirler. Eğer barış görüşmeleri AB öncülüğünde gerçekleşirse, bağımsız bir güvenlik aktörü olarak AB öne çıkar ve ABD’den bağımsız bir güvenlik kimliği kazanır. Ancak bu ABD çıkarlarına uygun bir seçenek değil. Barışı ABD sağlarsa, Avrupa, ABD şartları doğrultusunda şekillenen güvenlik modeli içerisinde kalır. Hatırlanacak olursa savaşın başladığı yıllarda Avrupa’da AB’nin stratejik özerkliği ve “NATO’nun beyin ölümü gerçekleştiği” gibi tartışmalar gündemdeydi. Ancak Ukrayna Savaşı Avrupa ülkelerinin güvenlik algısını tamamen değiştirdi. Rusya tehdidine karşı Avrupa güvenliğinin sağlanmasında ABD’nin liderliğine ve NATO’nun caydırıcılık kapasitesine olan güven arttı. Bununla birlikte artan Avrupa-Rusya, bilhassa Almanya-Rusya enerji ilişkisi Rusya-Ukrayna savaşıyla sona erdirilerek hem Rusya’nın bölgesel yükselişi hem de Almanya’nın AB içinde güçlenmesi engellenmiş oldu. Aynı zamanda enerji ve savunma alanlarında Avrupa-ABD ekonomik ilişkileri derinleşti. Diğer yandan Ukrayna savaşıyla hem Rusya’nın askeri gücü Ukrayna’ya yoğunlaştırıldı hem de yaptırımlarla ekonomik olarak baskı altına alınmaya çalışıldı. Yani Rusya-Ukrayna Savaşı, hem AB’nin ABD’den bağımsız küresel bir aktör olarak güçlenmesinin hem de Rusya’nın Avrupa’da genişlemesinin ve bölgesel etkisinin kısıtlandığı bir fırsatı ABD’ye sundu.

Rusya beklentilerin aksine çökmedi

Tabii Rusya-Ukrayna Savaşı belli bir noktada ABD’ye fayda sağladı. ABD, Rusya’nın 1-2 yılda çökmesini beklerken; Rusya sanayisini savaş ekonomisine çevirmesi, Batı yaptırımlarını aşması ve Çin-İran-Kuzey Kore’nin desteğini alması göz önünde bulundurulduğunda savaşın devam etmesi durumunda maliyetin ABD’ye sağladığı faydayı aşacağı anlaşılıyor. Keza ABD halkı Ukrayna’ya destek vermek yerine göç, ekonomi, enflasyon gibi konulara yoğunlaşmak istiyor. Kongrenin Cumhuriyetçi kanadı da Ukrayna’ya destek politikasına karşı çıkıyor. Aynı zamanda Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ABD’nin Çin’e karşı hazırlığını zayıflattığı düşünülüyor ve ABD, Ukrayna dosyasını kapatıp Çin’e odaklanmak istiyor. Zira ABD için uzun vadeli rakip Rusya değil, Asya-Pasifik’te bölgesinde ve küresel ekonomide giderek güçlenen Çin. ABD-Rusya arasında başlatılan barış görüşmeleri, ABD’nin diplomatik girişimlerle hem Rusya’yı hem de Avrupa’yı kontrol altında tutarak Çin’e yoğunlaşmak istediğini gösteriyor. Rusya’ya karşı yürütülen yaptırımlar ve artan NATO koordinasyonu, Çin’i ekonomik ve diplomatik olarak Rusya’yla yakınlaştırdı. Bu yakınlaşma ABD’nin geleneksel Avrasya politikasına uzun vadede zarar verecek şekilde Çin’in nüfuzunu arttırıyor. Bu bağlamda öncelikle Rusya müzakere masasına çekilerek Çin’in Rusya üzerinden avantaj elde etme potansiyelinin zayıflatılması amaçlanıyor. İkinci olarak ABD dikkatini ve kaynaklarını Avrupa’dan Asya-Pasifik’e kaydırmak istiyor. Zira Çin’in Tayvan üzerindeki baskısını artırması, ABD’nin bölgedeki askeri varlığını doğrudan etkiliyor ve Asya-Pasifik’te güç dengesinin Çin lehine değişme riskini artırıyor. Dolayısıyla ABD için Rusya-Ukrayna Savaşı’nın çözülmesi bir zorunluluğa dönüşmüştür.

AB izleyici konumda kalıyor

ABD’nin Ukrayna savaşına yönelik yaklaşımının çatışmayı tamamen sonlandırmaya yönelik barış arayışından çok Rusya’yı kısıtlayan, Avrupa’nın ABD’ye stratejik bağımlılığını koruyan ve Çin-Rusya eksenini zayıflatan kontrol edilebilir bir istikrarsızlık hedeflediğinin ifade edilmesi gerekir. Bu hedef Ukrayna’nın fiilen kaybetmesi ve  donmuş bir çatışma noktasına dönüşmesi anlamına gelmekle birlikte stratejik olarak Ukrayna’nın egemen bir aktör değil büyük güç rekabetinin nesnesi haline geldiğini gösteriyor. Ekonomik ve askeri anlamda Ukrayna’nın yanında yer alan AB ise Ukrayna’nın makus geleceğini şekillendiren süreçlerde askeri kapasite eksikliği, stratejik özerklik yetersizliği gibi nedenlerden dolayı izleyici pozisyonunda kalmaktadır.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...