
Bağımlılıkla mücadelenin görünmez aktörü: Babalar
Bağımlılıkla mücadelede babalar nerede duruyor? İlker Aktürk’ün ve Prof. Dr. Ömer Miraç Yaman’ın yapmış olduğu araştırma, babaların ya en büyük destek ya da en büyük engel olabildiğini gösteriyor. Araştırmadan yola çıkarak uzmanlarla babaların kritik rolünü ve çözüm yollarını konuştuk.
Bağımlılıkla mücadele, genellikle bireyin tek başına verdiği bir savaş gibi görünse de etkileri dalga dalga yayılan ve en temelde aileyi vuran bir "aile hastalığı" olarak tanımlanıyor. Bu zorlu süreçte anneler, çocuklarının yanında dimdik duran, gözyaşını içine akıtan ve mücadelenin her anına tanıklık eden figürler olarak öne çıkıyor. Peki, denklemin diğer yarısı nerede? Babalar bu savaşın neresinde duruyor?
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa'dan İlker Aktürk ve Prof. Dr. Ömer Miraç Yaman'ın yaptığı "Babaların Madde Kullanımı Tedavisine Katılımları Üzerine Nitel Bir Araştırma", tam da bu sessiz boşluğa ışık tutuyor. Araştırma, babaların tedavi sürecinde genellikle geri planda kaldığını, rollerinin daha çok maddi destek sağlamakla sınırlı olduğunu ve bu durumun tedavinin seyrini derinden etkilediğini ortaya koyuyor.
Peki, bağımlılıkla mücadelede "görünmez" kalan babaların rolü gerçekten ne? Onların yokluğu ya da yanlış varlığı, tedavi sürecini nasıl etkiliyor? Bu dosyamızda, bilimsel araştırmanın bulgularını, araştırmacının ve psikologların görüşleriyle birleştirerek, bu kritik sorunun yanıtlarını arıyoruz.
“Babanın katkısı çoğu zaman finansal destekle sınırlanıyor”
“Babaların Madde Kullanımı Tedavisine Katılımları Üzerine Nitel Bir Araştırma” adlı çalışmanın sahiplerinden Psikoterapist PhD. İlker Aktürk, babaların tedaviye katılımlarının genellikle maddi destekle sınırlı kaldığını ve annelerin manevi desteği üstlendiği ortaya koyuyor. Kendisine bu iş bölümünün altında yatan temel toplumsal ve psikolojik dinamiklerin neler olduğu sorduğumuzda, araştırmalarındaki bulguların izleğinde şöyle cevap veriyor: “Burası aslında meselenin biraz kalbi. Araştırmada gördüğümüz tablo, ‘sağlayıcı baba—bakım veren anne’ şablonunun tedavi alanına neredeyse aynen taşındığını gösteriyor. Babalar çoğu zaman sorunu bir an önce halledilmesi gereken ve tedavi süreçleriyle ilişkili olarak bir masraf kalemi olarak çerçeveliyor; annelerse gündelik, görünmez ve yoğun duygusal emeği üstleniyor. Bu, yalnızca bir tercih değil, erkekliğin duygusuzlukla ve kontrolle özdeşleştirilmesinin bir sonucu. Erkek için yardım istemek ya da kırılganlık göstermek ‘itibar kaybı’ gibi algılandığında, tedaviye duygusal katılım geri planda kalıyor; babanın katkısı çoğu zaman finansal destekle sınırlanıyor. Bir diğer dinamik ‘otorite—utanç’ ekseni. Baba, ‘evin sorumlusu’ rolüyle başarısızlık hissini görünür kılmak istemiyor; damgalanma ve ‘el âlem’ baskısı, onu görünür sahnelerden (grup toplantıları, aile oturumları) uzaklaştırabiliyor. Bu kaçınma, ev içindeki duygusal sıcaklığı daha da azaltıp annenin omzundaki yükü artırıyor. Öte yandan babanın hızlı hayal kırıklığı ‘bu kadar para harcadık, yine döndü’ —tedavi inancını kolayca kırabiliyor; yanlış/eksik bilgi ve umut tacirliği bu kırılganlığı derinleştiriyor. Türkiye’deki geleneksel babalık rolleriyle ilişki çok güçlü: “geçim sağlayan—disiplin eden—mesafeli” baba ideali, bakımın duygusal boyutunu “anneliğe” havale ediyor. Oysa bulgular, babanın şefkatli ve kapsayıcı tutumunun moral ve motivasyon üzerinde belirleyici olduğunu; suçlayıcı, tehditkâr yaklaşımınsa iyileşmeyi baltalayabildiğini gösteriyor. Babalar umut verici iyileşme örnekleriyle temas ettikçe ve bağımlılığı ‘ahlaki problem’ yerine ‘tedavisi olan problemli bir davranış veya hastalık’ olarak çerçeveledikçe sürece daha çok ve daha yapıcı katılıyorlar. Ama bu süreç babanın da kendisine temas etmesini zorunlu kılıyor. Ne yazık ki bu döneme kadar çocuğu ile sağlıklı ve güçlü bir bağ kuramamış olan babanın, böyle zor bir süreçte bu bağı yeniden inşa etmesi de biraz zor açıkçası.”
