Doğu Akdeniz’de güç siyaseti: GKRY-İsrail-Yunanistan zirvesi
Doğu Akdeniz, enerji keşiflerinin ötesinde bloklaşma, askerî iş birliği ve altyapı projeleriyle yeniden şekilleniyor. GKRY-Yunanistan-İsrail hattında kurulan yeni güvenlik ve enerji mimarisi, Türkiye’siz bir bölgesel düzen arayışını açık biçimde ortaya koyuyor.
Doğu Akdeniz son on yılda yeni enerji keşifleriyle gündeme gelen bir bölge olmanın ötesinde, deniz yetki alanları, askerî güç intikali, enerji güvenliği, bölgesel düzen arayışları gibi iç içe geçmiş konular ile güç mücadelesinin sergilendiği jeopolitik rekabet sahasına dönüştü. Ortaya çıkan mevcut tablo Doğu Akdeniz’de klasik egemenlik tartışmaları ve ekonomik çıkarların yerini blok temelli iş birliği hizalanmalarının öne çıktığını gösteriyor. Nitekim geçtiğimiz hafta Fransa ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) arasında imzalanan Stratejik Ortaklık Anlaşmasından sonra Doğu Akdeniz’de bloklaşma eğiliminin derinleştiğini açıkça gösteren bir gelişme 22 Aralık 2025 tarihinde Batı Kudüs’te yaşandı. Batı Kudüs’te Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, GKRY Başkanı Nikos Christodoulides, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bir araya geldi.
Üç ülke liderinin gerçekleştirdiği zirve, klasik GKRY-Yunanistan ortaklığının sınırlarını aşarak bu yapıya stratejik bir tercihle İsrail’in dahil edilmesi açısından dikkat çekiyor. Söz konusu gelişme basit bir iş birliği gelişmesinden ziyade Doğu Akdeniz’deki güç dengelerini yeniden konumlandırmaya yönelik bilinçli bir hamleye işaret ediyor. Zira Doğu Akdeniz’de kendi deniz yetki alanı tezlerini uluslararası alanda meşrulaştırmayı amaçlayan ve deniz yetki alanları, enerji kaynakları, bölgesel güvenlik etrafında uzun vadeli stratejik ortaklığa dayanan GKRY-Yunanistan ortaklığı, Doğu Akdeniz’de düzen kurucu aktör olma iddiası için gerekli askerî, ekonomik, diplomatik kapasiteden yoksundur. Bu noktada gelişmiş askerî ve savunma sanayi kabiliyetine ve ABD ile stratejik yakınlığa sahip İsrail’in, GKRY-Yunanistan ortaklığına dâhil edilmesiyle GKRY-Yunanistan hattı küresel ölçekte daha görünür ve caydırıcı hale gelme fırsatı elde ediyor.
Zira Doğu Akdeniz’de enerji projelerinin belirsizliğini koruduğu, deniz yetki alanlarına ilişkin uyuşmazlıkların çözümsüz kaldığı, bölgesel güvenlik ortamının giderek daha fazla kırılganlaştığı bir dönemde gerçekleşen üçlü zirve GKRY-Yunanistan hattının tek başına savunamadığı jeopolitik iddiaları, daha güçlü bir aktör üzerinden gündeme getirme arayışını gösteriyor. Aynı zamanda zirvede ele alınan konu başlıkları ve siyasi mesajlar, üç ülke arasında mevcut diplomatik ilişkileri derinleştiren temastan ziyade; Doğu Akdeniz’de yeni bir güç mimarisi inşa etme çabasını yansıtıyor.
Bu bağlamda ilk olarak üçlü zirvede liderlerin güvenlik ve savunma iş birliğini derinleştirme konusunda anlaştıklarını ifade etmeleri dikkat çekiyor. Keza ortak tatbikatlar, savunma sanayi alanında eşgüdüm, kritik alt yapılarının korunmasına dair uzlaşı, söz konusu üçlünün askerî caydırıcılık kapasitelerini güçlendirme hedefine işaret ediyor. Ancak güvenlik ve savunma alanında iş birliği GKRY-Yunanistan-İsrail hattının ötesinde; zirve sonrası yapılan ortak basın açıklamasında ifade edildiği gibi ABD’nin bu yapıya eklemlenmesiyle üçlü yapının bölgesel bir güvenlik girişimi olmaktan çıkarılıp 3+1 formatı üzerinden daha geniş bir güvenlik mimarisinin ve uluslararası meşruiyetin amaçlandığı anlaşılıyor.
