Palto’ya sığmayan profesör: Mete Tunçay
Yakın tarihin zorluklarını belge bolluğu ile sansür arasındaki çelişkide gören Mete Tunçay, tarih bilinci eksikliğine dikkat çekerken; siyasal düşünceye dair analizlerinde demokrasiyi çoğulculuk, eleştirel akıl ve özgürlükle birlikte ele almış; Türkiye’de düşünsel bir pusula olmuştur.
“Yakın tarih ile arkeolojiye kadar geri giden disiplinleri arasında bir ortak tarih lafı olmakla birlikte değişik sorunlar var. Yakın tarihin en büyük sorunu belge ve bilgi bolluğu içinde anlamlı olanları seçebilmek, yani bu tarihçiliğe özenen insanlarda birtakım duyarlılıklar gerekiyor. Açık fikirli olması, tarihe bir şey ispat etmek için başvurmaması ve kendisine karşı da her zaman eleştirel olması gerekiyor. Ne yazık ki yakın tarih en sıcak tarih konusu. Yani arkeolojide yorum farkları insanların birbirinin gırtlağına sarılmasına varmaz ama yakın tarihte nerdeyse birtakım tarihçiler başka tarihçileri tekfir etmektedir. Bu sıcaklıktan kurtulmak kolay değil. Yakın tarihin özelliği belge bolluğudur dedim ama bu ideal olanıdır. Türkiye'de böyle değil. Türkiye'de yakın tarihimizin belgeleri kasdî olarak, cahillik ve ihmalkârlıktan araştırmacılara erişmiyor. Kasdî olarak erişmiyor, çünkü arşivlerde sansür var. Mesela ben Osmanlı arşivinde, son dönem alanında çalışmak için müracaat ettim ve reddedildim.
Onun dışında tarih bilinci devlet kurumları dâhil hiçbir kurumumuzda yok. Hangi kurumumuzun kendi arşivi düzenlidir? Dışişleri arşivinde çalışmak için bin dereden su getirmeniz gerekir ama hiç değilse orda Bilal Şimşir'in himmetiyle oluşturulmuş, düzenlenmiş bir arşiv var. Çok yerde arşiv malzemesi olacak belgeler Seka'ya gönderilip kâğıt hamuru yapılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi'nin arşivi gibi ki CHP'nin arşivi tek parti döneminde devletle özdeş olduğu için, rastgele bir siyasi partinin arşivinden farklıdır; devletin arşivi niteliğindedir, bu yok edildi. Hangi kuruluşumuzun kendi geçmişine karşı böyle bir duyarlılığı var? Bizim için mazi 10 yıl öncesidir? Ondan öncesinin konusu artık seneler içinde. Yakın tarihte marifetin belge bolluğu içinde anlamlı olanı seçmek noktasında olduğunu söylerken Türkiye'nin bu gerçeğini de göz önünde tutmak gerekir.” [1]
Bu sözler Mete Tunçay ile yapılan bir söyleşiden alınmıştır. Mete Tunçay “Hani Dostoyevski, Gogol için ‘Biz hepimiz onun Palto’sundan çıktık’ demiş. Benim akranlarım ve genç araştırmacılar kuşağı biz hep Tarık Zafer Hoca’nın Siyasi Partileri’nden çıktık” demiştir. [2] Bu benzetmelerden sonra ben de başlıkta attığım tabiri açıklamak ihtiyacı hissettim. Mete Hoca’nın da Palto’sundan da bir sürü talebe çıktı ama Mete Hoca Palto’ya sığmadı, kendi mecrasını açtı.
Mete Hoca’nın hayatına değinecek olursak, 27 Haziran 1936’da İstanbul’da doğdu. 1954’te (Beyoğlu) Atatürk Erkek Lisesi’ni bitirdikten sonra 1958’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı kurumda 1961’de siyasal bilimler doktoru, 1966’da siyasal teoriler doçenti oldu. 1961’de Rockefeller bursuyla Londra İktisat ve Siyasal Bilimler Okulu’nda incelemeler yaptı. 1972-1973 yıllarında bir yıl süreyle DİSK’te araştırma uzmanlığı görevini yürüttü. 1979’da SSCB Bilimler Akademisi konuğu olarak Sovyetler Birliği’nde, 1979-1980’de Fulbright bursuyla ABD’deki Stanford Üniversitesi Hoover Kurumu’nda araştırmalar yaptı.