“Bir yanda çocuğunu kurtarmak için her şeyini vermeye hazır bir baba, öte yanda farkında olmadan yarayı derinleştiren bir ebeveyn”
Araştırmanın en çarpıcı bulgularından biri, babaların tedaviye katılımlarının iki ucu keskin bir bıçak gibi olması: Babalar, sürecin en büyük destekçisi olabilecekleri gibi, en büyük engeline de dönüşebiliyor. İlker Aktürk, “Araştırma kapsamında yaptığım görüşmelerde, babaların gözlerindeki çaresizliği ve öfkeyi aynı anda görmek beni gerçekten etkilemişti. Bir yanda çocuğunu kurtarmak için her şeyini vermeye hazır bir baba, öte yanda nasıl yardım edeceğini bilmediği için sürekli yanlış hamleler yapan, farkında olmadan yarayı derinleştiren bir ebeveyn” diyor ve gözlemlerini şu şekilde anlatıyor:
“Salih'in anlattıkları hâlâ kulaklarımda: ‘Çok öfkelendiriyordu beni... Hiç durmadı tedavi konusunda yanımda.’ Bu cümlede ne kadar acı var, değil mi? Bir babanın varlığını bu kadar yıkıcı hissetmek... Ya da Yiğit'in ‘babam yokmuş gibi’ demesi - bunlar sadece veri değil, paramparça olmuş bir ilişkinin portresi. Bu kişiler madde kullanıcısı, elbette isimlerini değiştirerek burada sunuyorum. Babalarla çalışırken, öncelikle onların da yaralı olduklarını kabul etmek gerekiyor. Kasım Bey'in ‘umut tüccarları’ tarafından sömürülme hikâyesi, aslında tedavi sürecinde sistemin babaları nasıl yalnız bıraktığının acı bir göstergesi. Bir baba düşünün - oğlunun gözlerinin içinde eridiğini görüyor, ne yapacağını bilmiyor, sahte umutlara binlerce lira veriyor ve sonunda ‘Maddi olarak bittik’ diyor. Bu sadece ekonomik değil, duygusal bir iflas aslında. Yine de şunu da gözden kaçırmamak lazım, daha sonra da değiniriz elbette ama sistem babaları arzu etse de babalar tedaviye katılımı yüksek düzeyde arzu etmediğinde, kendini besleyen bir döngü doğuyor. Sistemde problem var diyerek topu taça atmak istemiyorum çünkü birçok kurumda bu konuda kıymetli işler yapılmaya çalışılıyor. Babaları dönüştürmek için önce onları görmek lazım. Nedim Bey'in NA (Adsız Narkotikler) grubundaki deneyimi bunu çok güzel anlatıyor - 20 kişiden sadece 3'ü erkek. Neden? Çünkü babalar ‘yenilgiyi başkalarının görmesini istemiyor.’ Bu utancı, bu toplumsal baskıyı anlamadan, empati kurmadan hiçbir müdahale işe yaramaz.”
İlker Aktürk, babalar ile yaptığı görüşmeler doğrultusunda onları anlamanın önemine de değiniyor ve hislerini paylaşmaya çalışıyor: “Babaları başarı hikâyelerine tanık etmek gerçekten güçlü bir değişim gücüne sahip. Kasım Bey'in ‘Karanlıkta ilerliyorduk, çırpındıkça batıyorduk’ demesi, sonra iyileşmiş insanları görünce ‘Doğru yerdeyim’ demesi... Bu sadece sözde bir değişim değil, duygusal bir yeniden doğuş aslında. O karanlıktan çıkış anını yaşamak, umudun yeniden filizlenmesi... Tabii mesele bununla kalmıyor, babaların bu sürece zararları da olabiliyor. Hayal kırıklıkları, tedavi konusundaki hızlı beklentileri hataya tahammül etmeyi ciddi oranda azaltıyor. Burada da babaların arar verici potansiyeli dönüştürmek için bazı şeyleri idare etmeyi öğrenmeye ihtiyaç var. Mesela, babanın öfkesinin altındaki korkuyu görmek ve bunu ona yansıtmak, ‘Sen kötü bir baba değilsin, sadece nasıl yardım edeceğini bilmiyorsun’ ya da ‘Senin çocuğun kötü biri değil, o hata yapmış ve şu an bazı problemlerle boğuşan biri’ mesajını vermek. Ona hâlâ evladının, onun evladı olduğunu hatırlatmak gerek bazen. Yine kontrolcü davranışların aslında kontrolü kaybetme korkusundan geldiğini birlikte keşfetmek ve babanın da kırılganlıklarını paylaşabileceği güvenli alan yaratmak çok önemli. Belki de en önemlisi, Nedim Bey'in dediği gibi: ‘Çocuk bir sarılmak, şakalaşmak istiyor.’ Babalara bunu öğretmek, onlara ‘güçlü olmak için duygusal olmaman gerekmez’ demek... İşte asıl dönüşüm burada başlıyor. Bir babanın ilk kez çocuğuna koşulsuz sarıldığı anı görmek, profesyonel olarak yapabileceğimiz en anlamlı müdahale belki de.”
