
Trump’ın Orta Doğu planının arkasında neler var?
İbrahim Anlaşmaları ile Filistin meselesini bypass eden Trump, 7 Ekim'i radikal bir dönüşüm fırsatına çeviriyor. Hedef, Gazze'yi Hamas'tan arındırıp ekonomik iş birliğine açık bir bölgeye dönüştürerek İsrail merkezli yeni bir güvenlik düzeni kurmak.
Orta Doğu, yüzyılların çatışmaları, ittifakları ve ihanetleriyle örülü bir coğrafya. Bu topraklarda barışa dair her umut, genellikle yeni bir hayal kırıklığının temelini oluşturdu. Oslo Anlaşmaları’nın sararmış sayfaları, Camp David’in başarısız fotoğrafları ve sayısız kanla lekelenmiş ateşkesler… Tüm bunların ardından, Donald Trump’ın 7 Ekim sonrası enkazından çıkardığı ateşkes anlaşması, yeni bir soruyu gündeme getiriyor: Bu seferki farklı mı? Gazze’de filizlenen bu kırılgan barış, İbrahim Anlaşmaları’nın ardından Trump’ın ısrarlı bir şekilde peşinden koştuğu “Yeni Orta Doğu” vizyonunun kapısını gerçekten aralayabilir mi?
Sorunun cevabı, Trump’ın Orta Doğu barışına yaklaşımının altında yatan, geleneksel diplomasiden radikal biçimde sapan saiklerde gizli. Trump’ın barış arayışı, romantik bir insaniyetçilikten veya tarihi bir uzlaşma arzusundan ziyade, soğuk, pragmatist bir reelpolitik ve kişisel siyasi miras arayışı üzerine inşa edilmiş gibi görünüyor.
İbrahim Anlaşmaları: “Ekonomik barış” ve ittifak mühendisliği
Trump’ın ilk başkanlık döneminde imzalanan İbrahim Anlaşmaları, onun Orta Doğu vizyonunun anahtar taşıydı. Bu anlaşmalar, geleneksel Arap-İsrail çatışmasının merkezindeki Filistin sorununu kenara iterek, yeni bir stratejik denklem önerdi. Temel mantık şuydu: Filistin meselesi, Arap devletleriyle İsrail arasındaki iş birliğinin önünde bir engel olmamalı; aksine, ortak düşmanlar (başta İran) ve ortak ekonomik fırsatlar, tarihi düşmanlıkların üstesinden gelebilir.
Buradaki temel saik, “ekonomik barış” fikriydi. Trump ve danışmanları, refahın ve ekonomik bağların güçlendirilmesinin, siyasi anlaşmazlıkları eriteceğine inanıyordu. Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas’la yapılan anlaşmalar, İsrail’e bölgesel meşruiyet, Arap monarşilerine ise ABD’nin artan siyasi ve askerî desteği ile yüksek teknoloji ve güvenlik iş birliği vaat ediyordu. Bu, Filistinlileri by-pass eden, devletler arası bir normalleşme süreciydi. Trump için bu hem bir dış politika zaferi hem de İran’a karşı oluşturulmuş güçlü bir Sünni-İsrail cephesinin temeliydi.
7 Ekim sonrası: Krizden fırsat yaratmak
Hamas’ın 7 Ekim’deki vahşi saldırısı, bu stratejiyi altüst etti. İsrail ile normalleşme yolundaki ülkeler bile, Gazze’de yaşanan insani trajedi karşısında geri adım atmak zorunda hissetti. İbrahim Anlaşmaları’nın kırılganlığı ortaya çıkmıştı; Filistin meselesi, hâlâ bölgesel denklemin merkezindeydi.
Ancak Trump ve ekibi için bu bir kriz değil, aksine radikal bir dönüşüm fırsatıydı. Bu yeni vizyon, “haritalar ve varsayımsal anayasal düzenlemeler” üzerine çökmüş olan Oslo sürecinden kökten bir kopuşu temsil ediyor. Trump’ın yaklaşımı, teoriyi değil, pratiği; müzakere masalarını değil, sahada yaşanan gerçekliği önceliyor.
7 Ekim, Trump’a Hamas’ı tamamen tasfiye etmek ve Gazze’yi “sıfırdan” inşa etmek için bir gerekçe sundu. Buradaki saik, İsrail’in güvenlik kaygılarını mutlak öncelik haline getirmek ve Filistin siyasetindeki en radikal unsuru ortadan kaldırarak, İbrahim Anlaşmaları’nın önündeki en büyük ideolojik engeli temizlemekti. Tasarlanan “teknokrat hükûmet”, “uluslararası güç” ve “silahsızlandırma”, Gazze’yi İsrail için bir tehdit olmaktan çıkarıp, İbrahim Anlaşmaları’nın ruhuna uygun, ekonomik iş birliğine açık bir bölge hâline getirmeyi amaçlıyor.
