20 Ekim 2025

Avustralya’nın yeni stratejik aklı: “Hedge’i bitiren” doktrin

Avustralya, Çin yayılmacılığı karşısında “dengeleme” (hedging) politikasını bitirdi. Yeni stratejik akıl, AUKUS ile ABD'ye tam hizalanmayı ve Pasifik adalarında stratejik inkâr doktrinini esas alıyor. Avustralya'nın tercihi: Ekonomik refah yerine, neorealist bir ileri savunma duruşu.

Avustralya’nın ulusal güvenlik duruşu, Soğuk Savaş’tan bu yana geçirdiği en köklü stratejik dönüşümü yaşıyor. Bu değişim, Canberra’nın onlarca yıldır uyguladığı; birincil ekonomik ortağı (Çin) ile çekirdek güvenlik müttefiki (Amerika Birleşik Devletleri) arasında denge kurmaya çalışan “hedging” (riskten korunma/dengeleme) stratejisine kesin bir son verdiğinin işareti.

Güncel savunma ve güvenlik duruşu, Washington ile açık bir stratejik hizalanma (AUKUS) ve giderek daha iddialı, neorealist bir İleri Savunma doktrinini benimseme üzerine kurulmuştur. Canberra’nın tespit ettiği birincil ve acil güvenlik tehdidi, Çin’in doğrudan Avustralya’yı çevreleyen ada zincirleri içindeki kritik çift kullanımlı altyapılara -derin su limanlarına, hava alanlarına ve kilit arazilere- öncelikli erişim elde etme stratejisinden kaynaklanır.

Avustralya’nın yeni stratejik aklının temelini, yakın çevresinde stratejik inkâr doktrini oluşturur. Bu, en belirgin olarak Papua Yeni Gine (PNG) ile yapılan tarihi Pukpuk Anlaşması gibi kritik Pasifik uluslarında, üçüncü tarafın (Çin’in) güvenlik veya altyapı erişimi üzerindeki sözleşmeye dayalı veto haklarını güvence altına alarak işlerliğe kavuşmaktır. Bu stratejik dönüşüm, bir yandan Pekin’e karşı kesin bir hizalanma sergilerken diğer yandan yeni ve iddialı bölgesel diplomasisini 1 milyar dolarlık taahhütlerle destekleyen "çift dengeleme" (dual hedging) paradoksunu da içinde barındırır.

Bizler de Avustralya’nın bu köklü dönüşümünün arkasındaki stratejik muhakemeyi, tehdit algısını ve bu yeni doktrinin bölgesel sonuçlarını ele almak istedik.

Tehdit algısındaki değişim

Avustralya’nın yeni stratejik aklının itici gücü, artık coğrafyanın kendisinin bir güvenlik zafiyeti olarak görülmeye başlanmasından kaynaklanıyor. Geleneksel olarak kıta güvenliğini sağlamak için yeterli görülen Pasifik adaları ve deniz yolları kuşağı, Çin’in askerî modernizasyonu ve diplomatik atılımları nedeniyle bir tampon bölge olmaktan çıktı, potansiyel bir köprübaşına dönüşme riski taşımaya başladı.

Özellikle, Çin’in ticari ve kalkınma yardımı kisvesi altında, Pasifik’teki küçük ada devletlerinde kritik çift kullanımlı altyapıları hedef alması, Avustralya için kabul edilemez bir “kırmızı çizgi” yarattı. Bu limanlar ve hava alanları, barış zamanında ticari amaçlara hizmet etse de kriz veya savaş zamanında Çin Halk Kurtuluş Ordusu’na lojistik destek ve güç yansıtma yeteneği sağlayabilir. Bu durum, Avustralya anakarasının savunma derinliğini ciddi şekilde aşındırıyor.

Bu tehdit algısı, askerî stratejinin temelini oluşturan stratejik inkâr doktrinini doğurdu. Stratejik inkâr, bir düşmanın, Avustralya’ya karşı güç kullanabilmek veya yakın çevresinde askerî üstünlük kurabilmek için gereken kapasite ve erişimi elde etmesini engellemeyi amaçlar. Bu, askerî yollarla ile birlikte diplomatik, hukuki ve mali araçlarla da gerçekleştirilen kapsamlı bir “alan engelleme” (area denial) çabası olarak değerlendirilebilir.

Dengeleme politikasının tasfiyesi

Avustralya’nın Soğuk Savaş sonrası stratejik tarihi, Çin’in hızla büyüyen ekonomisi ile geleneksel müttefiki ABD’nin güvenlik garantileri arasında hassas bir denge kurmaya çalıştığı “hedging” dönemiydi. Ancak son yıllarda yaşanan ticaret baskıları, siber saldırılar ve Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki iddiaları, bu denge siyasetinin sürdürülemez olduğunu gözler önüne serdi. Canberra, ekonomik refah ile ulusal güvenlik arasında kalıcı bir seçim yapmak zorunda kaldı.