“Babalar umut bulduklarında sadece maddi değil, duygusal sermayelerini de ortaya koyuyorlar”
Söz konusu araştırmada babaların tedaviye katılma motivasyonunda “iyileşmiş madde kullanıcılarıyla tanışmanın” ve başarı hikâyeleri görmenin kritik bir rol oynadığı belirtiliyor. Fakat bunun için destek mekanizmalarının da babalar için geliştirilmesi gerekiyor. İlker Aktürk bu noktada şunları söylüyor: “Babalar için umut kaynakları yaratmıyoruz. Burada şunun da altını çizmek istiyorum; anneler için de umut kaynakları yaratmıyoruz. Ancak anneler tedavi vericiler ile hâliyle daha çok temas ettikleri için sürece dair umutları biraz daha canlı kalıyor. Topu sisteme atarak, kenara çekilmek makul gelmiyor bana. Ancak politika yapıcıların da babalara bu konuda daha fazla önem vermesi, daha fazla yatırım yapması gerekiyor. Nedim Bey'in gruba gittiğinde 20 kişiden sadece 3'ünün erkek olması tesadüf değil. Sistem, farkında olmadan babaları dışlıyor. Bunu nasıl yapıyor? Çok makro ölçekli okumalar gerekiyor bunun için. Babalar gruplara katılamıyorlar, görüşmelere gelemiyorlar çünkü çalışmak durumundalar. İzin alamıyorlar. Başka bir yol bulmamız lazım bu insanlarla temas etmek için. Anneler için destek grupları var, anneler rahatça ağlayabiliyor, paylaşabiliyor. Ama babalar? Onlar için güvenli alanlar yok. ‘Yenilgiyi başkalarının görmesini istemiyorlar’, çünkü bu zaten bir kriz. Başka bir yazımda da dile getirdiğim gibi bu bir babalık ve erkeklik krizinin de tezahürü.”
Ayrıca “İyileşmiş madde kullanıcılarıyla tanışmanın babalarda yarattığı dönüşüm muhteşem bir potansiyele işaret ediyor tabii. Serdar Bey'in ‘Ümitlendim’ demesi, Nedim Bey'in ‘Benim oğlum da bırakır’ diye umutlanması... Bir baba, başka bir babanın çocuğuyla gurur duyduğunu gördüğünde, kendi çocuğuna dair geleceğini yeniden hayal edebiliyor. Mevcut sistemde bu buluşmalar tamamen tesadüfe bırakılmış durumda. Kimi babalar şanslı, NA gruplarını buluyor. Kimi babalar ise Ziya Bey gibi ‘umut tüccarlarının’ eline düşüyor, maddi ve manevi olarak tükeniyor. Belki de en önemlisi, babaları tedavinin başında değil, sürecin her aşamasında görmek. Yiğit'in "babam yokmuş gibi" demesi, Salih'in babasının sürekli tedaviyi sabote etmesi... Bunlar sistemin babaları doğru yönlendiremediğinin, onlara nasıl dâhil olacaklarını öğretemediğinin acı sonuçları. Araştırmada biz gördük ki babalar umut bulduklarında, sadece maddi değil, duygusal sermayelerini de ortaya koyuyorlar. Nedim Bey'in bir yıl işini bırakıp çocuğunun peşinde koşması, salt fedakârlık değil - umudun gücü. Sistem bu gücü harekete geçirebilirse, tedavi başarı oranları dramatik şekilde artabilir” diyerek bu desteğin ne kadar önemli olduğunun altını çiziyor.