Altyapı üzerinden düzen kurmak: Enerji, güvenlik ve meşruiyet arayışı
Zirvede öne çıkan ikinci husus olan enerji konusu, ticari kazanç, altyapı finansmanı, transit geçiş avantajları, Avrupa piyasalarına erişim açısından değerlendirildiğinde GKRY-Yunanistan-İsrail hattında elbette önemli bir gelişmedir. Ancak bu alanda iş birliğini ekonomik rasyonaliteye indirgeyen bir çerçevede değerlendirmek eksik bir bakış açısı sunuyor. Zira Doğu Akdeniz’de son yıllarda enerji projeleri ekonomik getiri sağlayan yatırımdan ziyade mevcut hukuki ve siyasi anlaşmazlıklar nedeniyle jeopolitik bir anlam taşıyor. Üçlü zirvede enerji meselesinin “istikrar”, “enerji güvenlik”, “bölgesel iş birliği”, “kritik altyapıların korunması” söylemleriyle çerçeveleniyor olması, enerjinin askerî ve siyasi iş birliğini meşrulaştıran stratejik bir enstrüman olarak ele alındığını gösteriyor. Bu bağlamda bilhassa zirvede ele alınan deniz altı elektrik kabloları konusu teknik bir enerji bağlantısı meselesi değil, temelde deniz yetki alanlarına ilişkin fiili varlık ve kontrol iddiası üreten stratejik bir araçtır. Elektrik kablolarının geçtiği güzergâh göz önünde bulundurulduğunda İsrail kıyılarından GKRY’ne; GKRY’den Girit’e; Girit üzerinden Yunanistan’a inşa edilen hattın Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanları iddialarının çakıştığı yani ihtilaflı bir bölgeden geçmesinin planlandığı açıkça anlaşılıyor. Ancak bu hat “yeşil enerji”, “sürdürülebilirlik”, “Avrupa ile entegrasyon” gibi kavramlar üzerinden teknik bir zorunluluk, ekonomik gereklilik gibi sunularak tartışmasız ve olumlu bir hedef olarak gösterilmekte; hukuki ihtilaflar dolaylı yoldan perdelenmektedir. Bununla beraber elektrik kabloları meselesi askerî ve güvenlik başlıklarıyla da ilişkilendirilebilir. Keza kabloların korunması, sabotaj riskleri, kritik alt yapının güvenliği gibi konular üzerinden bu projenin askerî iş birliği ve ortak müdahale çerçevesinde ele alınmasına uygun zemini oluşturuyor. Yani enerji iletim planının ekonomik bir yatırım olmakla birlikte hukuki ihtilafları dolaylı yollardan aşmayı, askerî iş birliği ile korunabilir kılmayı ve bölgesel güç mimarisini alt yapı üzerinden yeniden inşa etmeyi hedefleyen bir plan olduğu da unutulmamalıdır.
Bununla birlikte enerji konusunda daha geniş bir bağlantısallık ve alternatif güzergâh söyleminin tercih edildiğine dikkat çekmek gerekiyor. Denizaltı elektrik kabloları gibi teknik olarak tartışmalı projeler, ABD’nin desteklediği Hindistan–Orta Doğu–Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) gibi büyük ölçekli altyapı şemsiyesi altında ele alınarak bölgesel taleplerin küresel ölçekte meşrulaştırılma çabasına işaret ediyor. GKRY-Yunanistan-İsrail üçlüsü, IMEC anlatısı ile öncelikle söz konusu altyapı projelerini Çin karşıtı küresel bağlantısallık stratejisinin bir parçası olarak sunarak ABD’nin stratejik öncelikleri uyumlu olduğu sürece siyasi korunma, diplomatik destek finansal kanallara erişim elde etmeyi umuyor. İkinci olarak Doğu Akdeniz’i uzun vadede Avrupa güvenliği tartışmalarında önemli bir alan olarak konumlandırmak istiyorlar. Doğu Akdeniz’den Avrupa’ya bu üçlü üzerinden uzanan enerji ve ticaret hatlarının Avrupa enerji güvenliği için kaçınılmaz bir güzergâh olarak sunmak ve diğer alternatif güzergâhları devre dışı bırakmak nihai hedeftir. Yani GKRY, Yunanistan ve İsrail geçici bir siyasi uyumdan ziyade; kalıcı ve geri döndürülemez bir alt yapı bağımlılığının vazgeçilmez düğüm noktası olarak bölgesel güvenlik düzeninin asli unsuru haline gelmeyi amaçlıyor.
Doğu Akdeniz’de şekillenen bu enerji, alt yapı ve güvenlik mimarisi doğrudan Türkiye’siz bir Doğu Akdeniz düzeni inşa etme çabasıdır. Aynı zamanda söz konusu cepheleşme, Suriye’nin Doğu Akdeniz’e erişim ve yeniden yapılanma potansiyelini; Libya’nın deniz yetki alanları üzerinden kurabileceği bağlantıları ve dolayısıyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığını; Filistin’in enerji ve deniz yetki alanları üzerindeki hak iddialarını; Mısır’ın Doğu Akdeniz’de enerji hub’ı olma kapasitesini; Ürdün’ün bölgesel enerji ve transit rolünü; Lübnan’ın bölgesel enerji denkleminde bağımsız bir aktör olarak dâhil olma imkânını; İran’ın bölgeye uzanan nüfuzunu; Rusya’nın enerji ihracatı üzerinden kurduğu jeopolitik etkiyi sınırlandırmayı ve Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne karşı Batı merkezli bağlantısallık düzeni oluşturmayı amaçlayan çok katmanlı bir dengeleme üzerine inşa edilen bir mimari öngörüyor.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.