1987-1988’de Hür Berlin Üniversitesi Carl von Ossietzsky profesörü oldu. 1984’te Tarih ve Toplum (İletişim Yayınları) dergisini yayımlamaya başladı. Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı’nın kuruluşunda yer aldı ve aynı kurumun yayımladığı Toplumsal Tarih dergisinin yöneticiliğini yaptı. Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü’nün kurucu başkanı ve uzun yıllar bu bölümde çalışmaları yürüttü. Tunçay, 18 Ağustos 2025’te 89 yaşında vefat etti. [3]
Tarihin inceliklerinde saklanan düşünür
Mete Tunçay hakkındaki dikkat çekici keşiflerden ilki -kendisinin de belli aralıklarla dile getirdiği gibi- siyasal düşünceler tarihi öğretmenliği yapmasına karşın, hep belirli bir tür tarihle uğraşan bir tarihçi olarak tanınmasıdır. Ancak deşifre etmeye değer boşluk derken söz konusu çelişkiden yola çıkılmıyor. Meraklısı Mete Tunçay'ın yaptığı çok sayıda nitelikli çeviri aracılığıyla başkalarının sesinde kendi görüşlerini dile getirdiğini rahatlıkla görebilir. Ayrıca çok sayıda tanıtım yazısında ya da derlemelerin önsöz ve giriş yazılarında da siyasal düşüncelerine dair izler bulunabilir. Mete Tunçay'ın siyasal düşünce ve siyaset bilimiyle ilgili, muhtemelen kendi tahmininden daha çok sayıda, derli toplu çözümlemeleri mevcuttur.
Deşifre edilmesi gereken boşluk, başka bir yerde. Siyasete dair ontolojik bir kavrayış ortaya konulmadan, siyasetin özgürlük olduğunu düşünmek, temsil kavramını, siyasal temsili, farklı veçheleriyle ele almadan; siyasal parti nosyonu olmadan tek parti ve parti sistemleri üzerine çözümlemeler yapmak ve nihayetinde temsili demokrasinin sınırları içinde geliştirilen onca tahlilden sonra aniden demokrasinin doğrudan biçimlerinin de olduğunu genç nesillere hatırlatma ihtiyacının hasıl olması, Mete Tunçay'ın eserlerinde deşifre edilmesi gereken boşluğun asıl öğeleridir. Buna bir de tarihsel materyalist toplumsal formasyon kavrayışı ile mahcup bir anarşist tercih arasındaki gerilimi, bilimin zamanın gereklerine uygun bir biçimde sistematik boyutu öne çıkarılarak kavranılması ihtiyacı (Poppercilik) ile çatışmadan arındırılmış bir çoğulculuk düşüncesini eklemek gerekir.
Quentin Skinner’in ifadesiyle, “sanatçının bir siyaset düşünürü” olarak tarif edilebileceği kişi Ambroco Lorenzetti’dir. Lorenzetti’nin eseri özellikle “iyi yönetim” ilkeleri bakımından yorumlanmış, alegorik yorum özerkliğe övgü çerçevesinde değerlendirilmişti. Oysa tarihin garip bir cilvesi, Lorenzetti’nin kötü yönetime dair freski en çok hasar görmüş olup aslında kelimenin gerçek anlamıyla yeniden yorumlanmaya, yüzlendirilmeye en muhtaç kısmıydı. Mete Tunçay doğru bir tercihle insanlığı ve Türkiye'yi hasara uğratan kötü yönetim biçimlerinin eleştirisine ve rehabilitasyonuna daha çok zaman hasretmiştir. Çalışmalarında siyasal çözümlemenin bir bütünlük arz etmekten çok, tarihsel çözümlemenin içine dâhil edilmesi ya da kıyısında kalmasının asıl nedeni bu olsa gerek. Önce metinlerde dağınık hâlde bulunan siyasal çözümlemeyi sınıflandıralım ve boşluğun iki kutbunu bir araya getirecek şekilde siyasal çözümlemeyi yeniden kurgulayalım; söz konusu çözümlemede güncel olanla tarihsel bağlamı içerisinde yok olmaya yüz tutan öğeleri ortaya koyalım.