“Aileler en savunmasız oldukları anda istismara en açık hâle geliyorlar”
Umut evet, çok güçlü. Dolayısıyla aileler, çözüm için her kapıyı çalıyorlar. Açılan her kapı ise maalesef iyi sonuçlar doğurmuyor. Umudun ticaretini yapan bazı fırsatçılar gibi… İlker Aktürk, görüştüğü babaların karşılaştığı umut tüccarlara dair durumunu şöyle özetliyor: “Sahada yaptığım görüşmelerde, neredeyse her babanın en az bir kez bu tuzağa düştüğünü gördük. Ziya Bey'in anlattıkları hâlâ aklımda: ‘Falanca yerdeki doktorlar, binlerce lira... Maddi olarak bittik yani.’ Sadece para kaybı değil bu, aynı zamanda umudun, güvenin, zamanın kaybı. Araştırma sürecinde fark ettiğim en acı gerçek şu: Aileler en kırılgan oldukları anda, en savunmasız oldukları anda istismara en açık hâle geliyorlar. Kasım Bey'in dediği gibi ‘Hazır müşteri durumundalar.’ Çocuğunun gözünün içinde eridiğini gören bir baba, ‘mucize’ vaat eden herkese inanmaya hazır. Bu sadece naiflik değil, çaresizliğin getirdiği bir zorunluluk gibi.”
Ailelerin, özelde de babaların bağımlılık tedavisinde doğru bilgiye erişememesinde en temel etkenleri ise Aktürk şu şekilde sıralıyor ve önerilerini dile getiriyor: “Doğru bilgiye ulaşmanın önündeki en büyük engel, bağımlılık alanındaki bilgi kirliliği ve denetimsizlik. Araştırmamda babalar sürekli ‘Kimse ne halt edeceğini bilmiyor’ dediler. İnternette ‘bağımlılık tedavisi’ diye arattıklarında karşılarına çıkan onlarca ‘merkez’, ‘uzman’, ‘mucize tedavi’... Hangisi gerçek, hangisi tuzak? Babalar bunu ayırt edecek durumda değil. Bir diğer problem ise aciliyetin getirdiği panik. Çocuğunun yüksek doz riski varken, internette saatlerce araştırma yapacak lüksünüz yok ya da çocuğunuz gece eve gelmediğinde siz onun madde kullanmaya gittiğini bildiğinizde acele ile karar verip, randevu alıyorsunuz. İlk ulaştığınız, size umut veren yere gidiyorsunuz. Sonra ‘hastaneye yatıp ilaç tedavisine başladıktan sonra her şey bitecek’ gibi yanılgısına düşüyorsunuz, ta ki gerçekle yüzleşene kadar. Burada zikretmekte fayda var. Ülkemizde bağımlılık tedavisi konusunda neredeyse dünyada benzer ölçekte örneği bulunmayan bir yapıya sahibiz: Yeşilay Danışmanlık Merkezi (YEDAM). Türkiye Yeşilay Cemiyeti’ne bağlı olarak faaliyetlerini yürütüyor Yeşilay Danışmanlık Merkezi. Tamamen ücretsiz ve kaliteli ekipleri var, Türkiye’nin her yerinden telefonla bile ulaşılır hâldeler. Doğru bilgiye ulaşmak daha kolaylaştı sayelerinde.”