Trump’ın kişisel motivasyonları
Trump’ın barış arayışını salt stratejik hesaplarla açıklamak eksik kalır. Onun için bu, derin bir kişisel motivasyondur. Trump, kendisinden öncekilerin (özellikle Barack Obama’nın) başaramadığını başaran, “dünyanın en çözülmez sorununu” çözen lider olarak tarihe geçmek istiyor. “Ebedî barış” ifadesi, onun abartılı retoriğinin bir parçası olsa da aynı zamanda göz kamaştırıcı bir siyasi miras arayışını da yansıtıyor.
Ayrıca Trump’ın müzakere tarzı bu süreçte belirleyici. “Zorbalık yapma, gerilimi tırmandırma ve yakıcı bir aciliyet duygusu yaratma isteği” onun imza taktiği. İran’a yönelik maksimum baskı, Kudüs’ün başkent olarak tanınması ve Golan Tepeleri’nin ilhakının tanınması gibi tartışmalı hamleler, İsrail’in elini güçlendirerek müzakereleri onun istediği zemine çekmeyi amaçlıyordu. Gazze’deki anlaşma sürecinde de Katar ve Mısır gibi arabuluculara yönelik baskı, rehineler için “yardım seli” ve İsrail’e yönelik şartsız destek, bu “güçlü adam” diplomasisinin bir uzantısı. Bu yaklaşım, kısa vadeli çözümler üretmede etkili olabilir; ancak Gazze’nin on yıllık yeniden inşası gibi uzun soluklu, sıkıcı ve istikrar gerektiren bir süreç için gerekli olan “sürekli kararlılık” ile çelişebilir.
Bölgesel dinamikler, değişen dengeler…
Trump’ın vizyonu, bölgedeki değişen dengeler olmadan hayata geçemezdi. İran tehdidi, Sünni Arap monarşileri ile İsrail’i fiilî bir ittifaka zorluyor. Körfez ülkeleri, artık içi boş bir Filistin retoriğinden çok, istikrar, teknoloji ve İran’a karşı güvenlik arayışındalar. Gazze’nin yeniden inşası için finansman teklif etmeleri, bu yeni reelpolitiğin bir yansıması. Onlar için Hamas gibi İslamcı gruplar, İhvan geleneğinin bir parçası olarak kendi iktidarları için de bir tehdit oluşturuyor.
Ayrıca İran’ın bölgesel nüfuzunun (Suriye, Yemen, Lübnan’daki zayıflığı nedeniyle) görece gerilemesi, Sünni-İsrail ekseninin daha rahat hareket etmesine olanak tanıyor. Trump’ın planı, bu zayıflıktan faydalanarak, İran’ı daha da köşeye sıkıştırmayı ve bölgedeki “kötü niyetli etkisini” bertaraf etmeyi hedefliyor. Bu başarılırsa, Suriye ve hatta Lübnan’la yeni bağların kurulmasının önü açılabilir.
Zayıf ama gerçek bir şans
Peki, Gazze barışı yeni bir Orta Doğu’ya kapı aralayacak mı? Cevap, ihtiyatlı bir “evet, ancak” ile verilmeli. Trump’ın vizyonu, gerçekçi, acımasız ve bölgenin mevcut güç dinamiklerini kabul ediyor. Oslo’nun naif iyimserliğinden ziyade, güç ve çıkar dengesine dayanıyor. İsrail’in güvenlik paranoyasını merkeze alarak ve Arap dünyasının Filistin davasına olan ilgisinin azaldığı gerçeğinden hareketle, teoride işe yarayabilir. Ancak önündeki engeller devasa:
- Hamas’ın kalıcılığı: Hamas, bir fikir olarak silahsızlandırılamaz. İktidardan uzaklaştırılsa bile, Gazze’nin enkazları arasında direniş söylemini sürdürebilir.
- İsrail’in iç siyaseti: Netanyahu’nun aşırı sağcı koalisyonu, yerleşimci şiddetini durdurmaya ve anlamlı bir Filistin devleti olasılığını kabul etmeye yanaşmayacak. Trump’ın, “Yahudi yerleşimlerinin genişlemesini engellemesi” için Netanyahu’ya baskı yapması gerekecek, bu da onun İsrail’deki müttefikleriyle çatışması anlamına gelebilir.
- Filistin halkının ruh hali: 7 Ekim sonrası yaşanan yıkım, Filistinlilerde daha derin bir öfke ve umutsuzluk yarattı. Onlara sunulan “teknokrat hükûmet”, yeterince bağımsız ve onurlu görünmeyebilir. Şiddeti reddetmeleri ve bu yeni modele razı olmaları için ikna edilmeleri gerekecek.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.