Popper’ın demokrasisi, çoğulculukla açılan tartışma
Mete Tunçay'ın demokrasiye dair görüşleri ele alınabilir. Bunlar arasında en derli toplu ve doğrudan olanları, Popper'in aynı konuda yazdıklarına ilişkin yorumlarıdır. Popper'e göre demokrasi, halk egemenliği ile aynı şey olmadığı gibi, halkın kendi kendisini yönetmesiyle de ilgili değildir. Demokrasiyi halk egemenliğiyle birlikte düşünmek, boş bir lakırdıdır. Demokrasiyi tanımlamak için akıl ve özgürlük gibi soyut kavramlara ya da sözcüklere başvurmaya da ihtiyaç yoktur. Tunçay, Popper'in görüşlerini özetlemeye devam ederek, “Eski Yunan'da cumhuriyetlere demokrasi dendiğine bakmayın, bugünkü Avrupa monarşilerinin çoğu cumhuriyetlerden daha demokratiktir; çünkü demokrasi, bir irade beyanı ya da kudret ifade etmekten çok, halkın hükümetlerden seçim yoluyla kan dökmeden kurtulabilmesidir” demektedir. Eğer demokraside ölçüt, hükûmetlerden kan dökmeden kurtulabilmek ise parti ve seçim sistemleri, egemenliğin türü ve demokrasinin içeriği meselesini önceler. Popper'e göre, seçim sistemi ve iki partili siyasal sistem, hükûmeti sona erdirmeyi eksen alan bir demokrasi anlayışı bakımından, nisbi temsil ve çok partili sisteme göre çok daha işlevseldir. Çünkü iki partili sistemde hem koalisyona yer yoktur -böylelikle oy desteği azalan partilerin başarısızlıklarını örtme ve koalisyon içinde küçülerek de olsa yer alma şansı kalmaz- hem de seçmen, demokrasinin yeni bir hükûmeti işbaşına getirme iradesi olmaktan çok, bir önceki hükûmetin icraatıyla ilgili hesap verdiği bir süreç olduğuna yakından tanık olma fırsatı bulur. Tabii buna bir de yönetimde istikrar unsurunu eklemekte fayda var.
Tunçay’ın cevabı, temsiliyet aynası
Mete Tunçay Popper'in Anglo-Amerikan iki parti sistemini Kıta Avrupası’ndaki nisbi temsil ile karşılaştırmasını özetledikten sonra meseleyi Türkiye açısından ele almıştır. Tunçay Popper'in düşüncesini ancak belirli bir ekonomik ve toplumsal gelişmişlik düzeyinde kabul edilebilir bulur. Devamla, Anglo-Amerikan modelini diğer ülkelere oranla yeni fikirlere daha açık bulan Popper'in iddiasını da karşı çıkılamaz olarak niteler. Oysa Türkiye'de durum, değişik bir görünüm arz eder. Tunçay'ın 1989 yılında yazdığı makalesinden söylenecek olursa, “1960 sonrasında, iki buçuk partili sistem yerleşmiş görünüyor. l960’lardan başlayarak millî bakiyeli nisbi temsil sisteminden derece derece aşırı bir çoğunluk sistemine geçilmesine karşın, hâlihazırda iktidarı buçuk parti belirlemeye devam ediyor.” Tunçay'a göre seçim sistemi kendiliğinden parti sistemini tanımlamıyor.