“Bir baba ‘Ben hiç sarılmadım, nasıl yapılır bilmiyorum’ dediğinde aslında kendi kırılganlığıyla yüzleşiyordu”
Bu çalışma doğrultusunda 20 baba ve 20 madde kullanıcısıyla derinlemesine görüşmeler yapan İlker Aktürk, ayrıca araştırmaya dair kendi kişisel bakışını “En başta ben de babaların büyük ölçüde mesafeli kalacağını, tedavi sürecine katılımlarının çoğunlukla maddi destekle sınırlı olacağını düşünüyordum. Zira bu yöndeki gözlemlerim beni bu araştırmayı yapmaya itmişti. Bu büyük ölçüde doğrulandı ama beni en çok şaşırtan, duygusal yakınlık kurmayı başaran babaların etkisinin ne kadar güçlü olduğu oldu” şeklinde dile getirirken kendisini şaşırtan durumları ise şu sözlerle paylaştı: “Bir baba, ‘İlk defa oğluma sarıldım, aslında yıllardır bunu bekliyormuş’ dediğinde, sadece çocuğun değil, bütün ailenin havası değişmişti. O anda şunu çok net gördüm: Küçük bir temas bile, yıllardır süren mesafeyi bir anda eritebiliyor. Şunu gözden kaçırmamam gerektiğini gördüm; bazen ciddi krizler, babaların içinde yatan sevgiyi ve yakınlığı bir anda ortaya çıkarıveriyor. Oğluna bugüne kadar hiç sarılmamış bir baba, çocuğu aşırı doz sebebiyle hastaneye kaldırıldığında, yanında refakatçi kalmış ve elini hiç bırakmamış, ondan defalarca özür dileyerek; onu öpmüş, koklamış ve sarılmıştı. İlginç meseleler gerçekten. Bana bir kez daha gösterdi ki bu araştırma, insana dair herhangi bir meseleye bütünüyle hâkim olmak mümkün değil, insan her daim daha sonra size göstermek üzere içinde sırları taşıyor. Bir diğer şaşırtıcı nokta, bazı babaların aslında sürece katılmayı çok istedikleri halde nasıl yapacaklarını bilmedikleri için geri durmalarıydı. Yani mesele bazen ‘isteksizlik’ değil, tamamen ‘yöntemsizlik’ti. Bir baba ‘Ben hiç sarılmadım ki, nasıl yapılır bilmiyorum’ dediğinde, aslında kendi kırılganlığıyla yüzleşiyordu. Bu, benim için çok çarpıcıydı, çünkü babalığın kültürel olarak ne kadar katı kalıplara sıkıştırıldığını bir kez daha hissettirdi. Dolayısıyla babalık rolü, düşündüğümüz kadar tek yönlü değil. Evet, mesafe, otorite ve finansal katkıyla sınırlı bir yönü var ama öte yandan doğru destekle duygusal olarak da çok güçlü bir kaynak olabiliyor. Ve bu kaynağa erişildiğinde, tedavinin seyri bambaşka bir yöne evrilebiliyor.”
“Bireylerin bağımlılık tedavisinde babalarının katılımı ve tavırları çok önemli”
Araştırmanın sunduğu boyutlara ek olarak, alanda bağımlı bireylerle çalışan klinik psikologlardan görüş aldığımızda çalışmayı destekleyen bulgular söz konusu. Klinik Psikolog Ayşe Aydoğan Açıkalın, “Bireylerin bağımlılık tedavisinde babalarının katılımı ve tavırları çok önemli öncelikle. Babalar katıldığı zaman tedavideki başarı artabiliyor” diyor ve bu katılıma dair gözlemlerini dile getiriyor: “Genellikle anneler tedavide çok daha etkin bir biçimde yer alıyorlar. Fakat babalar biraz daha geri planda oluyor. Davet ettiğimiz zamanlarda da satılmayabiliyorlar ve hatta haberleri olmayabiliyor. Bunun altında birçok şey yatabilir. Öncelikle durumu belki de inkârın bir göstergesi olabilir, çok kabul etmemeyle ilişkili olabilir. Biraz daha dışarıda kalmak isteyebiliyorlar babalar. Aile ve çevre tarafından etiketlenmekten endişe edebiliyorlar. Danışanlar ve anneleri, bu süreçte yalnız kalabiliyor. Tabii ki kültürel olarak da genellikle ‘Parasını veriyorum, tedavinin maddi tarafını karşılıyorum. Artık gerisini siz halledin’ gibi altta bir mekanizma da yatıyor olabilir. Böyle hepsi bir araya geldiğinde gerçekten babanın katılımını daha az, katılım sağladığında ise maddi olarak destekleyici bir taraftan görüyoruz.”
Ebeveyn desteğinin oldukça önemli olduğu bağımlılık tedavisinde babaların tutum ve davranışının da bireyler üzerindeki etkisine de dikkat çeken Kl. Psk. Ayşe Aydoğan Açıkalın, “Danışanların tedaviye başlama, tedaviyi sürdürme, tedavide kalma, kaymalar yaşandığında tedaviye tekrar dönme oranları düşebiliyor bazen. Danışanlar kendilerini umutsuz hissedebiliyor, ailelerinin tavırlarından etkilenebiliyor. Özellikle belli başlı tavırlar çok etkili olabiliyor. Örneğin babanın hızlıca bir beklentiye girmesi, hemen sorunun çözülmesini istemesi, tedavideki zorluklarda yoğun bir tahammülsüzlüğe ve hayal kırıklığına sahip olması gibi durumların hepsini tedavideki olumsuz yaklaşımlar çerçevesinde değerlendirebiliriz. Peki ne yapmak gerekiyor? Yani nasıl bir yaklaşım daha etkiliyor? Hem fiziksel hem de duygusal anlamda destek sağlanması danışan için çok önemli. ‘Tamam, böyle bir durum var ve bunu birlikte halledeceğiz. Sen yalnız değilsin. Birlikte düzeleceğiz’ şeklinde bir yaklaşım çok etkili. Özellikle danışanların babalarına kendilerini yakın hissedebilmesi, başları sıkıştıklarında başvurabileceklerini biliyor olması, güven hissediyor olmaları, babalarının kendilerine güven duyduklarını bilmeleri yine olumlu anlamında fayda sağlayacak yaklaşımlardan” açıklamasında bulunuyor.
