
Matbaadan medyaya İran’da iktidarın yolculuğu
Matbaanın İran’a girişiyle başlayan basın serüveni, sansür, sürgün ve ideolojik propaganda arasında şekillendi. Kaçarlar’dan İslam Devrimi’ne uzanan bu süreçte basın, iktidar mücadelesinin hem aracı hem de kurbanı oldu.
Modern dönem dünya tarihinin en mühim gelişmelerinden birini teşkil eden matbaanın icadının bilhassa sosyo-politik ve iktisadi dönüşümlerde hatırı sayılır bir payı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Nitekim bu durum pek çok ülkede olduğu gibi İran’da da böyle seyretti.
Biraz daha somutlaştırmak gerekirse matbaanın icadı İran’da 19. yüzyılın ikinci yarısına -yani despot Kaçar hanedanlığı- dönemine tekabül etmişti. Bu dönemde millî bilinç vazifesi ülkenin siyasi ve içtimai zümresi aracılığıyla İran hudutları haricinde neşredilen gazetelerin sorumluluğundaydı.
1900’lü yıllara gelindiğinde ise neşredilen gazetelerin hükûmet ve halk arasındaki en etkin mücadele arenasına dönüştüğü gözlemlenmeye başlandı. Hatta İran tarihinde vuku bulan olaylara ve bu olayların basın sektöründeki tezahürüne dair çok çeşitli örnekler de mevcuttur. Zira gazeteler bilhassa meşrutiyet döneminde en faal politik güç enstrümanlarından biri olarak karşımıza çıkıyor.
Kaçarlar döneminde matbaa, basın ve sansürün ilk izleri
Kaçarlar İran’ında bu tarz iletişim araçlarının varlığına ve eylemlerine fırsat verilmediği dahası bu gazetelerin yayılması ve dağıtılmasının engellendiğine dair yorumlar da kimi uzmanlarca bahis konusu edilmektedir. Dolayısıyla özellikle Orta Doğu ülkelerinde kitle iletişim mekanizmalarının yaşanan toplumsal vakalar üzerinde tesirli bir aktör olduğu su götürmez bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.
Matbaanın İran coğrafyasına ilk girişi Kaçar Hanedanlığı’nın Feth Ali Şah hükümdarlığı dönemine dayanıyor. Bu dönemde başlayan Batılılaşma hareketleri sürecinde İran’ın matbaa ile tanıştığını söyleyebiliriz. İlk gazete yayını ise 1837 yılına gelindiğinde Nasırüddin Şah döneminde gerçekleşti.
Nasıreddin Şah hükümdarlığı yıllarında neşredilen gazeteler incelendiğinde gazetelerin ekseriyetle devlet tekelinde bulunduğu dikkatleri çekiyor. Bu nedenle rejimden bağımsız bir şekilde varlığını idame ettiren herhangi bir gazeteden bahsetmek oldukça zor. Öyle ki Nasırüddin Şah hükümdarlığı döneminde neşredilen gazeteler aracılığıyla hükûmete yönelik tenkitlere yer verilmesiyle beraber basına yönelik sansür ve kısıtlama da eş zamanlı artmaya başlamış, baskı altında bulunan İranlı gazeteciler ise başta Avrupa olmak üzere Hindistan, Irak, Mısır ve İstanbul gibi bölgelere göç etmişlerdir. Bu kapsamda İran’da basın tarihinin sansür ve kısıtlama ile berber başladığı söylense yanlış bir çıkarımda bulunmuş olunmaz. Sürgündeki gazeteciler ise yayınlarını İran dışında yapmaya başlamış bu gazete yayınları meşrutiyet döneminde Batılılaşmaya ve çağdaşlaşmaya ilişkin mefhumların tartışılmasına vesile olurken Batı hayranlığına da zemin hazırlamıştır.
Bu çerçevede matbaanın icadını takip eden yıllardan itibaren günümüze kadar basın kurumunun gerek siyasi gerek içtimai gerekse kültürel birçok noktada tesirli olduğu ve bu hâliyle iktidarın ve otoritenin mütemadiyen odak noktasında bulunduğu sonucuna varılabilir. Öyle ki basının meşrutiyet ve İslam Devrimi gibi tarihin pek çok dönüm noktasında önemli rol oynadığı su götürmez bir gerçektir. Dolayısıyla iktidarların kitle iletişim araçlarını bir propaganda mekanizması olarak yorumlaması devlet kontrolündeki tekelleşen gazete ve televizyon kanalları gerçeğini gün yüzüne çıkartmıştır.
Devrim sonrası medya: Propagandanın yeni yüzü
Günümüzde ise gelişen yeni iletişim teknolojilerinin bir diğer yandan da İslam Cumhuriyeti’yle İran halkı arasındaki fikri çatışmaya da ortam hazırlandığı gözlemlenebilir. Zira İran’da hususi televizyon kanallarına müsaade edilmemesi ve medya yapılanmasının sadece İslam Cumhuriyeti kontrolünde olması, toplumu internet ve yurt dışı yayın yapan uydu yayınlarına yöneltmektedir. İran halkının medya kurumlarına ve kanallara dair tavrı, ülkenin geleceği noktasında hem televizyonun hem de ortaya çıkan yeni iletişim mecralarının ve teknolojilerinin hayati bir öneme haiz olduğunu destekler niteliktedir.
Öte yandan şahlık rejiminin 1979 İran İslam Devrimi’nden önce mevcudiyetini muhafaza etmek gayesi ile basından istifade ettiği gibi 1979 Devrimi akabinde kurulan yeni İslam Cumhuriyeti yönetiminin de şah rejiminin döneminde olduğu gibi televizyon unsuruna ideolojik bir aygıt olarak baktığı ve ideolojik bir mekanizma olarak kullandığı dikkatleri çekmektedir. Nitekim İran’da 1979 İran İslam Devrimi akabinde hayatın birçok noktasında faaliyet gösteren ve yaşamın her alanına etki eden politikaların basın yayın organlarının teşkili noktasında hem düşünsel hem de yapısal olarak ciddi bir dönüşümü beraberinde getirdiği görülmektedir.
Özetle 1979 İran İslam Devrimi sonrasında İran, yalnızca bir rejim değişikliğine gitmedi. Aynı zamanda sosyal ve kültürel anlamda da ciddi bir dönüşüme girdi. Uluslararası arenada takip etmeye başladıkları “Devrim İhracı” stratejisi Tahran’ın medyasına da sirayet etti. Bugün Tahran yönetimince kurulan tüm bu yerel ve uluslararası basın kuruluşları da söz konusu politikaya -az ya da çok- hizmet etmektedir.
Tüm bu yorumlar ışığında Tahran’ın gerçekleşen İran İslami Devrimi’ni fırsat olarak nitelendirip devrime kültürel ve ideolojik bir anlam yükleyerek bunu tüm topluma mal etme kaygısı ile uluslararası arenada yeni bir politika benimsediği kolaylıkla söylenebilir. Özetle dün Kaçarlar Hanedanlığı, bugün İran… Bir taraf ondan sakındı, diğer taraf onu kullandı. Esasında her ikisi de aynı amaca hizmet etti: “Güç ve iktidar…”

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.