Fakat Tunçay'ın Popper'de tartışmaya değer bulduğu çok daha önemli bir husus var: Kültürel çoğulculuk ve açıklık ile siyasal çoğulculuk ve açıklık birbirinden farklı şeylerdir; ilki ikincisini gerektirmez. Popper'in bu iddiasına Mete Tunçay'ın yanıtı, demokrasinin ancak çoğulcu bir toplumda mevcut olabileceğidir. Çoğulculuk ise toplumun türdeş olmaması (etnik, sınıfsal, dinsel vb.), toplumda farklı gruplar bulunmasıdır. Buna bir de söz konusu grupların varlıklarını özgürce sürdürebilmeleri eklenebilir. Aslında bu yorum Popper’i yanlışlamaktan çok, Popper’deki çoğulculuğu doğrulayan bir açıklama niteliğini haizdir. Tunçay'a göre Türkiye, yeterince yapısal bölünmüşlüğü içinde barındıran bir toplumdur. Asıl sorun söz konusu bölünmüşlüğün sistem açısından bir zaaf olarak algılanmak yerine, bir güç kaynağı hâline getirilebilmesidir. “Bölünme çizgileri Türkiye toplumunu çaprazlamasına kesiyor; bu ise demokrasi açısından gerçek bir avantaj: Bütün Türkler Sünni ve varlıklı, bütün Kürtler ise Alevi ve yoksul olsalardı, böyle bir yapı çatlamaz mıydı?”
Popper özetine geri dönersek, toplumda kültürel çoğulculuk kesinlikle olmalı. Ama bu, siyasal partilerin sayısına birebir yansımamalı. Çıkar grupları iki partiyi ellerinden geldiği oranda elbette etkilemeli; siyasal partiler, halk desteklerini kaybetme korkusunu taşıdıkları müddetçe dışarıdan gelen baskıları elbette değerlendireceklerdir. Tunçay, Türkiye örneğinde bunun çok da doğru olmayabileceğini, gelişme düzeyinin düşük olduğu, sivil toplum kuruluşlarının da geriliği nedeniyle egemen koşullandırmanın dışında kalan konularda halka duyarlılıklar kazandırmanın ve yeni seçenekler sunmanın, kurulu düzenin siyasal partileri kanalıyla zor olduğunu ifade etmektedir. Böyle bir durumda siyasal yelpazenin ortasında yer alan merkez partiler, kendilerine kitlesel destek sağlayabilmek maksadıyla yapısal bakımdan bölünmüş unsurlarla ilişkiye geçmeye çabalasalar da nihayetinde amaçları, süreçten tek taraflı yararlanmaktır. Merkez partileri hiçbir zaman sesi olmayanların sesi hâline gelemezler.
Mete Tunçay'ın Popper'in makalesine ilişkin nihai değerlendirmesi, toplumsal özgürlüğü genişletme istemiyle siyasal özgürlüğü birbirinden ayırmanın çıkar yol olmadığıdır. Hatta tersine, siyasal özgürlükleri doğru dürüst bir biçimde kullanmak suretiyle, toplumsal özgürlükleri geliştirebilmek mümkündür. “Var olan yaşayışımızın faturası o kadar yüksek ki yasakları kaldırıp bütün siyasal yelpazeyi açmakla katlanılacak riskleri göze almaya değer.” Eğer alışkanlıktan değilse ya da önemli bir düşünürü, yazdığı yeni bir yazı vesilesiyle hatırlatma amacını taşımıyorsa, onca farklılığın ardından Mete Tunçay'a hâlâ Popperci demek ne kadar mümkündür? [4]
Notlar
[1] Efdal Orhan; konuşan Mete Tunçay, Mete Tunçay'la Yakın Tarihimiz Üzerine Bir Söyleşi, Ankara, 1992. İlim ve Sanat, 33. sayı, s. 62.
[2] Mehmet Ö. Alkan, Gogol’un Paltosu: Tarık Zafer Tunaya ve “Siyasî Partiler”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, cilt 2, sayı 1, 2004, s. 475.
[3] https://bianet.org/haber/mete-tuncay-kimdir-310528 ; Mete Tunçay’a Armağan, Derleyenler: Mehmet Ö. Alkan, Tanıl Bora, Murat Koraltürk, İstanbul, İletişim Yayınları, 2007, s. 11.
[4] Mete Tunçay’a Armağan, s. 135-138.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.