“Süreçte yaşanacaklar hakkında anne ve babayı bilgilendirmek gerekiyor”
Babalarla da iletişimde olan terapistlerin yaklaşıma dair ise Ayşe Aydoğan Açıkalın, “Evvela babayı tedaviye dâhil etmek, terapistin belki de yapacağı en önemli şeylerden biri. Bu katılım da genellikle anneler üzerinden oluyor. Babayı da terapiye davet etmek, sonrasında bunun bir ekip işi olduğu mesajını vermek oldukça önemli. Terapistin ‘Biz aynı taraftayız. Siz evladınız, biz de danışan için bu sürecin iyileşmesi için uğraşıyoruz’ şeklindeki yaklaşımı biraz daha etkili oluyor. Sonrasında da doğru şekilde bilgilendiriyor olmak, doğru kaynaklara ulaştırıyor olmak çok önemli. Çünkü yanlış bilgi de çok fazla var. Özellikle irade meselesini doğru aktarmak gerekiyor, çünkü ‘İstese yapar, bizim oğlan istemiyor ki, bizim kız istemiyor ki’ gibi yaklaşımlar, tedavideki sürecin de olumsuz anlamda etkilenmesine sebep olabiliyor. Süreçte yaşanacaklar hakkında anne ve babayı bilgilendirmek gerekiyor. ‘Süreçte bizi bekleyen bazı zorluklar olabilir, relapslar yaşanabilir fakat önemli olan danışanın tedavide kalıyor olması, temiz kalma süresini sürdürmesi bizim için çok önemli. Bu yüzden ailede sıcak iletişim ve destekleyici ortam gerekli’ gibi aileyi doğru bilgilendirmeli terapist” diyor.
Aynı zamanda İlker Aktürk’ün ve Ömer Miraç Yaman’ın söz konusu çalışmasını da incelediğini belirten Ayşe Aydoğan Açıkalın, araştırmada yer verilen bazı söylemleri kendi danışanlarının babalarından da duyduğunu belirtiyor ve genel kanının değiştirilmesi için doğru bilgilendirilmenin önemine dikkat çekiyor: “Babalardan ‘Hocam, istemesi lazım, istese ben de destek olacağım’ gibi söylemlerle karşılaşıyoruz biz de. Hâlbuki bağımlılık tedavisinde motivasyon her zaman çok yüksek olmayabiliyor. Ya da her zaman çok istekle gerçekleşmiyor. Yoksunluklar, iniş çıkışlar yaşanabiliyor. Kişi bir gün madde kullanımını bırakmayı çok isterken öteki gün bir kriz veya zorlanmayla kendinden şüphe eder hâle gelebiliyor. Bu noktada ailenin destekleyici tavrının sürdürülmesi önemli. Danışan kendine inanmıyor olsa bile ona inanan ailesinin olması çok önemli. Bunu danışanlarımdan da duyuyorum: ‘Ailem hep benimleydi, bana güvendiler her zaman yanımda oldular. Ben düşsem de tekrar birlikte ayağa kalktık’ diyorlar. Bu yüzden motivasyonları düşse de danışanlar bu destekle yeniden tedaviye dönebiliyorlar, devam edebiliyorlar.”
Bağımlılığa dair temel bilgi eksikliği ebeveynlerin davranış biçimlerini dolayısıyla etkiliyor, bu da tedavinin seyrini olumsuz yöne evrilmesine sebep verebiliyor. Ailelerin madde bağımlılığı hakkında bilgi eksikliğinin giderilmesi ve doğru yöntemlere yönlendirilmesi üzerine ise Ayşe Aydoğan Açıkalın, “Ebeveynlerin gerçekten doğru bilgiye, doğru kaynaklara, profesyonel uzmanlara ulaşıyor olması önemli. Bu konuda her zaman çok güzel saha çalışmaları olan, ailelere destek sağlayan Yeşilay’a başvurulabilir. Bağımlılıkla ilgili Yeşilay tarafından hazırlanmış broşürler, kamu spotları bu konuda bilgilendirici olabilir. Doğru bilgi kaynaklarına ulaşabilmeliler. Kaynaklar çoğaldıkça, ebeveynler bilgilendikçe danışanın tedavi süreci daha hızlı ilerliyor. Bu yüzden ailelerin rolü çok önemli bir yerde” diyor.