Bu seçim, AUKUS (Avustralya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri) güvenlik paktı ile netleşecekti. AUKUS, Avustralya’nın ABD ile stratejik uyumunu en üst seviyeye taşıdı, nükleer enerjili denizaltı teknolojisine erişimi garanti ederek Avustralya Deniz Kuvvetleri’nin uzun menzilli caydırıcılık kapasitesini radikal bir şekilde artırmayı taahhüt etti. Bu taahhüt, bölgesel askerî dengeleri değiştirecek bir adımdı ve Avustralya’nın Pasifik’te daha sert bir güç rolü üstlenmeye hazır olduğunun en somut göstergesi olacaktı.

Neorealist bir bakış açısıyla, bu hizalanma, Avustralya’nın bölgesel güvenlik ortamında güç dengesinin kendi aleyhine değişmesine verdiği rasyonel bir yanıt olarak okunabilir. Pasif bir tampon bölge rolünden, ABD liderliğindeki Batı blokunun Hint-Pasifik’teki ön cephesi rolüne geçiş, yeni stratejik aklın merkezidir.

İleri savunmanın mekanizmaları

Stratejik inkâr doktrini, AUKUS gibi büyük paktlar ile birlikte Avustralya’nın yakın çevresindeki en kırılgan ve kritik bölgeler olan Pasifik Ada Ülkeleri’nde (PIK’ler) uygulanan hukuki ve diplomatik araçlarla da hayata geçiriliyor.

Bu yaklaşımın en çarpıcı örneği, Avustralya’nın en önemli komşularından biri olan Papua Yeni Gine (PNG) ile imzaladığı Pukpuk Anlaşması. Bu anlaşma, geleneksel bir savunma paktının ötesine geçerek, Avustralya’ya PNG’deki belirli altyapı projeleri ve güvenlik iş birlikleri üzerinde dolaylı ya da dolaysız sözleşmesel veto hakları sağlamayı amaçlıyor.

Stratejik akıl burada açık: Eğer Çin, PNG'de bir liman veya iletişim altyapısı kurmak isterse, Avustralya’nın bu anlaşma çerçevesinde bu projenin askerî kullanıma yol açabilecek yönlerini engelleme gücü olmalı. Bu, Çin’in bölgesel yayılmacılığına karşı bir “önleyici diplomasi” ve “hukuki abluka” stratejisi. Bu tür anlaşmalar, Avustralya’nın “idari ve sözleşmesel” araçlarla stratejik coğrafyasını savunma çabasının bel kemiğini oluşturuyor.

Öte yandan, Avustralya'nın bu yeni, iddialı bölgesel diplomasisi, sadece güvenlik odaklı da değil. 1 milyar doları aşan taahhütlerle desteklenmesi, Canberra’nın sadece askerî caydırıcılık değil, aynı zamanda ekonomik ve kalkınma alanında da Pasifik’teki tercih edilen ortak olmayı hedeflediğini gösteriyor. Bu, bölge ülkelerinin Çin’e olan ekonomik bağımlılığını azaltmayı ve Avustralya'nın diplomatik etki alanını güçlendirmeyi amaçlayan bir “çift amaçlı” strateji.

Çift dengeleme paradoksu

Avustralya, on yıllardır süren “hedging” politikasını bitirdiğini net bir şekilde ilan etse de yeni stratejik duruşun kendisi de bir “çift dengeleme” (dual hedging) paradoksu taşıyor. Bir yanda, Avustralya kesin bir şekilde ABD’ye ve müttefiklerine (AUKUS) angaje olarak Çin’e karşı net bir cephe aldı. Ancak diğer yanda, Pasifik’teki agresif diplomatik angajmanı, bölgedeki etkinliğini artırırken, Çin’i tamamen dışlamak yerine, onun erişimini yönetmeye ve sınırlamaya odaklanıyor. Pukpuk Anlaşması, Çin’in PNG’ye erişimini engellemek yerine, bu erişim üzerindeki kontrolü Avustralya’nın eline vermeyi amaçlıyor. Bu durum, Avustralya’nın hâlâ bir dereceye kadar jeopolitik kontrol ve yönetim arayışında olduğunu gösteriyor.

Bu paradoks, Avustralya’nın temel kaygısının bir savaş değil, bir abluka ya da kuşatma riski olduğunu düşündürüyor. Canberra'nın stratejik aklı, Çin’in askerî bir saldırıdan ziyade, Avustralya’yı deniz ticaret yolları ve Pasifik adaları üzerinden kademeli olarak çevreleme riskine karşı en iyi nasıl korunacağı üzerine kuruldu diyebiliriz.

Kısaca özetlemek gerekirse; Avustralya’nın stratejik dönüşümü, bir yandan güvenlik müttefikiyle tam hizalanmayı, diğer yandan ise yakın çevresinde sert güç ve hukuki manevralar yoluyla stratejik inkâr yeteneğini birleştirerek, kendine özgü, iddialı ve karmaşık bir yol haritası çiziyor. Hiç şüphesiz bu yeni stratejik akıl, Hint-Pasifik’teki güç mücadelesinin ve bölgesel istikrarın geleceğini şekillendirecek en önemli faktörlerden biri olmaya aday.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...