“Bağımlılık sadece bireyi değil, ailesini ve çevresini de ciddi anlamda etkileyen bir hastalık”
Klinik Psikolog Sueda Yılmaz da aynı şekilde babaların ailedeki destek mekanizmasının dışında kalmasına yönelik “Kültürümüzde ailede babalar, duygusal destekten uzak konumlandırılıyor. Çoğu zaman duyguların paylaşıldığı ebeveyn değil de otorite figürü olarak kalabiliyorlar. Bunun yanında toplumsal normlar, etiketlenmeler, çevreden gelen söylemler özellikle de bağımlılık konusunda babalarda inkâr mekanizması oluşturabiliyor. Bu yüzden babalar duygusal olarak daha uzak bir pozisyonda kalmış oluyor ailede. Bu da bağımlı bireylerin kendilerini ‘görülmeyen’ veya ‘değersiz’ hissetmesine neden olabiliyor” diyor. Sayıca az olsa da tedaviye katılan babaların daha agresif ve tehditkâr tavırlar içerisinde olmasını ise danışanların tedavi süreçlerini olumsuz etkilediğini de belirten Sueda Yılmaz, yapılması gerekenleri şöyle aktarıyor: “Destek ve motivasyon sağlanmadığı sürece bağımlılık tedavilerinde sağlıklı bir ilerleme zorlaşıyor. Bağımlılık tedavisi uzun ve sabır gösterilmesi gereken bir süreç. Bu noktada da tavır ve tutumlar doğal olarak daha fazla önem kazanmış oluyor. Bu tarz yaklaşımdaki ailelerle çalışan uzmanlar; öncelikle bağımlılığın bir hastalık olduğunu ailelere anlatmalı. Ardından da ailenin iletişim yöntemi ve tutumlarının çocukları üzerindeki etkisini biraz daha görünür kılmaya çaba göstermeli.”
Bağımlılığın hastalık olduğunu vurgulayan Yılmaz, hastalığın duygusal boyutlarıyla da mücadele etmek gerektiğini belirtiyor: “Bağımlılık sadece bireyi değil, aileyi ve çevresini de ciddi anlamda etkileyen bir hastalık. Süreç; öfke, sinir, hayal kırıklığı gibi çeşitli duyguları ortaya çıkarabiliyor. Ama tabii ki bağımlılık tedavisine kişinin değişmeyi istemesi, iyileşmesi için temel bir gereklilik. Her durumda ve koşulda umut vardır. Fakat bazen umut görünürlüğünü yitirebilir. Yaşanan olaylar, davranışlar bu umudun üstünü örtebiliyor. Bu noktada bağımlılık tedavisinde ailelere de destek sağlamak gerekiyor, bireyler kadar.”
Ayrıca Yılmaz, ailelerin bağımlılık konusunda daha iyi bilgilendirilmesi için şu önerilerde bulunuyor: “Hastanelerin AMATEM servisleri tedavi hizmeti sağlıyor. Bunun yanında Yeşilay gibi bağımlılık alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarıyla aileler iletişime geçebilirler, buradan bilgi sağlayabilirler. Bir de -çok yaygın olmamakla birlikte- benzer sorunları yaşayan kişiler ve ailelerin tecrübelerini aktardığı yardım grupları fayda sağlayabilir.”
“Tedavide ailenin iş birliği çok önemli”
Klinik Psikolog İclal Aydın ise bir terapist olarak sadece bağımlılık tedavilerinde değil, genel olarak terapilerde de babaları çok az gördüklerini ifade ediyor. Söz konusu bağımlılık olduğunda da kültürel kodların babaların tedaviye katılımlarını olumsuz yönde etkileyebildiğinden bahsediyor: “Babaların bağımlılık tedavisinde çocuklarına destek olarak katılımlarının az olmasının sebebi, çocuğuyla özdeşim kurması olabilir. Kültürel normların dışında kalan bireylerden bahsediyoruz. Bu durum da ailelerde toplumsal baskılara ve büyük krizlere yol açabiliyor. Babalar da çocuklarıyla özdeşim kurabiliyor, ‘benim oğlum’ diyerek göğsünü gere gere söyleyemediği noktada geri çekilebiliyor. Desteğini ve özellikle de finansal desteğini geri çekmesini, bir cezalandırma yöntemi olarak dahi görebiliyor.”
Bir terapist olarak gözlemleriyle babaların farklı tutumlarını da şu şekilde örnekliyor: “2011’de Van’da madde bağımlılığıyla ilgili bakanlığın yürüttüğü bir projede bulunmuştum. Katıldığım bu projede nitel araştırmalar yapıyorduk ve görüşmeler gerçekleştiriyorduk. Görüşmelerin birinde bir baba, kendi eliyle çocuğuna para verdiğini söylüyordu. Madde bağımlısı bir bireyin harcadığı meblağ oldukça yüksektir. Bu sebeple para bulamadığında çocuğunun hırsızlığa veya başka bir suça bulaşmasını istemediği için ihtiyaç duyduğu parayı ona kendi elleriyle veriyordu. ‘Ben bu parayı vermezsem gidip hırsızlık yapacak veya daha beter bir belaya bulaşacak. O zaten o maddeyi almak için her yolu bulacak. 'En azından maddeden kurtulana kadar başka belaya bulaşmasın diye ben bu parayı ona vermeye devam edeceğim’ diyordu Bu çok emek gerektiren bir süreç, çoğunluğu böyle bir şeyi tercih etmiyor. Onun yerine ‘Cezalandırırsam ya da kısıtlarsam o zaten artık bu alana yönelmez’ diye düşünüyor.”
Babaların bu cezalandırıcı, tehditkâr davranışlarına yönelik yapılması gerekenleri bir uzman olarak şöyle anlatıyor: “Burada iş birliği kurmak çok önemli. Aileyi, bu işi durdurması gereken bireyler olarak değil, bu bir süreç ve bu süreçte aile, kişi yani danışan terapist, işte gidiyorsa bir yandan psikiyatrist, bir yandan belki tıbbi kontroller altındaysa, hekimler vs. herkesin aslında bu süreci birlikte yönetmesi gerekir. Ve bu noktada ‘Bunu nasıl bitiririz ve nasıl durdururuz?’ düşüncesi yerine ailenin iş birliğine davet edilmesi gerekir. Bu iş birliği ailenin üzerindeki kaygıyı ve oradaki o stresli gerilimi azaltıyor. O noktada biz terapistler de onların yanında olduğumuzu söylüyoruz, ‘Merak etmeyin, süreç içerisinde düzelme sağlanacak’ diye. Onları iş birliğine çekmeye çalışıyoruz. Ayrıca cezalandırmanın ve kısıtlamanın herhangi bir sonuç vermeyeceğini, sonucun başla bir şekilde olması gerektiğini söylüyoruz. Burada kişinin hayatında neyin eksik olduğunu, o maddeye neden ihtiyaç hissettiğini, oradaki eksikliğin ne olduğunu konuşuyoruz. Bu durumla ilgili düzenlemelerin hayatında yapılması, arkadaş çevresinin ve bulunduğu ortamın tamamen değiştirilmesi, iş imkânlarıyla hayatının bir düzene konulması gibi konularda ailenin destekçi pozunda bulunmasını sağlıyoruz. Tabii bir taraftan da maddeden uzak kalma sürecini de yürütmek gerekiyor. Ama aileye süreci doğru bir şekilde izah edince aile de durumu daha net anlayabilmiş oluyor. Tabii iş birliğine yatkın bireylerse; sorumluluk almaya, taşın altına elini koymaya gönüllülerse çok güzel sonuç veriyor bu. Ama değillerse tabii ne söyleseniz bir fayda vermeyebiliyor.”
Bu iş birliği esnasında aile bireylerinin bağımlılık üzerine doğru bilgiye erişimlerinin sağlanması gerektiğinin de altını çizen Aydın, psiko-eğitimin bu süreçte fayda verebileceğinden bahsediyor, terapi sürecinin başından itibaren uzmanlar tarafından gerekli bilgilendirilmelerin yapılabileceğini söylüyor.
Görünmez aktörden, kilit oyuncuya
İlker Aktürk ve Ömer Miraç Yaman'ın araştırması, sahadaki uzmanların yıllardır gözlemlediği bir gerçeğin altını bilimsel olarak çiziyor: Bağımlılıkla mücadelede baba, figüran değil, başrol oyuncularından biridir. Babanın sessizliği, tedavi sürecinde onarılması zor bir boşluk yaratırken; onun koşulsuz, bilgili ve sabırlı desteği, iyileşme yolundaki en güçlü ittirici güç olabilir.
Bu sorunun çözümü, babaları suçlamaktan değil, onları doğru bilgi, doğru kaynaklar ve doğru destek mekanizmalarıyla güçlendirmekten geçiyor. Çünkü bir gencin iyileşme mücadelesinde, arkasında hissettiği babasının varlığı, ona en pahalı tedaviden bile daha fazla güç verebilir. Bağımlılıkla topyekûn bir mücadele için, artık o "görünmez aktörü" sahneye davet etme zamanı gelmiştir.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.